“En kısa zamanda Şam’a gideceğiz. Emevi Camisi’nde namaz kılıp Suriyeli kardeşlerimizle kucaklaşacağız.” 
Bunu Erdoğan 2012’de  söyledi. Üç sene geçti. Erdoğan, İslam ordularının başında Şam’ı  fethedip Emevi Camisi’nde namaz kılamadı. Onun yerine dört milyon  Suriyeli ülkelerini terk etti. Bugün kamyon arkalarında ya da denizde  boğularak ölüyorlar. Cesetleri tatil beldelerimizin sahillerine vuruyor.  
Avrupa, Suriyeli mülteciler konusunda  ayağa kalkmış durumda. İtalya’dan Yunan adalarına, Makedonya sınırından  Macaristan ovalarına her yerden Suriyeli mülteci haberleri geliyor. 
Ancak  bu Suriye’den kaçanların çok küçük bir azınlığı. Avrupa’ya varabilenler  birkaç yüz bin kişi. Türkiye’de neredeyse 2 milyona yakın Suriyeli var.  Hiçbir ülkenin kolaylıkla baş edemeyeceği bir durum söz konusu. 
Suriyelilerin  Türkiye’deki statüsü belirsiz. Mülteci sayılmıyorlar. Daha evvel  Apaydın Kampı’nda gördük ki bu konuda devletin tercihi hukuki bir gri  alan yaratmak oldu. 
Suriye’de savaştan  kaçan milyonlarca insanın trajedisinde yapıp ettikleriyle bu savaşı  uzatan herkesin rolü var. Savaşın neredeyse her tarafı savaşın  uzamasında pay sahibi. Memleketimizin de bunda hiç azımsanmayacak bir  rolü var. 
Libya’da NATO bombardımanı, Suriye’de benzer bir beklenti yarattı. Bu beklenti ve Esad’ın  katliamları çatışmaların şiddetini arttırdı. Suriye’de işlerin  sertleşmesi Irak’ta IŞİD’i güçlendirdi. Giderek artan şiddet sarmalı ise  belki bir on sene daha bitmeyecek bir savaşı doğurdu. 
Suriye’de  herkes herkesle savaşıyor. ABD ve Rusya, Sünniler ve Şiiler, Esad ve  Selefi gruplar, IŞİD ve Kürtler, IŞİD ve rakip Selefi örgütler... 
Suriye ve Irak arasında artık bir sınır yok. Suriye savaşı aynı zamanda Irak savaşı da. 
Zeminin  hızla kayıp değiştiği, ittifakların kolayca inşa edilip çözüldüğü  karmaşık bir coğrafyada öngörülerin tutması zordur. Ancak öngörü  sahipleri aynı zamanda devleti de yönetiyorsa bunun bir bedelinin olması  gerekir. 
Esad’a aylar ve haftalarla ömür  biçenler, üç sene evvel Şam’a gireceğini zannedenler hâlâ ülkeyi  yönetiyor ve ülkenin Suriye politikasına karar veriyor. 
Batı’nın ve Türkiye’nin desteklediği “ılımlı” olduğu iddia edilen Özgür Suriye Ordusu bugün neredeyse bir tabela örgütü. 
Suudi  Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Selefi örgütleri desteklediği bir sır  değil. Ahrar el Şam örgütü, devlete Twitter hesabından TRT’nin haber  programlarının duyurusunu paylaşacak kadar yakın. 
Şiddet ve Selefi cihatçılık IŞİD eliyle öyle bir seviyeye geldi ki El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi ya da Ahrar el Şam’ın “ılımlı” ilan edilmesine ramak kaldı. Yakın gelecekte Selefiliğin hızla Türkiye dahil siyasal İslamcılığın “ana akım” fikri olma ihtimali hiç ama hiç düşük değil. 
Rusya  ve İran’ın desteklediği Esad rejiminin kolayca yıkılacağı hayaline  kapılmak bir hayli saçmaydı. Bu hayal uğruna sınırı bulanıklaştırmak ve  uzun Türkiye-Suriye sınırını bir cihatçı otobanına dönüştürmek de... 
Elbette  savaşın bu hale gelmesinde Ortadoğu’ya müdahale edip ortalığı dağıtan  sonra da bölgeyi bu dağınıklıkla baş başa bırakıp çekilen ABD’nin  sorumluluğu var. 
Elbette Esad dahil eli kanlı diktatörlerin payı var. 
Enerji yolları, doğal kaynaklar vs. zaten onların hep payı var. 
Fakat ham bir hayal uğruna Selefi örgütleri destekleyip onlara göz yumanların da payı büyük. 
Dün buna göz yumanlar bugün insan kaçakçılığı çetelerine göz yumuyor. 
O botlarda boğulanların on binlercesini Türkiye sahillerinden çeteler kaçırıyor. 
Suriyelilere sahip çıkmak insanlık borcu. 
Onların kurbanlık koyun sürüleri gibi çeteler tarafından küçük botlara istif edilmesini engelleyememek ise bir insanlık suçu.
