Başkan olmayan Cumhurbaşkanı ile kalıcı  olmayan hükümet bir savaş oyunu oynuyor. Meşruiyeti aşınmış bir  Cumhurbaşkanı ile koalisyon kurulursa üç beş güne gidici olacak geçici  hükümet iktidarlarını sürdürebilmek için silaha sarılmak derdinde.  İçeride PYD’ye karşı, dışarıda IŞİD’e karşı diye pazarlanmaya çalışılan  ne deve ne kuş bir askeri operasyon hayali kuruluyor. Amaç bir tampon  bölge oluşturmak. 
Ne istiyorlar? 
Bu tampon bölge sayesinde Suriye rejiminin ÖSO’yu zayıflatmasını engellemek. 
Eğit-donat programını o tampon bölgede yürütmek. 
PYD’nin varlığını zayıflatmak. 
IŞİD’le  mücadele eder gibi görünüp uluslararası kamuoyunda oluşan imajı  toparlamak. Herhalde kimse Türkiye’nin IŞİD’le ciddi bir derdi olduğuna  inanmayacaktır. 
IŞİD sınır kapılarını ele geçirdiğinde sus. 
IŞİD diplomatlarını rehin aldığında sus. 
IŞİD Kobane’ye saldırdığında “Kobane düştü düşecek” diye gizlice neşelen. 
IŞİD Tel Abyad’da yenilince gazetelerine “PYD IŞİD’den tehlikeli” diye  manşet attır ve ilk tepkin güneyde devlet kurdurmayacağız olsun. Sonra  IŞİD’e karşı askeri müdahaleden bahset. Herhalde kendileri bile  söylediklerine inanmıyordur. 
İşin hukuki kısmı felaket. 
Tezkere,  kalıcı ve kapsamlı bir askeri operasyona, yani tampon bölgeye imkân  tanımıyor. Anayasaya göre ancak uluslararası hukukun meşru saydığı  hallerde Meclis, silahlı kuvvetleri yurtdışına gönderebilir.  Uluslararası hukuka göre bir Güvenlik Konseyi kararı yoksa ancak meşru  müdafaa halinde bu mümkündür. Meşru müdafaa için ülkenin bir silahlı  saldırıya uğraması gerekmekte. Meşru müdafaa da sadece o silahlı  saldırıyı bertaraf etmek için kullanılabilir.Ortada bir silahlı saldırı  yok. Tampon bölge yani askeri işgal ise bir meşru müdafaa yöntemi değil.  
Hadi uluslararası hukuk es geçildi  diyelim ve İsrail’in Lübnan’da kullandığı hukuk dışı gerekçeyle güvenlik  için askeri işgal tezi savunuldu. Bu durumda Türkiye o bölgede etkin  denetim sağlayacak. Etkin denetim sağladığında o bölgedeki bütün insan  hakları ihlallerinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birden yetkili  olacak. 
Hadi bu da göze alında diyelim. 
Askeri  işgal çok ama çok masraflı bir iştir. Sadece askeri bir noktadan bir  başka noktaya sevk etmekten ibaret değil. Orada belirsiz bir süre  kalmak, nereden ve kimden geleceği belirsiz saldırılara karşı koymak,  işgal edilen bölgede sivil halk için kamu düzenini ve gündelik hayatın  akışını sağlamak da gerekecek. 
Hadi işin  devasa mali boyutu da düşünüldü diyelim. Hatta, bir mucize oldu ve  uluslararası destek de belli bir oranda sağlandı diye farz edelim. 
Ülke içinde IŞİD’in, diğer cihatçı grupların eylemleri nasıl engellenecek? Ya bir 6-7 Ekim’in önüne nasıl geçilecek? 
Hukuken, siyaseten, ekonomik olarak ve iç güvenlik bakımından tel tel dökülen, acemi bir savaş hayali dayatılıyor.
  Bunu dayatan da böyle bir yetkisi olmayan Cumhurbaşkanı ile hükümet  kurulana kadar sadece gündelik işleri yapmakla memur eski hükümet. 
Hükümetin Başbakanı’nın Suriye konusunda öngörüsü 2012’de Esad’ın birkaç haftada devrileceğiydi. 
Erdoğan’ın  öngörüsü ise Emevi camiinde namaz kılmaktı. Öngörüsü bu yetkinlikte  yerini yeni hükümete bırakmaya hazırlanan bu şahıslar, uluslararası  hukuka aykırı şekilde kendilerine yetki vermeyen bir tezkereye dayanarak  savaş peşinde. 
Bu kişiler savaşa da rant üretecek çılgın bir müteahhitlik projesi olarak bakıyor. 
Ülkenin geleceği için bu çıldırmış savaş planına dur demekten daha acil, daha hayati bir mesele yok.
