10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Erdoğan’ın ilk turda kazanmasının ardından, Türkiye’de parlamenter sistem Erdoğan’ın veciz bir şekilde ifade ettiği üzere “bekleme odasına alındı.”
Yani ülkenin anayasası, ilk kez “sivil” bir hükümet döneminde -iktidarın tepesindeki ismin de kabul ettiği üzere- hükümsüz sayıldı ve ilk kez fiili bir “ara rejim” ilanı söz konusu oldu.
Rejimi değiştirmeyi ve yeni bir rejim inşa etmeyi amaçlayan iktidar partisi için, yeni bir anayasa yapmak ve başkanlık sistemine geçmek, söz konusu inşanın zirve noktası olacak ve görev tamamlanacaktı.
Tam da bu nedenle, 7 Haziran seçimleri, başkanlık ve yeni anayasayı referanduma götürmek için gereken oyun alınacağı bir “ön referanduma” dönüştürüldü; sandıktan çıkacak sonuçlara göre, seçimden kısa bir süre sonra başkanlık referandumuna gidilecek, böylece geçici bir “ara rejim” döneminden sonra Erdoğan rejiminin inşası tamamlanacaktı.
Planlar böyle yapılmıştı ama “beklenmedik” bir gelişme oldu ve HDP 7 Haziran seçimlerine bağımsız adaylarla değil, parti olarak girme kararı aldı; üstelik bu kararın laf olsun diye ya da AKP’yle “anlaşmalı” bir şekilde alınmadığı çok geçmeden anlaşıldı.
Eğer HDP seçime partiyle değil de bağımsız adaylarla girseydi, tatsız tuzsuz, kuru, heyecansız bir seçim sürecine tanıklık edecektik.
Çünkü HDP bağımsız olarak girdiğinde en fazla 35-40 vekil çıkarabilecek, bu nedenle de hepimiz AKP’nin kesin zaferini bilecek ve en fazla “üç beş vekil kaybederler mi acaba” diye düşünebilecektik.
Oysa HDP seçime parti olarak girmekle kalmadı, öylesine doğru bir stratejik hamle yaptı ki, seçim birden bire, birinci partiyle dördüncü partinin arasındaki bir mücadeleye dönüştü; o doğru hamle ise “seni başkan yaptırmayacağız” sloganında vücut bulmuştu.
Evet, AKP’nin seçimi başkanlık için bir ön referanduma dönüştürme stratejisine “seni başkan yaptırmayacağız” yanıtını verdiği anda, HDP seçimin “kilit partisi” haline geldi ve CHP’yle MHP’nin seçimde ne yapacağı ikincilleşti.
Çünkü bu ön referandumdan Erdoğan’ın başkanlığını engelleyecek bir sonucun çıkması, CHP ve MHP’nin oylarındaki artışa değil, kayıtsız şartsız HDP’nin barajı geçmesine bağlı hale gelmişti.
Tam da bu nedenle, seçim süreci, Demirtaş’ın “karizmatik liderliği” altında, Kürt siyasi hareketinin meşruiyetini artırmaya ve hareketin “Türkiyelileşme”sine hizmet etti.
Dahası, ortak hedef başkanlığın engellenmesi olunca, “toplumsal barış” açısından son derece önemli olduğunu düşündüğüm bir şekilde, Cumhuriyetçi kitlelerle Kürtler arasında iletişim kurma ve yakınlaşma olanağı söz konusu oldu.
Yani baraj geçilmese dahi, “galiptir bu yolda mağlup” diyebileceğimiz bir durum ortaya çıktı.
Gazeteye yazılarımızı en geç akşam saat beşe kadar göndermemiz gerektiği için, bu yazıyı seçim sonuçları henüz açıklanmamışken tamamlıyorum.
Karamsar bir gerçekçilikle sandıktan rejimin elini rahatlatacak bir sonucun çıka(rıla)cağını düşünsem de, son derece sürpriz bir sonuçla da karşı karşıya kalabiliriz.
Kalbimiz elbette ki bu sürprizi temenni ediyor ama diyelim ki olmadı; iktidar, parti-devletinin bütün olanaklarıyla girdiği seçimden istediği sonuçla çıkmayı başardı, enseyi karartmayacağız, umudu yitirmeyeceğiz, bir adım geri atmayacağız, “bu daha başlangıç” diyeceğiz!
O sürpriz sonuçla mı karşılaştık, elbette ki sevineceğiz, elbette ki kutlayacağız ama işimiz bitmemiş olacak, yine “bu daha başlangıç” diyeceğiz; eşit, özgür ve kardeşçe bir ülke kurmak için daha bir şevkle, daha bir umutla çalışacağız.
O halde, hep birlikte: “Bu daha başlangıç!”
Yurtgazetesi