Takvim yaprakları dönüyor ve solda konuyla ilgili pozisyonlar belli oluyor.
Birincisi ve en hızlı akla geleni, Erdoğan’ı ikinci turda yenecek aday bulmaktır.
Bu arayışta, daha birinci dakikada solcu aday olasılığının kenara konması kaçınılmazdır. Türkiye’nin klasik yüzde 60-70 sağ, yüzde 30-40 sol tablosu içinden, çıksa çıksa, “kötü sağcıya” karşı “iyi sağcıyı” desteklemek çıkar. Yüzde 30 zaten cepte ya; sağın yaklaşık üçte birini cezbeden birini buldun mu, yırtıyorsun!
Yüzeysel akla yatkın. Karmaşık hayata yatkın değil.
Bir kere; öyle biri yok. Olsa şimdiye kadar görünürdü. Emekliliğini çoktan almış Demirel, bir kentin sevgilisi olsa da, Eskişehir’in ötesinde bir ufuk hiç çizmemiş, üstelik solcu sanılmak gibi bir talihsizliğe sahip Büyükerşen, devlet memuru ve İslamcı Kılıç, Çankaya mutemedi ve İslamcı Gül bile telaffuz edildi... Erdoğan’ın solda nefret objesi haline geldiği doğrudur. Ama problem bu isimlerin sağ nezdinde Erdoğan karşısında şanslarının olmayacağıdır!
Sağ, faşist reis izlenimini en kuvvetli biçimde verdiği için, delikanlı ve kabadayı olduğu için, durmadan şairlerden, yazarlardan örnek vermesine bakıp çok rafine ve kültürlü (!) bulduğu için, piyasanın selameti, ekonominin istikrarı için, en başta da din için Erdoğan’ı seçmeye eğilimli olacaktır.
Üstelik Erdoğan’ın rakibinin mevcut sistemde CHP’nin adayı olarak lanse edilmesi gerekir. Bu bile, sonuçta bütün memleket adına tek kişi seçileceği için büyük handikap oluşturur.
İkincisi sol gösterip sağ vurmaktır. Bunu Kürt hareketi sola armağan edebilir. Birinci turda solcuyum, ilericiyim diyen herkesin içinin yağını eritecek bir popüler isim, görece de iyi bir isim. İkinci tura kalamayacağına göre, pratikte, aktif veya pasif olarak AKP.
Bunu ciddiye alıp tartışmaya değmez ama ifşa etmek ve açığa düşürmek için uğraşmak mutlaka gerekir. Böyle bir tuzak “aa bak ne güzel isim, ben çok severim” naifliğinin altına döşenecektir; olursa...
Üçüncü seçenek CHP’ye ve HDP’ye, ayrı ayrı veya aynı anda “böyle yapmayın lütfen” ricasında bulunmaktır. Görüşürsünüz, açık çağrı yayınlarsınız. Bu büyük siyaset olur. “CHP ve/veya HDP Erdoğan’ın karşısında birleşmelidir, yüksek profilli bir aday çıkarmalıdır, bu aday ilericilerin, cumhuriyetçilerin ve Kürt halkının dostu olmalıdır.” Anlatıp durursunuz...
Bu solun mahkumiyetidir. Birinci Cumhuriyetçiliğin ve Kürt özgürlükçülüğünün sol üstündeki basıncı ne düzeyde olursa olsun reddedilmelidir.
Denebilir ki, bu başka. Bunun cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgisi yok.
İlgisi olan, bu iki yakanın bir araya gelmesinin çok zor olduğu. Bu durumda sol kendini sadece çöpçatan durumuna düşürmüş olmayacak, aynı zamanda boşu boşuna nefes tüketmiş sayılacaktır.
Sonuçta yakalardan birinde demir atılır, CHP’nin veya HDP’nin adayına angaje olunur. Tabii bir de “anlattık dinlemediler” demek ve küsmek var. Buna müzmin muhaliflik dendiği için yerine göre prim de yapabilmektedir!
Kuşatmadan çıkış yolu bulunur.
Her gün örnekleri soL’un manşetlerine çıkan durum açık: Bu bir hükümet değil çete. Bu bir parti değil suç örgütü.
Devlet dediğiniz şey, sadece baskı mekanizması olabilir mi? Siyasi iktidar, bir sosyal sınıfı temsil etmekle birlikte, aynı zamanda bir ikna aygıtı, toplumsal farklılıkları buluşturma platformudur. Bu yönünün açıktan ve görülmemiş bir sertlikle reddinden cumhurbaşkanı çıkmaz.
Çıkış bulunur. Cumhurbaşkanlığı seçimi durdurulur. Çıkış budur.
Önce hükümetin fişi çekilir. Başka çaresi olmadığına göre, örneğin hükümet gensoruyla falan düşmeyeceğine göre, Meclis’ten çekilmek en kolay, kısa ve sonuç alıcı yoldur.
Bu tartışmaya devam edeceğim. Ama bu noktada “kaos olur” diye ürkenler olacaktır. Kendilerine kaostan kaçıp nereye sığınacaklarını sormak isterim.
Reyhanlı mı, Van mı? Roboski mi, Soma mı? Nükleeri bekleyen Sinop mu, Mersin mi? Kaostan kaçarken nerede öldürülmek istersiniz?