Mali kriz, “Büyük Durgunluk”, neo-liberal modelin tükendiğini gösterdi. Yeni bir model arayışı, bir belirsizlik, ekonomi politikası tartışmalarının merkezine oturdu. Beş yıl önce “Büyük Durgunluk” başlarken, Reinhart & Rogoff (This Time is Different, 2009) büyük yankı uyandırmıştı.
Dünyanın hemen yer yerinde kitleler, düzene yönelik öfkelerini protesto eylemleriyle dile getirmeye, kapitalizme yönelik bir tepkinin yeniden tarih sahnesine çıkma olasılığını yaratmaya başlayınca, dikkatler “gelir dağılımı”, “zengin-yoksul” ikilemi üzerinde yoğunlaştı. Thomas Piketty’nin pazartesi yazımda kısaca değindiğim “21. Yüzyılda Sermaye” başlıklı çalışmasının büyük yankı uyandırmasının nedeni bu.
Hafta içinde, “hak ettiği değerlendirmeyi” yapabilmek için Piketty’nin kitabı üzerine yazılanları okudum (Krugman, Martin Wolf, Will Hutton, Branko Milanovich, James K. Galbraighy, Michael Roberts, The Economist, Jacobin, Monthly Review) kitabın orasını burasını kurcaladım; sonunda, Piketty’nin bu kadar yankı uyandıran kitabının aslında birkaç paragrafta kolaylıkla özetlenebileceğini düşündüm, “yankı” sözcüğü de aklıma Lenin’in, “gereğinden fazla boş bir fıçı gibi ses çıkarıyor” ifadesini getirdi.
Koskoca bir keçiboynuzu
Piketty’nin çalışması 200 yıl boyunca gelir eşitsizliğini ortaya koyan, toplaması yıllar sürmüş verileri içeriyor. Verileri toplayanların çabalarını kutluyorum. Ama bu, sonunda ortaya çıkan resme bakıp dudak bükmemi engellemiyor. Ukalalık mı? Kararı sizin: Meğerse kapitalizm zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapıyormuş!
Bu “bulguyla” birlikte karşımıza, hemen iki sorun çıkıyor: (1) Eeee, ne olmuş? (Sermaye açısından bu neden kötü?). (2) Diyelim ki kötü, peki ne yapmamız gerekir?
Piketty’nin kitabı üzerine yazanlardan kimileri, Piketty’nin birinci soruya cevap vermediğinden yakınıyorlar. Kitaptan bir cevap üretmek isteyenler gelir dağılımındaki bozuklukla, ekonomik krizle, kapitalizmin uzun dönemli yaşamı arasında bir bağlantı kurmaya çabalıyorlar. Bu çaba da okuyucuyu ister istemez “kriz teorilerinin” karmaşık alanını ziyaret etmeye zorluyor. Bu alana girince de Piketty’nin sunduğu yol haritasının yetersizliği hemen belli oluyor.
Piketty’nin ikinci soruya verdiği cevap ise o kadar sıradan ki, aklıma “keçiboynuzu” metaforu geldi: Zenginlere ve (son mali krizi de düşünerek) abartılı maaş alan genel müdürlere yüksek vergi koyalım?
İyi de, zenginlik siyasi güç demektir. Burada dünyadaki tüm yetişkinlerin toplam varlıklarının yüzde 41’ini elinde tutan yüzde 0.7’sinin ekonomik siyasi gücünden söz ediyoruz (Global Wealth Report 2013 Credit Suisse,). Bu siyasi güç neden bu vergiyi koysun? Koymayacaksa peki kim koyacak?
Ne düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum, ama Piketty o tarafa gitmiyor. Onun derdi kapitalizmi bu “aşırı” kapitalistlerden kurtarmak, kitabında da belgelediği, 200 yıldır zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan ekonomik sistemden değil (Örneğin: Piketty: “Save capitalism from the capitalists by taxing wealth”, Financial Times, 28/03/2014). Şimdi “yani tüm şamata bu bayat sosyal demokrat fanteziyi savunmak için miymiş?” diyebilirsiniz. Ne yapalım kapitalist sınıfın entelektüellerinin alet çantası, hayal gücü bu kadar.
‘Sermaye mi’ dediniz?
Piketty’nin “yapıtının” başlığı Karl Marx’ın Das Kapital’ine atıfla kocaman puntolara “Sermaye”; altında da küçük puntolarda “21. Yüzyılda” yazıyor.
Kitabın adı “Sermaye” ama üzerine yazılan övgü ve eleştirileri okurken Piketty’nin sermaye derken ne kast ettiğini anlayamıyorsunuz. Kitaba bakınca da tatmin edici bir tanım bulamadım. Prof. Galbreight, Michael Roberts gibi akademik bir disiplinde yaklaşanlar da Piketty’nin “Sermaye” kavramının içini birkaç hamlede kolaylıkla boşaltıveriyorlar. Geriye de finansal, rantiye sermayesi, birikmiş servet kalıyor. Öyleyse, Tony Norfield’in, Kostas Lavapidas’ın kitabını eleştiren yazısının başlığını ödünç alırsam “Kapitalist üretim iyi, kapitalist finans kötü (http://economicsofimperialism. blogspot.co.uk/2014/01/ capitalist-production-good-capitalist. html) gibi bir şey. İngiliz İşçi Partisi entelijansiyası Piketty’yi çok sevmiş.
Gerçekteyse sermaye bir “şey” (nesne) değil, üretim araçlarıyla doğrudan üreticiler özel tarihsel koşullarda (piyasada işgücünü meta olarak satan ve alan sınıfların oluşmasına bağlı olarak) bir araya geldiğinde oluşan bir “toplumsal ilişkidir”. Bu ilişki “kendi kendine genişleyen”, “kendini yeniden üreten” bir “organik bütünlük” oluşturur.
İkincisi, Piketty de kapitalizm kadar eski bir hastalıktan kendini kurtaramıyor: Paranın dolaşımıyla (bu organik bütünlüğün bir görüntüsüyle) sermayenin kendisini birbirine karıştırıyor; bir bütün olarak sermayeyi değil, onun bir varoluş biçimini, finans sermayesini hedef alıyor. Sermayeyi düşünürken bu iki özelliğini gözden kaçırdınız mı, özellikle kriz dönemlerinde siyasetin yolu finansal faaliyetlere tepkiyle ırkçı milliyetçi fantezileri birleştiren faşizme kadar gidebilir.
Peki sorun ne?
Kapitalizm eşitsizlik yaratıyorsa, bu kapitalizm için neden kötü olsun? Hele Piketty’nin iddia ettiği gibi “kâr oranları” büyüme oranlarından daha hızlı artıyorsa? Kapitalist sınıf büyümeden istediği gibi yararlanabiliyor, düzen gerektiği gibi işliyor demektir. Öyleyse sorun ne?
Yok, eğer eşitsizliğin artması bir aşamada kapitalizmin krizine yol açarak geleceğini tehdit ediyor diyorsanız, o zaman başka. O zaman hem kapitalistlere anlatacak bir hikâyeniz olur: “Böyle giderseniz sonunuz kötü!” Hem de kriz teorileri alanına geçip gelir dağılımındaki eşitsizlikle toplam talep arasındaki ilişkiye, kârların realize olması sorununa sıçrar, eksik tüketim “sorununu” konuşmaya başlayabiliriz.
Ama başlayamıyoruz. Piketty, kâr oranları düşme eğilimi yasasını reddediyor. Finansa odaklandığından onun modelinde “kârlar” hep artıyor. Bu yüzden, finansal sermayenin kârlarındaki artışın, krizin bir biçimi, dahası, üretken devrede (“reel ekonomide”) kârların düşme eğiliminin bir etkisi olabileceğini, kârlardaki düşüşü engellemek üzere işleyen karşıt eğilimlerin toplumsal, jeopolitik, ekolojik maliyetini konuşmak, böylece kapitalizme toptan bir eleştiri getirmek olanaksızlaşıyor.
Sermayenin gelir eşitsizliğini artırdığını göstererek bu kadar yankı yapan bir kitap, dikkatle bakınca kapitalizmi gizleyerek korumaya çalışan, yeni bir düzenleme modeli umudu yaratan bir fanteziye dönüşüyor.