YENİ MECLİS, 'YENİ' ANAYASA YAPABİLİR Mİ?

Milletvekili aday listelerinin farklı açılardan tartışma yaratması, anlaşılır bir durum. Yapılan saptama ve eleştiriler arasında gerçekçi olanlar var, yapay olanlar var. İşte, anayasa, bu ikinci kesimde yer alıyor.

Rejim değişikliği, yenilik mi?: Adayların duyulmasıyla, Milliyet’ten Akit’e uzanan geniş yelpazede, kimi köşe yazarları, yeni anayasa iştahını “prematüre” bir şekilde dışa vurmaya başladı. TBMM’ye ilk kez girecek isimlere umut bağlayanlarla, başkanlık rejimine geçmeyi yeni anayasa ile karıştıranlar, iç içe. Hatta, kıdemli bazı gazeteciler, adaylardan anayasacı “imal” etmeye bile başladı…

Acaba, 24. TBMM, 1982 Anayasası’nı yenileyebilir mi? Yani, yürürlükte olanın yerine geçecek tamamen “yeni” bir anayasa hazırlayıp yürürlüğe koyabilir mi?

Kestirme yanıt: Hayır! Neden hayır? TBMM yetkili olmadığı için değil; yine, % 10 barajı uygulaması nedeniyle ciddi bir temsil ve demokratik meşruluk sorunu ortaya çıkacağı için değil sadece. Konu kuşkusuz, bu sorunlar ekseninde ciddi bir şekilde tartışılmalı. Fakat, daha muhtemel engel, TBMM’nin “anayasa yazım ortamı” yaratamayacak olmasından. Yaratsa bile, “yeni olan”a ulaşamayacak olmasından.

TBMM’ye girmesi muhtemel siyasal partilerin, “kurallar, kurumlar, fren ve denge mekanizmaları” üçlüsünde “yeni” anayasadan ne anladıklarını bilen var mı? 12 Eylül oylaması üzerinden geçen yedi ayda “yeni” anayasa adına hangi somut öğeler kondu ortaya, “başkanlık rejimi” dışında? 135 yıllık bir deneyimi yansıtan parlamentoculuk Anayasa’dan çıkarılarak -taklit yoluyla da olsa- başkanlık sistemine geçilmesi,  rejim değişikliği anlamına gelir; ama anayasanın, bir yenisiyle değiştirilmesi anlamına değil.

Bu noktada bir “anayasal gerçeklik” zeminine ihtiyaç var. Bu ne demek?

“Gündem: Anayasa”: Bu, tam 20 yıl önce yazdığım bir yazının başlığı. 1991 seçimleri öncesi, Anayasayı yenileme söylemi ile makalem arasında doğrudan ilişki var. Bu dönemin özelliği şu: 1982 metni, -ilk değişiklik (1987) dışında-  büyük ölçüde ilk şekliyle yürürlükte...

1991, 1995, 1999, 2002, 2007 seçimlerinin ardından, şimdi TBMM, 6. kez yenilenecek. Yani, sayı olarak en az bir düzine “yeni” yasama. Ve bu sayının üç katı sayıda Anayasa değişikliği.

Acaba,  tümden yenileme hedefinde, 1991’in neresindeyiz? Ufukta yeni anayasa görünüyor mu?  Şu açık: 2011 Türkiyesi, 1982 metnini 1991’e göre daha çok içselleştirmiş bulunuyor:

-hak ve özgürlüklere ilişkin iyileştirmeler, ’82 ruhundan uzaklaşmayı ifade eder, özellikle 2001 değişikliği. Ama bu yönde atılan adımların çoğunda ya Avrupa Konseyi ya da Avrupa Birliği etkili oldu.

-Buna karşılık,          Anayasal kurumlara ilişkin değişikliklerde ise, iç dinamikler belirleyici oldu; bunlar, ilk grubun tersine, ’82 ruhunu derinleştirdi. Özellikle, yürütme organını güçlendirici 2007 ve 2010 değişiklikleri bu çerçevede yer alır.

Bu değişiklikler zinciri, 1982 Anayasasını, bir yandan, hak ve özgürlükler temelinde meşrulaştırırken, öte yandan, iktidarı sınırlamaktan çok onu pekiştirme aracına dönüştürdü. 1987-2004 dönemi birincisini, 2007-2010 dönemi ise ikincisi olmak üzere, birbiriyle çelişen iki farklı yönelime denk düşer.

Yenileme açısından ise, siyasal aktörler, gerçekçi anayasal adımlar yerine, anayasal gündemi sürekli kılma becerilerini giderek daha belirgin hale getirdi. 2007 yasama seçimleri, yeni anayasa söyleminin oya tahvilinde eşine az rastlanır bir deneyimi yansıtır. Şimdi ise,  “anayasal oyun”,  daha “ustaca” sahneye konacak görünüyor.

Anayasal taklit: Gerçekten, henüz yeni olanın “y”si belli değilken, başkanlık sistemi, yeni anayasaya giden yol şeklinde telaffuz edilmeye başlandı. Oysa başkanlık, 2007 ve 2010 değişikliklerinin 3. adımı olmaktan başka bir anlam taşımaz. İlk ikisinden farkı, “anayasal taklit” yoluyla bir başka ülkenin siyasal rejimini, Anadolu topraklarına tohumlamayı ifade etmesidir. İçe dönük olarak, 12 Eylül yönetiminin yapamadığını kotarma “başarısı”!  şeklinde de anlaşılabilir. Eğer bu gerçekleştirilebilirse, başkanlık rejiminin nasıl işleyeceği üzerine şimdiden öngörüde bulunulabilir: yukarıdan zorlama yoluyla kotarma tarzı,  bir kez uygulamaya konduktan sonra, yukarıdakini sınırlama zaafını beraberinde getirecektir.

Sonuç olarak; Anayasa’yı yenileme hedefinin ufukta gözükmediği rahatlıkla söylenebilir.  Şimdilik görünen, önceki değişikliklere yeni bir halkanın daha ekleneceği.  Acaba bu halka, ’82 ruhundan uzaklaştırıcı mı, yoksa onu derinleştirici bir değişiklik mi olacak? 13 Haziran sabahı karşımıza çıkacak güç dengeleri, yanıt için gerekli malzemeleri de sağlayacak…

(Birgün 14.04.2011)

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2587