Diyalektiğin, demokrasi yaşamının temel kurallarından biri şudur:
Bir konu, sorun olarak masaya konmuşsa çözüm başlamış demektir.
Türkiye’de hukukun öldüğünü yıllardır Silivri Cezaevi içindekiler duruşma salonlarında haykırdık. Sesimizi olabildiğince geniş kesimlere duyurmaya çalıştık. Ne var ki durum şuydu:
Bağır bağır, herkes sağır!
Özellikle Ankara’nın yüksek katları hukukun öldüğünü kabul etmek bir yana, yaşanan tabloyu ileri demokrasi olarak sunmayı icraat sayıyordu.
Gelinen noktada durumu TBMM Başkanı Cemil Çiçek dile getirdi. Anayasanın 138. maddesinin öldüğünü ilan etti.
Hukuk gerçekte yıllardır komadaydı, bitkisel hayata girmişti. Yönetim katlarından birinin bunu görüp ilan etmesi gerekiyordu. Cemil Çiçek bir anlamda fişi çekti ve beyin ölümünün gerçekleştiğini Türkiye’ye duyurdu.
Meclis Başkanı’nın öldü dediği anayasanın 138. maddesi bağlamında, hâkimlerin ve savcıların bağımsızlıklarını yitirdiği, verilen kararların vicdana dayanmadığı, yasama ile yargı ve yürütme arasındaki kuvvetler ayrılığının çöktüğü noktaya geldik.
İlan edilen bu gerçek artık çözüm aşamasının da başladığını göstermektedir. Konuya bu pencereden bakmak, çözümü özgürlükler temelinde kolaylaştırmak birincil sorumluluktur. Bu sorumluluk sadece bunun tartışıldığı çevrelerin değil, tüm devlet kurumları ve topluma aittir. Zira herkes gördü ki hukuk herkese lazımdır.
***
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sorunun daha açık bir şekilde tartışılmaya başlamasıyla birlikte yaptığı değerlendirmeler Çankaya Köşkü’nün süreci kolaylaştıracağını gösteriyor. Gül, sadece parlamentodaki değil iktidar koalisyonu içindeki dengeleri de dikkate alarak sürecin sağlıklı yürümesinden yana görünüyor. Anayasanın 104. maddesi, cumhurbaşkanının görevlerini sayarken devlet kurumları arasındaki dengeye özellikle vurgu yapıyor.
Meclis Başkanı’nın öldüğünü ilan ettiği madde de bu denge ile bağlantılı.
Konunun iki temel boyutu var: Birincisi, genel anlamda yargının çivisinin çıkması. İkincisi başta Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, KCK, Gezi olayları olmak üzere kamuoyunun vicdanında kabul görmemiş davalar nedeniyle tutuklu bulunanların bir an önce özgürlüğüne kavuşması. Bu davaların hukuksal zeminde sonuçlandırılması...
Özünde her iki konu birbiriyle bağlantılı. Ancak birinciliği özgürlüklere vermek gerekiyor. Tutuklulukların bir an önce sona ermesi, hapiste bulunan tek milletvekili Engin Alan’ın Meclis’te yemin ederek görevine başlaması güven verici bir başlangıç olacaktır.
***
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun girişiminin gerek toplum katında gerekse devlet kurumları arasında genel kabul görmesi artık herkesin bir an önce çözüm istediğini ortaya koymaktadır.
Yargının üç temel ayağı vardır. Bu üç eşit ayaktan biri savunmadır. Prof. Feyzioğlu’nun gündeme getirdiği özgürlük ve bağımsız yargı çözümü sadece cezaevlerindekilerin serbest kalmasını sağlamayacaktır. Hukukun da serbest bırakılmasını sağlayacaktır.
Zaten kaldırılmış olan özel yetkili mahkemelerin verdikleri son kararlar, Ankara’nın bütün katlarında ayrı ayrı yapılan değerlendirmelerle birlikte çökmüştür.
Türkiye Barolar Birliği’nin getirdiği önerilerin bu haftadan tezi yok Meclis zemininde tartışılarak yasalaşması her şeyden önce hukuku kurtaracaktır.