Bu toprakların yetiştirdiği en güzel insanlardan biri olan Hrant Dink’in katledilmesinin ardından eşi Rakel Dink, “bir bebekten bir katil yaratan karanlığı” sorgulamamız gerektiğini söylemişti.
Artık o karanlık, bebeklerden katil yaratmakla yetinmiyor. İnsanlık değerlerini her gün ayaklar altına alan Akit gibi bir gazetenin yazarlarından “barış”ı getirecek “akil adamlar” yaratırken; dünyaca ünlü bir piyanisti, Fazıl Say’ı, “halkın dini değerlerini aşağıladığı” gerekçesiyle mahkûm edebiliyor.
Davanın açılmasından hükmün verilmesine kadar geçen süreç bize o karanlığa dair önemli ipuçları veriyor.
Örneğin Fazıl Say’ı şikâyet eden kişi bir Adnan Hoca sempatizanı. Adnan Hoca’nın “değerli bir bilim ve fikir adamı” olduğuna inanıyor, daha önce kitaplara da dava açmışlığı var ve verdiği bir röportajda “benim rahatsız olduğum bir kitabın bir başkasının ihtiyacı olması mümkün değil” diyecek kadar şirazesi kaymış durumda.
Peki Adnan Hoca kim, Adnan Hocacılar kimler?
Örneğin Adnan Hoca’nın geçim kaynağı ne, hayatını neyle kazanıyor, program yaptıkları kanallara para veriyorlar mı, her programda karşısına oturan silikondan ibaret kızlarla Hoca arasında nasıl bir ilişki var, lüks kâğıtlara bastırıp bedavaya dağıttıkları “evrimi çürüten” kitapların finansman kaynağı ne, o kitapların yazarı gerçekten Adnan Oktar mı yoksa ABD’deki birtakım evrim karşıtı kiliselere mensup kimseler mi? Bu soruların hiçbirinin kesin yanıtı bilinmiyor, daha doğrusu bilinse de seslendirilmiyor.
Bu soruların yanıtı bilinmiyor, çünkü bu ilişkiler sorgulanmıyor ama Türkiye’nin en önemli sanatçılarından birine, sosyal medyada paylaştığı Ömer Hayyam’a ait dizeler ve tek cümlelik yorumu için, tüm bu ilişkiler ağının içerisinde yer alan birinin şikâyetiyle dava açılıp hüküm verilebiliyor.
Sözünü ettiğim karanlık tam da bu işte. Bunu yapabilen, bunu yapma cesaretine sahip olan bir güçten söz ediyoruz.
Peki bununla mı sınırlı o karanlığın yaptıkları/yapacakları? Değil elbette. Dicle Üniversitesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi’nde de o karanlık zihniyetin başka temsilcileri, eli satırlı domuz bağcıları, öğrencilerin üzerine saldırdı daha iki gün önce.
Üniversitenin teslim olmaması, biat etmemesi, gericiliğin karşısına dikilmesi ürkütüyor o karanlığı çünkü!
Tam da bu yüzden, nasıl ki dün Kanlı Pazar’da 6. Filo’ya göğüslerini siper edip solcuların, ilericilerin üzerlerine saldırmışlarsa, bugün de aynı şeyi yapıp bu ülkenin en aydınlık yüzlü çocuklarının üzerine aynı kinle, aynı öfkeyle, aynı emperyalizme hizmet aşkıyla saldırıyorlar.
İktidar açısından bakıldığında bu karanlığın daha da koyultulması, daha da siyaha kesmesi şart.
Çünkü tüm o yeni-Osmanlıcı emperyal hayaller, hakikatin duvarına çarptıklarında tuzla buz oluyorlar. İşsizlik artıyor, cari açık artıyor, çalışanlar, emekçiler giderek yoksullaşıyor ve şimdilerde bir mırıltı halinde de olsa, öfkelerini dile getirmeye başlıyorlar.
Sömürünün devam edebilmesi, yoksulların, emekçilerin sesini çıkarmaması için bu karanlığın daha da koyulaşması, bütün bir memleketi kaplaması gerekiyor, öyle olması isteniyor. Kaplasın ki, ilaç konusunda kendisinden yardım isteyen kanser hastası Dilek Özçelik’e, bakanın çıkarıp para vermesi örneğinde görüldüğü gibi, ülke sadakayla yönetilmeye devam edebilsin.
Sömürülmeye, eşitsizliğe, adaletsizliğe “dur” demekle, gericiliğin karanlığına “dur” demek hiç bu kadar iç içe geçmemişti Türkiye tarihinde. Ya ikisine birden ses çıkaracağız ya da susacağız, üçüncü bir seçeneğimiz yok çünkü.
(Yurt Gazetesi)