Türkiye'de hükümetten Suriye'ye yönelik suçlamalara değineceğim bugün.
Ama önce özür...
Pazartesi soL gazetesinde yazdığım yazının başlığında bir sürçme hatası vardı. “Kurdu kuzuya, Kıbrıs'ı NATO'ya” başlığındaki komik yanlış için özür dilemeliyim. Yazıyı yetiştirmişim, ama kuzuyu kurda değil kurdu kuzuya vermişim!
Bağlantılı diğer özür ise sevgili Ahmet An'a. Kıbrıs'la ilgili bu yazıya kaynaklık eden belgelerden, bu belgelerin bir Kıbrıs gazetesinde yayınlanmasından Ahmet An haberdar etmişti beni. Aklımdaydı, adını anacaktım. Sonra nasıl olduysa, yazıyı yetiştirirken atlamışım.
Teşekkürler Ahmet, özürler okuyucu...
* * *
Akıl var, mantık var ve Suriye'nin Türkiye'ye yönelik karanlık dolaplar çevirmesi için ortada herhangi bir neden yok.
Başı yeterince sıkışık olan Şam hükümetinin, üstüne çullanmak için fırsat kollayan, zaman zaman her tür çılgınlığa hazır görüntüsü veren kuzey komşusuna böyle koz vermesi mümkün değil. Bu, sınırda patlayan bomba yüklü araç için bin defa geçerli.
Sınırdan içeri düşen bombalar meselesinde Avusturya Savunma Bakanlığının icazeti olmaksızın yapılması düşünülemeyecek bir yayında Akçakale'de beş vatandaşın ölümüne yol açan bombaların NATO silahı olduğu yazılmış. Üstünden iki ay geçmiş bu yayının. NATO'nun değil ama “Barış için Ortaklık”ın üyesi olan Avusturya aracılığıyla verilen mesaj berrak gibi duruyor: Türkiye NATO silahlarını NATO'ya bilgi vermeden, gelişigüzel dağıttığı için uyarılıyor.
Bu mesaj bir bütüne oturur. Batı ittifakının Suriye muhalefetine ilişkin pozisyonu yeni ve belli bir açıklık kazandı. Bazı Avrupalı NATO üyeleri, artık veciz bir ifadeyle Suriye'de hükümet ile muhalefet arasındaki askeri dengesizliğin giderilmesi için muhalefete açıkça silah yardımı yapılmasını savunuyorlar.
Dengesizlik giderildiğinde, çatışma durumunun sonsuza kadar sürmesi mümkündür. Batının güncel politikası budur.
Bu, Rusya'nın da bayağı uğraş verdiği, Şam'ın temel hedefi olan ve geçtiğimiz ay yamacına kadar gelinen “görüşmeler yoluyla çözüm” seçeneğinin reddidir.
Baas bu noktada bir hayalkırıklığına düşmüşe benzemiyor, muhalefetin politik temsiliyet yeteneklerini alaya alıyor ve görüşme masasına davetiye çıkartmayı sürdürüyor. Rusya'nın da bu çizgiden yakın zamanda sapamayacağı açık. Akdeniz'in kendisi için önemini haftada bir tekrar eden bir Rusya'nın Suriye'nin emperyalistlere direnmesine yardımcı olmaktan vazgeçmeyeceği söylenebilir rahatlıkla.
Batı ittifakı yelpazesine tekrar bakarsak, rol değişimi ilginç gerçekten de... On yıl önce Irak'ın istilası için en uçlarda oynayan, kural ve hukuk tanımaz ABD gitmiş, uluslararası saldırganlığın ve keyfiliğin frenine basan bir ABD imajı onun yerini almıştır.
Sadece “imaj”...
ABD'nin Suriye sorununun barışçıl yollarla, müzakerelerle çözülmesine yatabileceğini düşünmemeliyiz. ABD Esat'lı bir geleceği sineye çektiğinde yenilmiş olur. Amerikan pragmatizmi bile şu an bu denli aleni bir yenilgiye gelemez.
ABD başka bir şey yapıyor. Daha önce liderliğini kanıtlamak ve perçinlemek için riskleri kendi üstüne alan bir ABD vardı. Şimdi liderliği sayesinde riskleri müttefiklerine dağıtan bir ABD var.
Türkiye ise risk dağılımında olağanüstü bir dengesizliğin altına girmiş durumda.
Türkiye Suriye'nin hava savunma sistemini test etmek için jet uçağını ve subaylarını riske etti. NATO silahlarını illegal olarak çetelere aktararak risk aldı. Bu silahlarla kendi kendine provokasyon düzenleyerek devam etti. Rusya ve İran'ın Suriye'yi destekleme politikalarının karşısına, kendi başına çıkmaya kalktı. Aldığı ödül, patriot sistemi yüzünden İsrail'le olası bir çatışma halinde İran'ın ilk vuracağı ülke haline gelmek... Türkiye başbakanı, Ulusal Koalisyonun başkanı Muaz el Hatip'i mitingden mitinge gezdirerek risk aldı. Önce Esad'lı çözüme açık olduğunu söyleyip AKP'yi yarı yolda bırakan Hatip, muhtemelen yaşananları okumaktan aciz olmanın bedelini yeni ihdas edilen uyduruk bir koltuğun bir ABD vatandaşına teslim edilmesiyle ödemiş bulunuyor. Ama AKP bu uyduruk toplantıya evsahipliği yapmakla hiç de küçük olmayan bir risk daha almış bulunuyor. Dün çıkan kimyasal bomba haberi riskin cılkının çıkmasıdır. Muhalifler daha önceleri Türkiye'de kimyasal silah üretim laboratuarlarını görüntüleyip internete yayıyorlar, bu yolla Suriyelileri terörize etmeyi amaçlıyorlardı. Şimdi patlayan o pratik belli ki.
Özetle Batı yelpazesi birbirini bütünlüyor. Bu bütünlükte “temkinlilik ucunu” ABD, “saldırganlık ucunu” Türkiye temsil ediyor. Bu ikisinin karşılıklı çekiştirdiği tablo yukarıda hatırlatılan çizgiyle AB'de dengeyi buluyor. Sonuç olarak emperyalizm Suriye'de taş üstünde taş kalmamasını arzuluyor.
AKP'nin aldığı asıl risk, saldırganlık ucuna yaptığı yatırımdır. Türkiye'de siyasi iktidar uçlarda oynayacak bir güce sahip değildir artık. Akıl var, mantık var. Nasıl Esad'ın provokasyon için herhangi bir nedeni yoksa, Erdoğan'ın da yüzüne gözüne bulaştırmadan provokatörlük yapma yeteneği yok.
(SolHaber)