AİHM’deki Türk yargıç Prof. Işıl Karakaş’ın geçen kasım ayında  İstanbul’da katıldığı bir konferansta altını çizerek hatırlatma ihtiyacı  duyduğu bir nokta, AİHM’nin “İfade; şiddet kullanmaya, silahlı direnişe  teşvik etmiyorsa ceza hukuku ile kısıtlanmamalıdır” yolundaki yerleşik  içtihadıydı.
 
AİHM, bu içtihada aykırı mahkeme kararları nedeniyle Türkiye hakkında pek çok ihlal kararı verdi. Mahkemenin bağlayıcı görüşü, ifade özgürlüğü ile terör suçu arasındaki sınırın somut kriterler üzerinden çizilmesi ve terör fiilinin aleni “şiddete teşvik” unsuruna bağlanmasıdır.
* * *
Hükümet tarafından TBMM’ye sunulan Dördüncü Yargı Paketi’nin en  önemli yönlerinden biri, AİHM’nin bu beklentisini büyük ölçüde  karşılamakta oluşudur. Bu adımı, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun  6’ncı ve 7’nci maddelerinde yapılan değişiklikte görüyoruz. 
Bu yasanın 6’ncı maddesinin ikinci fıkrası, mevcut halinde “Terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basanlara ve yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir”  hükmünü taşıyor. Bu hükümler, bir yayında PKK’nın bir bildirisine atıf  yapılmasını bile potansiyel bir terör suçu haline getirebiliyor.
Yeni tasarıda bu hüküm “Terör  örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru  gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri ve  açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar  hapis cezası verilir” şeklinde düzenlenerek suçun oluşabilmesi için “şiddete teşvik, şiddeti övme” ölçütünü getiriyor. 
Keza, aynı yasanın “terör propagandası”  suçunu tanımlayan 7’nci maddesine de aynı ifadeler monte edilmiş. Bu  düzenlemeler, Türkiye’yi AİHM içtihadına yaklaştırmak bakımından olumlu  karşılanmalıdır.
Tasarıda, ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “İşlenmiş olan bir suçu ve suçluyu övme” fiili için iki yıl hapis cezası öngören 215’inci maddesine yapılan bir ekleme ile bu suçun gerçekleşmesi “kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması” koşuluna bağlanıyor. Bu da olumlu karşılanması gereken bir madde.
* * *
Olumsuzluklara gelince... AİHM’nin hem Hrant Dink hem de Taner Akçam kararlarındaki ihlallerde karşımıza çıkan TCK’nın “Türklüğü, Cumhuriyeti ve devletin kurumlarını aşağılama”  suçuna ilişkin ünlü 301’inci maddeye dördüncü pakette dokunulmamış  olması önemli bir eksikliktir. Bu maddenin kalkması AİHM’nin en önemli  beklentilerinden biriydi. Mahkeme, muhtemelen ifade özgürlüğü faslında  bu konuda Türkiye’yi sıkıştırmaya devam edecektir.
Tasarıdaki  dikkat çekici bir nokta, rahatlama getirmeyi amaçlarken bazı başlıklarda  terör suçlarının alanını genişletmesidir. Örneğin, yürürlükteki yasada  örgüte ait işaretlerin taşınması suç olarak tanımlanırken, yeni tasarıda  buna ek olarak işaretlerin “asılması” da suç kapsamına sokulmuş. Ama bundan daha önemlisi, bazı örgüt suçlarının “toplantı ya da gösteri gerçekleşmese dahi” tasarı metninde tanımlanmış olmasıdır. “Toplantı gerçekleşmese dahi” şeklindeki bir ifade yürürlükteki yasada yok. 
Ayrıca,  örgüt üyeliği suçunun mevcut yasalarda son derece geniş bir şekilde  tanımlanmış olmasının yol açtığı sorunlar da yeni pakette hiçbir şekilde  ele alınmıyor. 
Buradaki ana sorunlardan biri, TCK’nın ünlü 220’nci  maddesinin, örgüt üyesi olmadığı halde örgüt adına suç işleyen ya da  yardım eden kişilerin de “örgüt üyesi gibi cezalandırılmalarına” ilişkin 6 ve 7’nci fıkralarıdır. Bu hükümlerin varlığı, AİHM içtihatlarındaki “orantılılık” ilkesi bakımından problemli görünüyor.
Buna  ek bir sorun, her türlü işaret, nesne ya da fiilin örgüt üyeliğinin  delili olarak takdim edilebilmesini mümkün kılan son derece geniş bir  yorum serbestisinin bugün Türk yargısında geçerli olmasıdır. Bir  gazetecinin bir gösteriyi izlerken aldığı notlar bile örgüt üyeliğinin  delili olarak gösterilebiliyor. Buradaki yorum serbestisini daraltıp,  örgüt üyeliği suçunu daha somut kriterlere bağlama ihtiyacı var.
* * *
Dördüncü paketin en çok eleştiri aldığı nokta, kamuoyunda ve siyaset  kurumunda artan ölçüde rahatsızlığa yol açan uzun tutukluluk süreleri,  tutuklu yargılama gibi sorunlarla ilgili olarak hiçbir iyileştirme  getirmemesidir. Benzer bir gözlem KCK tutukluları açısından da ileri  sürülebilir. 
Dolayısıyla, “neyin olduğu” kadar “neyin olmadığı”  açısından da yaklaşılabilir hükümetin tasarısına. Hükümet ile muhalefet  arasında bir uzlaşıya varıldığı takdirde TBMM’deki yasalaşma sürecinde  tasarının içinin doldurularak iyileştirilmesi pekâlâ mümkündür. 
Tabii  işin bir de yargı paketi gerektirmeyen yönü var. Üçüncü paket de geçen  yaz büyük umutlarla çıktı, ancak iş uygulamaya geldiğinde yargı ciddi  bir direnç gösterdi, göstermeye devam ediyor. Bu paketin de bir sonuç  yaratabilmesi ancak yargının getirilen düzenlemeleri içselleştirip  hayata geçirmesiyle mümkün. 
Dolayısıyla nihai değerlendirme için uygulamayı beklemek gerekiyor.
Ayrıca,  sorunların çoğunun çözümü açısından bu gibi paketlere ihtiyaç bile  yoktur. Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde yapılan değişiklik çerçevesinde  yargının AİHM içtihatlarını uygulaması zaten yeterli olacaktır. Ancak  bunun için yargıda önce özlü bir demokratik zihniyet dönüşümü gerekiyor.  Bu da her seferinde ayrı bir numara verilen paketlerle mümkün olmuyor  maalesef.
(Hürriyet)