Chavez öldü! Birileri sevinçten adeta dans ediyor. Birileri de derin yas içinde. “Şimdi ne olacak, nasıl bir miras bıraktı?” tartışmasının genişliği, yoğunluğu, zenginliği, sergilediği kutuplaşma, onun ne kadar büyük bir tarihsel karakter olduğunu kanıtlıyor.
Bu manzara her girdiği seçimi kazanan, bir askeri darbeden halkının sokaklara dökülmesiyle kurtulan Chavez’in 14 yıllık başkanlığının adeta bir tarihsel “olay” niteliği sergilediğini gösteriyor.
“Chavez olayı” muhafazakâr kesimden yorumculara göre tam anlamıyla bir felaket oldu. Bunlara göre Chavez devraldığından çok daha berbat bir ekonomi bıraktı, bir diktatördü. Liberal sol yorumlara göreyse, yoksulluğu azaltma mücadelesi iyi niyetliydi, ama yönetimi tarihin yönüne uygun değildi. Kendisinin, ülkesinin kapasitelerini aşan büyük idealleri vardı. Amaçları iyi idi, ama yöntemleri kötüydü.
Sosyalist solda, Chavez’in halk tabakalarıyla, yoksullarla ilişkisinden, ABD emperyalizmine karşı tavır almasından hareketle “21. yüzyıl sosyalizmi”ni temsil ettiğini düşünen bir kesim var. Bence “Chavez olayı” bu iki yoruma da uymayan özelliklere sahip; sol siyasi pratik açısından da önemli derslerle dolu.
Pratik ve bakış açısı
Her değerlendirme bir yaşamın, bakış açısının ürünüdür. Örneğin, sermaye birikim sürecinin desteklenmesine, yeniden üretilmesine, siyasetinin yönetilmesine yönelik pratiklerin içindeyseniz, sizin için ekonomik büyüme başarı anlamına geliyorsa, eşitsizlik yok edilmesi gereken bir hedef değil de gelişmeyi teşvik eden bir durumsa yoksulların durumuna sempatiyle baksanız bile “Chavez olayı” anlayışınıza bu pratiğin bakış açısı damgasını vuracaktır.
Bu pratiğin bakış açısı, kendi önceliklerine uymayan bir halk iradesini, üst üste kazanılan genel seçimleri, ekonominin kaynaklarının seçmenin arzuları doğrultusunda kullanılmasını “demokratik” olarak niteleyemez.
Diğer taraftan, pratiği ve bakış açısı emperyalizme, yoksulluğa, haksızlıklara karşı tepkinin ufkunu aşamayanlar, çok haklı olarak Chavez’in son derecede başarılı bir siyasetçi, demokratik bir lider olduğunu kolaylıkla söyleyebilir ama sınıflar ve kesimler arasında kurmaya çabaladığı uzlaşmaların, verdiği tavizlerin, kullandığı kaynakların sürdürülemez olduğunu aynı kolaylıkla göremezler.
Hem kendi ekonomilerini hem de dünya ekonomisini önce gazinoya, sonra yangın yerine çevirenler, bu gün Chavez’i Venezüella ekonomisini yıkıma uğratmakla suçluyorlar. Afganistan, Irak, Libya, son olarak da Suriye ve Mali’de kolektif emperyalizmle oynayan, aklına estiğinde istediğini insansız uçaklarla infaz eden, tarihin en baskıcı, gerici Vahabi, Selefi akımlarıyla işbirliği içinde olanlar, 2002’de Venezüella’da askeri darbe tezgâhlayanlar, halk ayaklanmasıyla kurtarılan Chavez’i baskıcı olmakla suçlamaya kalkıyorlar. Pratik, bakış açısı işte bu kadar belirleyici.
On dört yılın bilançosu
Gelin biz Chavez dönemini, objektif olduğunu varsayabileceğimiz bazı veriler üzerinden (http://venezuelanalysis.com/analysis/7513) değerlendirmeyi deneyelim. Tabii kendi pratiğimizin bakış açısına sadık kalarak.
Ekonomi: Venezüella’da Chavez döneminde, 10 yılda yoksulluk oranı yüzde 71’den yüzde 21’e, aşırı yoksulluk oranı yüzde 23’ten yüzde 8’e düştü. 2003’te 2 bin 225 dolar olan hane halkı tüketimi, 2011’de 3 bin 707 dolara yükseldi. Aynı dönemde ülke nüfusu yüzde 23 arttı. Muhalefetin bir gıda krizinden söz etmesine karşın, başarısız darbe denemesinin hemen ardından 2003-2011 döneminde süt üretimi yüzde 230, sığır eti üretimi yüzde 19, tavuk eti üretimi yüzde 60, pirinç ve mısır üretimleri de sırasıyla yüzde 25 ve 116 artmış. Tahıl üretimine ayrılan toprakların alanı ikiye katlanarak 673 bin milyon hektardan 1 milyon 251 sin hektara çıkmış. Elektrik üretimi de 1999’da 80 milyar kilovattan 2009’da 118.9 milyar kilovata yükselmiş.
Kamu açığının ve borçlarının GSMH’ye oranıysa sırasıyla yüzde 7.4 ve 51.3 ile AB ülkeleri ortalamasından daha düşük. İddialara göre Venezüella komünist diktatörlük ama kamu sektörünün toplam ekonomi içindeki payı yalnızca yüzde 18.4. İhracatın yüzde 90’ı petrole bağımlı, imalat sanayi üretimi, GSMH’nin yüzde 14’ü düzeyinde seyrediyor. Tüm bunlar Venezüella’nın henüz modern bir sanayi ekonomisi olamadığını söylüyor ama kaynakların halk için kullanımı açısından dikkatle çalışılması gereken, önemli bir örnek olduğunu gösteriyor.
Demokrasi toplumsal adalet: Venezüella’da 1998’den bu yana yapılan seçimlerin ve referandumların sayısı 17. Chavez bunlardan biri hariç hepsini büyük seçmen desteğiyle kazandı. Bu seçimler, gözlemcilik yapan ABD’nin eski devlet başkanlarından Carter’e göre dünyanın en iyi seçim uygulaması örneklerini oluşturuyorlar. Chavez döneminde yoksullar arasında başlatılan seçmen kaydı kampanyası sayesinde seçmen sayısı ikiye katlandı. Bugün Venezüella’da, Chavez öncesine göre 6 bin adet daha fazla seçmen sandığı var.
Chavez’e diktatör deniyor, ama medya çoğunlukla muhalefetin elinde yayın yapmaya devam ediyor. 2007 referandumunu kaybeden Chavez hiçbir sorun çıkarmadan sonucu kabul ediyor. Muhalefetin tanımıyla bile ülkede, darbeyi fiilen tezgâhlayanlar da dahil, yalnızca 12 siyasi tutuklu var.
Bugün Venezüella’da 6 milyon çocuğa her gün bedava yemek veriliyor. Bedava halk sağlığının kapsamı yüzde 100’e yaklaşmış, eğitim harcamalarının GSMH içindeki payı da 10 yılda yüzde 100 artmış. Chavez döneminde Venezüella’da yoksullara yönelik 350 bin yeni konut yapılmış.
Chavez’i eleştirenler, onun petrol gelirleriyle seçmeni satın aldığını ileri sürüyorlar. Ülkenin kaynaklarını halkın çoğunluğunun gereksinimlerini gözeterek sosyal adaleti geliştirmek için harcamak ne zamandan beri demokrasi değil de rüşvet sayılıyor? Chavez’in üç büyük siyasi rakibi Radonski, Machado ve Mendoza; ülkenin en büyük üç holdinginin sahipleri. Muhalefetin tabanını oluşturan kentli burjuvazi ise ayak takımının mahallelerine taşınmaya başlamasından şikâyetçi. Yine pratik ve bakış açısı işte...
Sonuç olarak Chavez’in büyüklüğünün iki damarı var diye düşünüyorum. Birincisi, Chavez’in halkı için, onunla birlikte ve onun adına davranma çabası, halkçı-demokratik özelliği. İkincisi bence daha önemli: Chavez, “tarihin yönü” denen şeyin aslında olmadığını, “pratiğin realitenin koyduğu sınırları yıkarak dünyayı yeniden yapabileceğini” kavramış, bu kavrayışa uygun yaşamış biri.
Çarşamba günü bu kez eleştirel bir bakışla, Chavez’in başarısızlıklarına ve zaaflarına değinerek devam edeceğim.
11 Mart 2013 - Cumhuriyet