Cumhuriyetin tarih anlayışı

~ 15.01.2013, Özdemir İNCE ~

19. yüzyıl aydınları, aydın-siyasetçi paşaları “Memleket nasıl kurtulur?” sorusuna kendi meşreplerine göre cevaplar buldular: Osmanlıcılık, Panislamcılık, Pantürkizm (Turancılık).

Bunların hiçbiri derde deva olamadılar. Osmanlıcılık mümkün değildi çünkü Balkanlardaki tebaa çoktan kendi milliyetini bulmuş, ulusal devletinin peşine düşmüştü. Panislamcılık mümkün değildi, çünkü Osmanlı devleti dışında, Müslüman hakların yaşadığı ülkeler Hıristiyanların sömürgesi olmuştu. Osmanlı da zaten yarı sömürge idi. Osmanlı Araplarına gelince: Vahhabilerin önderlik ettiği milliyetçilik efsunuyla artık Türk düşmanıydı. Hıristiyan egemenliğini Osmanlı’ya tercih eder durumdaydı.

Pantürkizm mümkün değildi, çünkü Orta Asya Türkleri kendi Türklüklerinin farkında bile değildi. Çoğu birbirine düşman kabilelerdi. Sadece kimi Tatar ve Kırım Türklerinde Türklük bilinci oluşmuştu.

***

Derken, Birinci Dünya Savaşı başladı ve bitti. Sèvres Antlaşması imzalandı.

Artık Osmanlıcılık’ın sözü edilemezdi. Vatan ve ulus bilincinden yoksun Panislamcıların Sèvres umurunda bile değildi. Onları sadece namaz kılmak ilgilendiriyordu. Egemen isterse Rus, isterse İngiliz olsun... Bundan olacak, hocaların, şeyhlerin, seyyidlerin pek azı Kurtuluş Savaşı’nı deslekledi. Destekleyenlerin büyük bir çoğunluğu da kuruluş döneminde Cumhuriyet’e ve devrimlerine karşı çıktı.

Pantürkistlere (Turancılara) gelince: Orta Asya Türklerini kurtarmaya giden Enver Paşa oralarda bir yerde can verdi.

Hayalden gerçeğe

Yukarıda sözünü ettiğimiz anlayışların (Osmanlıcı, Panislamcı, Pantürkçü) ulusal bilinçleri ve savunacakları belli bir toprakları yoktu. Yanlarında yer alacak halkları yoktu. Ortada, gerçekten ve sadece bir Anadolu kalmıştı ama Anadolu’nun onlar için hiçbir önemi yoktu.

Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi”nde bu durumu şöyle tasvir eder:

[“Yeni Türkiye’nin tarih anlayışı, İslâmcı-Osmanlı tarihi ve Batı’nın uygarlık tekelciliği tutumuna karşı bir tepki olarak gelişir.

Türk Kurtuluş Savaşı, yalnızca emperyalist devletlere karşı verilmiş bir savaş değil, aynı zamanda Saray’ın körüklediği pek çok sayıda iç ayaklanmalarla belirlenen bir iç savaştır. Bu iç savaşın sonucudur ki, Saltanat ve kurumları çöker. Hilâfet kaldırılır ve lâiklik ilkesine dayalı, çağın Avrupasının bilim anlayışı pozitivizme inançlı bir toplum düzeni ve ulusal bir yeni devlet kurmaya yönelinir. Millî Misak sınırları içinde inşasına çalışılan ‘ulus’a yeni bir tarih gereklidir. Bu tarihin yıkılan Osmanlı Devleti’nin tarihi olamayacağı, bu tarihin küçük görüleceği ve horlanacağı açıktır.

Bir ulusal tarih zorunludur. Nitekim çağımızda bütün ezilen uluslar, bağımsızlıklarını elde edince, bir ulusal tarih ortayla koymaya büyük önem verirler. Enternasyonalist görüşlü Sovyet yazarları dahi, bu gerekliliği belirtirler. Bir Sovyet düşünürü şöyle der:

“Kurtulan halk, yalnız ulusal ve antiemperyalist devlet kurmakla ve ulusal ekonomi ile yetinemez, ulusal tarih ortaya koymak zorundadır. Çünkü tarih halkın ruhudur.”

A.W.Gulyga onu şöyle tamamlar:

“Bir geçmişe sahip olmayan bir toplum, bir devlet düşünülemez. Tarih, insanlığı belleğidir.”] (Cilt 1, S.16-17)

Ulus ve uygarlık

Türkiye Cumhuriyeti bir sömürge halkı tarafından sömürge toprakları üzerinde kurulmamıştı ama durum daha beterdi. Kapitülasyonlar altında yarı sömürge durumunda yaşayan Osmanlı kendi tarihinden habersizdi. Ortada, nesnel görüşle yazılmış bir Tarih yoktu. Türklerin tarihi zaten yoktu, çünkü Türk diye bir halk mevcut değildi.

Burada biraz duralım ve bir yalanı bozalım: Cumhuriyet, Türkçü, Turancı ve irredantist değil “Türkiyeci”dir. Atatürk’ün tarih savı, Millî Misak sınırları içinde, “Türkiye halkı”nin tarihini kurmayı amaçlar. CHP programı, vatan kavramını, “Topraklarının derinliklerindeki yapıtlarıyla, bugün üstünde yaşanan siyasal sınırlarla çevrilmiş kutsal yurt” diye tanımlar. (S.27) Bunun, Turancı ve pantürkist ideolojiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Zaten Atatürk, Medenî Bilgiler ders kitabından ırk ögesini çıkartır ve “Ulus”u “dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu” diye tanımlar. Lise tarih kitaplarında ırk’ın toplumsal anlamda hiçbir anlamı olmadığı, “insanlığı ilerlemesinde ırkın değil, aklın egemen olduğu ve ulusların çeşitli ırkların karışmasından meydana geldiği” (S.26) belirtilir. Atatürk ve Cumhuriyet, ırk ile değil “ulus” ve “uygarlık” ile ilgilidir.

Peki ya Turancılık?

Turancı anlayışta vatan, Sovyetler Birliği’nin boyunduruğu altında bulunan “Tutsak Türkler”in yaşadığı toprakları da kapsar. “Bir numaralı Türkçü ve lider ilân edilen Rıza Nur Türklerin Tarihi yapıtının sayfalarında, Türklerin bir ‘irredenta’, yâni tutsak Türkleri kurtarma dâvası vardır, der ve Çin, Rusya ve İran’a geçmiş toprakların kurtarılmasını ister. Hitler’in 1941’de Kafkaslara doğru ilerlediği günlerde açıkca belirtilen bu ülkü, günümüzde ‘tutsak Türklere kültürel ilgi ve dayanışma’ diye hafifletilirse de, amaç değişmez.” (S.27)

1940’larda ve Soğuk Savaş döneminde Komünizmle Mücadele Derneği ile benzeri ırkçı ve Turancı derneklerde Türk-İslam sentezli siyaset yapanlardan ve günümüzün MHP’sine uzanan siyasal anlayıştan söz ediyoruz.

Son söz gibi

Osmanlı devletinin son yüzyılında ortaya çıkan ve Millî Misak Türkiyeciliğinin dışında kalan ideolojilerin (Osmanlıcılık, Panislamizm, Pantürkizm, Turanlıcılık) hiçbiri, Cumhuriyet’in kuruluşuna ciddi bir katkıda bulunmadılar. Ama kuruluşundan sonra Cumhuriyet’in tekerine taş koydular.

(Aydınlık)

Özdemir İNCE | Tüm Yazıları
Hits: 1501