Sèvres haftasındayız. Bu, barış antlaşması kılıklı idam fermanı 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanmıştı. Düşmanları Cumhuriyeti ve kurucularını vurmak için Sèvres’i bile kullandıklarına göre, elbette bu trajik olguyu yazı konusu yapacağız.
Masamda Sèvres Antlaşması ile ilgili üç kitap var:
- İbrahim Sadi Örtürk, Sèvres Antlaşması’nın Tam Metni, Fark Yayınları.
- Cahit Kayra, Sevr Dosyası, Tarihçi Kitabevi.
- Sina Akşin, İç Savaş ve Sevr’de Ölüm, (Türkişe İş Bankası Kültür Yayınları).
Türkiye
Değerli dostum Cahit Kayra’nın kitabının 203. sayfasında Sèvres Antlaşması’nın İngilizcesinin kapağının tıpkı basımı var:
“Treaty of Peace Between the Allied and Associated Powers and Turkey.”
Başlığın Türkçesi de şöyle:
“Müttefik ve Ortak Devletlerle Türkiye Arasında İmzalanan Barış Antlaşması.”
Fransızca metinde de Türkiye (La Turquie) sözcüğü yer almaktadır.
Antlaşmanın giriş bölümünü de aktarıyorum:
“Bir taraftan, iş bu Antlaşmada başlıca müttefik devletler olarak belirtilen Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japonya; yukarıda adı geçen başlıca devletlerle, Ortak Devletleri oluşturan Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz, Polonya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven devleti ve Çekoslovakya; öte taraftan, TÜRKİYE; Osmanlı İmparatorlu Hükümeti’nin istemi üzerine, bir barış Antlaşması yapabilmek için, Müttefik devletlerce, 30 Ekim 1919’da, Türkiye’ye bir ateşkes (Mütareke) sağlanmış olduğunu göz önünde tutarak...” Ve devam ediyor.
Antlaşma’nın II.Bölümü’nün başlığı şöyle: “Türkiye’nin sınırları.”
“Madde 27- 1. Avrupa’da, Türkiye’nin sınırları aşağıdaki gibi saptanacaktır.”
Antlaşma metninde zaman zaman Osmanlı Hükümeti ve daha çok da Türkiye isimleri geçiyor.
Bunun anlamı ne? Bunun anlamı şu: Antlaşmasının imzacısı Avrupa ülkeleri ve İstanbul hükümeti Osmanlı devleti ile Türkiye sözcüklerini eşanlamlı olarak kullanmaktadır. “Türkiye”, Osmanlı İmparatorluğu anlamına gelmektedir. Yani 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Cumhuriyet’in adının Türkiye Cumhuriyeti olması bir devamlılığı ifade etmektedir: Osmanlı monarşisi o tarihte Cumhuriyete dönüşerek Türkiye Cumhuriyeti adını almıştır. Bu adlandırışta, devleti Türklerle birlikte kurduğunu iddia eden Kürtlere karşı yapılmış bir haksızlık söz konusu değildir. Türkiye Cumhuriyeti, 1299 yılında kurulan Osmanlı devletinin sistem ve ad değiştirmiş bir devamıdır. Osmanlı devletininin kurumsal yapısında nasıl Kürt adı yoksa Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasında yerinin olmaması gerekir.
Türk
Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkelerle ilgili maddelerde zaman zaman Osmanlı Uyrukluğu, zaman zaman da Türkiye sözcüğü geçmektedir.
Madde 156: Jandarma birlikleri, Türkiye toprakları üzerine dağıtılacaktır. (The troops of gendarmerie shall be distributed over the territory of Turkey). Görüldüğü gibi, topraklar için de “Türkiye toprakları” denilmektedir.
“Türk” isim ve sıfatı da Kemalizmin icat ettiği bir ad ve sıfat olmayıp 29 Ekim 1923 tarihinden önce uluslararası resmi belgelerde kullanılmaktadır.
Bu durum da, “Türk” isim ve sıfatının bir devamlılık ve geleneksellik gösterdiğine tanıklık etmektedir. Bu geleneğin kullanımı içinde Cumhuriyet döneminde Türk isim ve sıfatının kullanılmasının herhangi bir ırkçı kullanım niteliği bulunmamaktadır.
Türk sözcüğü Lausanne Antlaşması’nda da kullanılmaktadır:
Madde 14 - “Rum ve Türk halkının değiş tokuşuna ilişkin...”
Madde 21 - “Kıbrıs adasına yerleşmiş olan Türk uyruğu...”
“Kesim III. Azınlıkların Korunması:
Madde 39 - “Bütün Türk halkı din farkı gözetilmeksizin yasalar önünde eşit olacaktır.” [...] “Resmi dilin varlığı ile Türkçeden başka dil ile konuşan Türk uyruklulara mahkemeler önünde kendi dillerini sözlü bir biçimde kullanabilecekleri hususunda kolaylık gösterilecektir. (Bu maddenin azınlıklar bağlamında düşünülmesi gerekli ve zorunludur. Ayrıca, “Türkçeden başka bir dil konuşan” öznesi “Türkçe konuşamayan, Türkçe bilmeyen” anlamındadır ve kabul edilmiş bir hak sözkonusu değildir.)
Gelelim günümüze
Yüzlerce yılların bir geleneği olan “Türk” sözcüğü hangi nedenle yeni anayasada kullanılmayacaktır. “Türk” sözcüğünün anayasada kullanılması, Cumhuriyetin ırkçı ve jakoben (!) rejiminin Türk kökenli olmayan vatandaşlara uyguladığı bir asimilasyon politikası olduğunu kanıtı olamaz.
Ha, anayasadan “Türk” isim ve sıfatı kaldırılarak Kürtleri memnun etmeyi, muhtemel bir bölünmeye engel olmayı düşünenler varsa, bu zevat doğrudan “İdraksiz Türkler” sınıfına girer.
Diyarbakır Belediye Başkanı gibi biri “Türkiye’de Kürdistan kurulacak, başkenti de Diyarbakır olacak” diyorsa, BDP Eşbaşkanı Selahettin Demirtaş, “Türkiye’de 20 milyon Kürt var. Barut fıçısının üstüne oturup çakmak çakmayın” diyorsa; adını anımsamadığım biri “Türkiye’yi kan gölüne çeviririz!” diyorsa, artık iş işten geçmiştir iki gözüm. Bölünme düşünsel olarak gerçekleşmiş olup, iş fiiliyata geçmiştir.
Anayasadan Türk isim ve sıfatını çıkartarak gülünç olmayın! Özerkliğe, federasyona, bölünmeye sosyo-politik ilke olarak karşı değilim ama “üniter devlet” ayakta dururken bu oluşumları destekleyecek kadar da andavallı olamam. Sadece gerçekleri görmeyenler, görüp de anlamayanlar için durum saptaması yapıyorum.
Sèvres, Lausanne’a karşın hayattadır ve paranoya değildir. İnanmayan bir Sèvres haritası bulup baksın. 1919’da, “Beau Sharif” (“Yakışıklı Şerif”, “Boş Herif”) lakabıyla anılan Kürt Şerif Paşa’nın Ermeni Bogos Nubar Paşa ile birlikte önerdikleri bu haritayı günümüz Kürtçü liderlerin beğeneceğini hiç sanmam.
(Aydınlık)