Uygarlıklar İntihar Yoluyla Ölür, Cinayet Yoluyla Değil!

~ 29.07.2012, Celal ŞENGÖR ~

Aşağıdaki başlık büyük İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee’ye (1889-1975) aittir. Ben büyük tarihçinin bu sözlerinin dile getirdiği fikrin bir gerçeği ifade ettiği kanısındayım, yani Toynbee ile aynı fikirdeyim.

 

Uygarlıklar İntihar Yoluyla Ölür, Cinayet Yoluyla Değil!

Osmanlı İmparatorluğu, bilime sırt çevirmekle intihar etmişti. Roma, Hıristiyanlığa ve barbarlara karşı tedbir geliştirememek ve eğitimini ihmal etmek suretiyle çöktü. Tüm İslam dünyası, Gazzâli’nin vahyin akla üstün olduğu tezini kabul etmekle kendi sonunu hazırladı. Orta Amerika yerlileri (Mayalar, Aztekler) tarım reformu yapamamanın kurbanı oldular. İspanyollar geldiğinde, Orta Amerika yerlilerinin Avrupalılara karşı direnmeleri, ateşli silahlar, atlar ve hastalıklar olmasaydı da çok zor olurdu, çünkü, kendi aralarında birlik olmadıkları gibi (İspanyollar bundan çok yararlanmışlardır), dinleri de gelenleri şüpheyle değil, hayranlık ve iştiyak ile karşılamalarını gerektirmişti. Bilhassa son Aztek İmparatoru Montezuma, bu safdilliğini yaşamıyla ödedi. Fakat bunlardan da önemlisi, uzun vadede, Orta Amerikalılar zaten açlıktan öleceklerdi, zira -Eski Dünyadaki çiftçilerin tersine- topraklarını akıllıca kullanamadıkları için tüketmişlerdi.

Uygarlıkların gelişmesini ve düşüşlerini inceleyen bilim insanları iki temel grupta toplanabilir: Tarihçiler ve antropo-coğrafyacılar, yani eskiden bizim beşerî coğrafya dediğimiz yerbilimi dalı ile uğraşanlar. Tarihçiler, bilimlerinin geleneksel gelişimi nedeniyle, genellikle kültürel öğelere ağırlık vererek, insan topluluklarını inceler. Coğrafyacılar ise, coğrafyanın konusu gereği, insan topluluklarını üzerinde yaşadıkları yerküre ile olan karşılıklı tepkileşmeleri açısından ele alır.

Coğrafyacının bakış açısı, dolayısıyla tarihçininkinden daha geniştir. Bu genişliği coğrafyacı büyük Alman coğrafyacısı, modern coğrafyanın Alexander von Humboldt (1769-1859) ile birlikte iki kurucusundan biri olan Carl Ritter’e (1779-1859) borçludur. Ritter’in son ikisi dizini içeren 22 ciltten oluşan (17. cilt iki ayrı ciltten oluşur) dev eserinin başlığı bile bir araştırma programını andırmaktadır: Die Erdkunde im Verhältnis zur Natur und Geschichte des Menschen, oder allgemeine vergleichende Geographie als sichere Grundlage des Studiums und Unterrichts in physikalischen und historischen Wissenschaften (İnsanın tabiatı ve tarihi ile ilgili olarak coğrafya veya fizikî ve tarihî bilimlerin güvenilir bir inceleme ve eğitim temeli olarak genel karşılaştırmalı coğrafya).

Sırrı Erinç hariç, bizim coğrafyacılar tarafından İbrahim Hakkı Akyol’un etkisiyle genelde çok yanlış anlaşılmış olan dev eserin ilk iki cildi 1817 ve 1818 tarihlerinde genel giriş, Afrika ve Asya olarak çıkmış, ancak Ritter, daha eser tamamlanmadan ikinci bir baskıya girişerek 1822’de birinci cildin ikinci baskısını yayımlamıştır. Öldüğü yıl yayımlanabilen 19. cilde geldiğinde büyük coğrafyacı henüz Asya kıtasının tasvirini bile bitirememişti. Ancak gereken mesaj verilmişti: «Dünyayı tanımazsan, üzerinde olanları, insanlar yapmış olsa bile, anlayamazsın.»

Amerikalı coğrafyacı Jared Mason Diamond (doğ. 1937) geniş bir okuyucu kitlesi tarafından beğenilerek okunan eserlerinde, Ritter’in metodolojisine dönülmesini savunmaktadır. Ben Diamond’un bütün sonuçlarına katılmıyorum; ama önerdiği, Ritter’in dediklerine dönülmesinden ibaret olan yöntem konusunda kendisiyle tamamen aynı fikirdeyim. İnsan topluluklarının gelişmesine bu açıdan bakılınca, Türk toplumunun da bir intihar süreci içinde olduğunu görüyorum.

Osmanlı’yı öldüren hastalık bizde baş göstermiştir: Cehalet. Geçen haftaki yazımda size eski bir Milli Eğitim bakanımızın entelektüel sefaletini anlatmıştım. Bu sefaletin sırf onunla sınırlı olduğunu sanırsanız yanılırsınız. Sadece bir aydan biraz fazla bir zaman evvelki kürtaj ve sezeryan tartışmasını bir hatırlayın, hemen gözünüzün önüne şimdiki kabinenin başka şahsiyetleri gelecektir.

Bu kişiler ve onlardan önceki hükûmetler (ta Hasan Âli Yücel sonrasına kadar!) ülkemizde ortaokul ve liselerde (bazı politikacılarca aptalca ve cahilce yürütülen evrim tartışmalarını hatırlayın!) ve tabiî üniversitelerde de doğa bilimleri (biyoloji, jeoloji, astronomi, meteoroloji, coğrafya) ve tarih eğitimini katletmişlerdir. Bugün sadece bir-iki üniversitemizde adam gibi jeoloji, biyoloji ve astronomi eğitimi görebilirsiniz. Meteoroloji, sanırım sadece İTÜ’de, zor bela kendisini sürüklemektedir. Ülkemizde coğrafya eğitimi tamamen bitmiştir. Tarih, İlber Ortaylı ve Halil İnalcık gibi devlerin ışığında yürümekte, ama bu ne yazık ki topluma gerektiği gibi yansımamakta, mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fetih Müzesi adı altında bilimle ilgisiz bir sergiyi hiç çekinmeden açabilmektedir. Ancak ne yazık ki, Türkiye’nin örnek alabileceği uygar ülkelerde de doğa bilimleri giderek azalan bir ilgi karşısında yavaş yavaş halkın arasından çekilerek sonlarına doğru kaymaya başlamışlardır. İnsanlık dinler, mistik kültler, Çin’den, Hint’ten, bilmem başka hangi ilkel kültürden getirilen dinlerden, kültlerden ve yalancı bilimlerden tekrar medet uman bir toplum geliştirmeye başlamıştır. Buna engel olunmazsa, hepimizin sonu Mad Max filmlerinde gördüğümüz cehennemdir. O zaman tarihimizi yazacak bir Toynbee bile çıkamaz.

(Cumhuriyet Bilim ve Teknik)

Celal ŞENGÖR | Tüm Yazıları
Hits: 3021