 
                            Alegorik birer nesne haline gelen metalar dünyasında yaşıyoruz artık ve  bu metalarla sürekli empati kurmaya çalışıyor, tıpkı Baudelaire gibi  kılıktan kılığa giriyoruz. 
Tüm toplumsal mutabakatların, tartışmaların, sürtüşmelerin, çatışmaların  simgelerin etrafında gerçekleştiğini yaşamın hay huyu içerisinde fark  edemiyoruz belki ama simgelere yüklediğimiz anlamlarla kuruyoruz kendi  topluluğumuzu, yine başkalarından bu simgeler sayesinde kendimizi  ayırıyoruz.  Antony P. Cohen ‘Topluluğun Simgesel Kuruluşu’ adlı  kitabında toplulukların ister totem, futbol takımı ya da isterse savaş  anıtı biçimde olsun, önemli birer simge ambarı olduklarını, bu  simgelerin birer akrabalık sisteminin kategorileri gibi işlediklerini  söylüyor (çev. Mehmet Küçük, Dost Kitabevi). Bir topluluğu diğerinden  ayıran bu simgesel işaretlerdir. Simgelere yüklediğimiz anlamları  paylaştığımız ölçüde bir topluluk oluşturabileceğimizi belirtiyor Cohen.
 
ORTAK BİR DİL YARATARAK İLETİŞİM
 Simgeler genellikle başka şeylerin yerine geçen, başka şeyleri temsil  eden şeyler. Birer zihinsel kurgu olan bu simgeler ile birlikte ve bu  simgelerin etrafında düşünüyoruz. Bizlere anlam yaratma araçları  sağlıyorlar; topluluk yaşantımız, evren bu simgeler sayesinde anlamlı  hale geliyor. Ancak simgelerin belirli ölçülerde muğlaklık  içerdiklerini, öznel yoruma izin verdiklerini ve bu simgeleri  kullananlara yorumsal manevra alanı sunduklarını da ekliyor Cohen. Yani  tek bir anlam dayatmadıklarını ve öznelere göre yorumsal farklılıkların  ortaya çıktığını, buna rağmen genel, ortak bir dil yaratarak iletişime,  dolayısıyla topluluğa imkân sağladıklarını da vurguluyor. 
Bizlere yorumlamak için manevra alanı sağlasalar da sonunda üzerinde  anlaşmaya vardığımız, topluluklarımızı inşa ettiğimiz bu simgeler  parçalansa, simgelerin kendileri, birbiriyle çelişen bir anlamlar  yığınına dönüşürse ne olur? Alegori tam da simgenin bu içsel  tutarlılığını, merkezi bütünlüğünü bozarak anlamını sonsuzca çoğaltır ve  alegorik nesnelerden oluşan bir topluluğun üzerinde anlaşmaya varacağı  simgelerin çözülüp parçalandığını görürüz. Dilin kendisi de parçalanır  tabi. Peki, alegorik nesnelerin etrafında gerçekleşen böyle bir  toplaşmanın bir topluluğu ifade ettiği söylenebilir mi?  
SİMGELER ARTIK SONSUZCA ANLAMLARI ÇOĞALTIR
 Walter Benjamin Barok alegorinin simgeleri parçalayıcı özelliğini,  merkezi anlamı darmadağın ettiğini keşfeder; barok alegori mitin  karşısındadır. Simgenin merkezi bir anlam etrafında yorumlanmasına  bozar. Simge artık tek bir şeyi göstermez, sonsuzca çoğaltır anlamını.  Barok sanatın görsel ve metinsel anlatılarına baktığımızda mitolojik  öğelerin artık başka şeylere gönderme yaptıkları ve bakan kişiye göre bu  anlamların da giderek çoğaldığını görürüz. Tek merkezli bir simge  düzeneği parçalanmış, onun yerine yolları giderek çatallanan bir  labirent almıştır. Simgenin anlamı durmadan çatallanarak simgenin  merkezini dağıtmıştır.  Simgenin etrafında yorumsal manevralar  yapacağımız iç içe geçmiş dairelerin yerine sürekli çatallanarak kendini  çoğaltan ve birbiriyle çelişen anlamlarla, bir labirentle karşılaşırız  artık.
 Toplulukların simge ambarı olduğunu ve kendilerini simgelerle inşa  ettiğini belirtiyordu Cohen. Simgenin anlamı sonsuzca parçalanırsa böyle  bir topluluk nasıl kuracaktır kendini?  Simge insana yorumlaması için  bir manevra alanı sağlıyordu. Alegori böyle bir manevra alanına bile  tahammül edemez; artık simgenin merkezi etrafında yorum yapmak gibi bir  durumun söz konusu olmadığı, hatta karşıt anlamları da içerdiği  söylenebilir simgenin; üzerinde hiçbir şekilde anlaşmaya varılmayan  kaotik bir durum söz konusu. Simge her türlü yerleşiklikten kurtarmıştır  kendisini. Bir yakınlık kurmanın imkânsızlaştığı noktaya dek çekilir  anlamlar. Alegori alışkanlıkların yerleşmesine imkân vermez. 
ALEGORİCİ META İLE ÖZÜNÜ BULUR
 Benjamin metalardan alegorik nesneler olarak söz eder.  Barok alegoride  anlamların modası hızla değişir, tıpkı metaların fiyatının hızla  değişmesi gibi. Metanın anlamı gerçekten de fiyatıdır; meta olarak başka  anlamı yoktur. Dolayısıyla alegorici meta ile kendi özünü bulur.  Benjamin’e göre Baudelaire metayı – alegorik nesneyi – içeriden  deneyimleyen bir alegoricidir. Anlam bakımından içi boşaltılıp, içine  yeni bir anlam yerleştirildikten sonra bu anlamın herhangi bir zamanda  diğeri yararına kaldırılabilir olması alegorik nesnenin doğasının bir  parçasıdır. Metalar bu anlamda alegorik nesneler olarak belirir  Baudelaire’in önünde (bkz. Susan Buck-Morss, Görmenin Diyalektiği,  Metis).
 Bir flaneur (aylak) olarak Baudelaire metanın ruhuyla empati kurmuştur  Benjamin’e göre. Bu empatiyi kendi kişisel görünümünü etkileyecek kadar  da ileri götürmüştür. Baudelaire’in portresini yapan Coubert onun her  gün farklı göründüğünü söyler.  Kendini farklı kılıklarda sunar:  bazen  bir aylak, bazen bir fahişe, bazen bir paçavracı, bazen de bir züppe. 
Alegorik birer nesne haline gelen metalar dünyasında yaşıyoruz artık ve  bu metalarla sürekli empati kurmaya çalışıyor, tıpkı Baudelaire gibi  kılıktan kılığa giriyoruz.   Üzerinde anlaşacağımız, tartışacağımız  merkezi anlamlı simgeler, kapitalizmle birlikte birbiriyle çelişen  anlamlar yığınına dönüşürken bir topluluğun nasıl mümkün olabileceğini  yeniden düşünmemiz gerekiyor. 
(Birgün)