Torba ve paket farkı
“Torbalanmış bir yasa önerisi”, geçen haftanın konusu idi. “Torbalanmış yasa tasarısı” sırasını beklerken, Fransa Parlamentosu’ndan bir paket geldi. İçinden çıkan ise: “Kamu İktidarları: 2010 temel metinleri, Millet Meclisi ve Senato” başlıklı, hacimli bir kitap. Değişikliklerle Anayasa ve organik kanunlardan, kararnamelere değin, temel metinler, o denli sistematik ve saydam biçimde düzenlenmiş ki, liste ve tablolara ilişkin sayfalar, farklı renklerde basılmış. Kısacası, geçen yasama yılının mevzuatı; ulaşılabilir, anlaşılabilir ve kullanılabilir özelliklere sahip… Bu saydam tablo, adeta şu ilkeyi doğruluyor: yasayı bilmemek, mazeret sayılmaz. Peki ya Türkiye’nin durumu?
Gündem o denli yüklü iken…
Geçen hafta ele alınan yasa önerisi, kapsamlı bir mevzuat taraması gerektirse de, sadece 3 vekilce imzalanmıştı.
Bu kez sıra, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanan ve Başbakan imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunulan (29.11.’10) yasa tasarısında: “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”.
Şu sorulabilir: bu konuya mı geldi sıra, gündemin ön sıralarında onca konu ve sorun varken? BDP ve DTK’nın “demokratik özerklik” talebi, askeriyenin çift dillilik üzerine tavır koyması, CHP Kurultayı ve “askıya alınan” Anayasa Mahkemesi. Öte yandan, değişiklik sonrası, emredici anayasal hükümler uyarınca çıkarılması gereken yasalar; hatta, bir kalemde düzeltilebilecek uygulamalar: zorunlu din dersi, kimlikte din hanesi, vs… Şunu da unutmadan: “yumurta atmak, şiddet eylemidir.” teoremini kanıtlamaları varsayımında, Türk siyasetçiler, sosyal bilimlere katkı (!) sunmuş olacak. Bu arada, İHAM’ın, siyasetçilere yöneltilen en ağır eleştirileri korumakta olduğu kimin umurunda!
Ama bu hafta da “küçük iş”! ile yetineceğim; bunun, büyük kuramla bağlantısını kanıtlama ukalalığını yapmaksızın.
Torbanın içi karmakarışık
“Uluslararası finans piyasalarında başlayan ve tüm sektörleri etkisi altına alan ekonomik kriz”i hareket noktası alan Tasarı, “Ekonomik kalkınmanın sürdürülebilir şekilde devamlılığını temin etmek, yatırım ortamını iyileştirmek, özel sektörün kamuya olan borç yükünü azaltmak,…” amaçlarıyla hazırlanmıştır. Tasarı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ndan, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na kadar, onlarca yasada değişiklik öngörmektedir. Yüzlerce madde ve sayfa: Yasa, 113 madde ile noktalanıyor, fakat geçici maddeler, madde içinde maddeler, paragraflar ve bentler, “kural ya da başkaca düzenleme” sayısını binlere çıkarıyor. Mesela YÖK Denetleme Kurulu’nu yeniden yapılandıran md.92: 1) a, b,…2) a’dan m’ye kadar bentler; yine bu madde içinde md.8: ama bu kez sıralama tam tersine, yani, “a, b) 1., 2., 3 şeklinde…devamla aynı madde içinde Geçici md.58. Bir yerinde şöyle diyor: YÖK denetleme Kurulu, Yükseköğretim Kurulu adına, “öğretim elemanlarını ve bunların faaliyetlerini gözetim ve denetim altında bulunduran, Yükseköğretim Kuruluna bağlı bir kuruldur.”
Sosyal haklara ilişkin güvencelerin gevşetilmesi üzerinde yoğunlaşan Tasarı’da yok yok: vergilere, istihdam ve çalışma koşullarına, sosyal güvenlik ilkelerine, kamu hizmeti anlayışından uzaklaşmaya ve özelleştirmeye kadar… Bütün bunların, iş güvencesi, sendikal haklar ve toplu sözleşme hakkı yanısıra, kamu görevinde liyakat ve nitelik ilkeleri üzerinde olumsuz etki ve sonuçlar yaratacağı açık olsa da, Tasarı, hukukçunun –ne de dilbilimcinin- tek başına üstesinden gelebileceği bir metin değil…
Anayasa değişikliği paketi ve “milli irade”
Bazı sosyal haklar ve özellikle azaltılan grev yasakları ile kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkı, paketi halkın onaylaması için en sıkça dillendirilen değişiklikler arasında yer almıştı. 12 Eylül’den sonra beklenen, bunları uygulamaya geçirecek yasaların hazırlanması idi. Gündemdeki Tasarı ise, tam tersine, mevcut hakları bile gerileten bir düzenlemeye odaklanıyor. Bunun demokrasi adına anlamı şu: milletten aldıkları yetkiyi kullanan vekiller, bu kez, birbiriyle ilgili-ilgisiz onlarca yasayı, adeta “yamalı bohça”ya sarmalamaya çalışıyor.
İlkinde, halka, “senin adına yaptım, ama benim dediğim gibi oylayacaksın” dendi; yani “blok liste” yöntemiyle, ama en azından listedekileri sayarak. Şimdi ise, “senin adına yine ben yapıyorum”, ama “torbalama” yoluyla ve “seni bilgilendirme gereği dahi duymuyorum”, dercesine. Başta değinilen Fransa anlayışı ile Türkiye uygulamasını kıyaslayınca, nerede kaldı, hukuk güvenliğinin üç öğesi: öngörülebilirlik, ulaşılabilirlik, etkililik?
Kısacası, “dayatma” ve “kaçırma”nın ortak paydası, “millet iradesi”. İnternet çağında, sanal olan, yoksa “millî irade”, kılıfı giydirilmiş “torba demokrasisi” mi?
(Birgün 23.12.2010)