“Torba yasa” uygulaması, neredeyse olağan bir yasama faaliyeti haline geldi. Bununla, birbiriyle ilişkisi olmayan birçok yasa, tek bir yasa başlığı altında toplanıp yürürlüğe konuyor. Bu usûl ile hazırlanan tasarı ve öneriler, TBMM gündeminde.
Mesela, bunlardan biri, “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” (3.12.2010). Diğeri, “ Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” (29.11.2010).
Geçen hafta komisyonlara sunulan Teklif üzerinde duracağım. Çok farklı yasa maddelerini içerdiği için dört ayrı komisyona dağıtıldı. Bu“torba öneri” içinde, Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu’dan, Gelir Vergisi Kanunu’na; Kamu İhalesi Kanunu’ndan İdari Yargılama Kanunu’na kadar, “yok, yok”.
Peki, bunun sakıncası ne?.
1.-Genel ilkeler ve usul açısından:
- Birbiriyle ilgisiz birçok konunun aynı yasa ile düzenlenmesi, yasanın genellik ve iç tutarlılık ilkeleriyle bağdaşmaz.
- Yasanın öngörülebilir ve ulaşılabilir olma özelliklerinin yanı sıra, etkililiğini ve hukuk devleti ilkesini zedeler.
2.- İçerik olarak, başlıcaları:
- Kamu İhale Kanunu: “…enerji, su, ulaştırma ve telekomünikasyon sektörlerinde faaliyet gösteren teşebbüs, işletme ve şirketler bu Kanun kapsamı dışındadır.” (m. 6). Akkuyu nükleer enerji santral yapımının Ruslara veriliş tarzını hatırlayalım; üstelik uluslararası antlaşma yoluyla AYM denetiminden kaçırmak için…
- Devlet Memurları Kanunu: “Kişiler, kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı, ancak ilgili kurum aleyhine dava açabilirler; kişisel kusur iddiasıyla bile olsa bu görevleri yerine getiren personel aleyhine dava açamazlar.” (m. 16). Bu yasaklama ile, açık hukuka aykırılık durumunda bile hak ihlâlinde bulunan görevliye karşı dava açılamayacak. Oysa, Anayasa’ya göre, “Devletin sorumlu olan görevliye rücu hakkı saklıdır.” (m. 40). Memurlara ilişkin olan m. 129 ise, “kendilerine rücu edilmek kaydı”nı koyuyor. Bu maddelerin uygulanması bile, istisnaî iken, DMK’ya yapılması öngörülen ekleme, kamu görevlilerini daha keyfî davranmaya yöneltme tehlikesini de beraberinde getirecek.
Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi durumunda bile, uygulamayan görevliye dava açılamayacak (m. 17).
- Hakimler ve Savcılar Kanunu’na yapılan ekleme (m. 93) ise, “tazminat davaları” başlığını taşıyor ve çok ayrıntılı olarak hâkim ve savcılara bağışıklık tanıyor: “…soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle; a) Ancak devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim ve savcı aleyhine tazminat davası açılamaz”. Bu düzenleme, cübbenin hakkını vermekten zaten uzak olan yargı mensuplarına keyfi işlem yolunu açmakta ve çok tehlikeli bir zemin yaratmaktadır…
- Siyasal partilerin malî denetimi: “…yapılacak kanuna uygunluk denetimi siyasi partilerin amaçlarına ulaşmak için yapılmasında fayda görülen faaliyetleri daraltacak veya bu faaliyetlerin yerindeliğini içerecek şekilde yapılamaz.” (m. 5). Hatırlanacağı üzere, 2010 Anayasa değişikliği teklifinde yer alan, ama TBMM Genel Kurulu’nda reddedilen, partileri kapatmayı zorlaştıran madde, malî denetimi Sayıştay’a vermekte idi.
Burada dikkat çeken ilk nokta şu: SP’ler üzerinde denetim yetkisi daraltılırken, Anayasa değişikliği ile gerçekleştirilemeyen yasa ile kotarılmış olmaktadır. Diğeri ise şu: idarî yargının yerindelik denetim yasağı, 12 Eylül 2010’da anayasalaştırıldı; şimdi ise, Anayasa yargısının malî denetiminde yerindelik denetimi yasağı yasalaştırılmak isteniyor. Oysa, “kayıp trilyon davası”nın tortuları henüz silinmiş değil…
Oy, yasa, yumurta..
Seçmenlerin kullandığı oyun yarısına yakınını çöpe atmayı meşru gören bir sistem, yasaları torbaya doldurmakta bir sakınca görmüyor. “Yumurtalar havaya değil, tavaya” diye TV ekranlarından düşmeyen zevat için, yumurtalar, yasaların torbaya koyulmasını örtbas etme vesilesi oldu.
Torba, iki ciddi çelişkiyi bağrında taşıyor: bir yandan, kamu görevlilerinin ve siyasetçilerin işlem ve eylemleri üzerinde yargısal denetim sınırları getiriliyor; öte yandan, yargı mensuplarının işlemlerine de koruma getiriliyor. Böylece, hukuktan bağışık olmak isteyen siyasetçi ve kamu görevlilerine yargı mensupları da ekleniyor. Kime karşı? Yurttaşa ve ülkesine karşı… Ya hukuk devleti? Hızla uzaklaşma…
(Birgün-16/12/2010)