EMEKLİ orgeneral Çevik Bir’in sorgusunda şöyle bir soru da sorulmuş: “Aydınlık için bir dakika karanlık eylemi psikolojik harekâtın bir parçası mıydı?”
İlginç bir soru. Acaba savcılar o günleri hatırlayamayacak kadar gençler miydi diye düşünmeden de edemedim. Sanırım hep birlikte tekrar hatırlamamızda yarar var:
Susurluk’taki o meşhur kaza olduğu gün, Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni’ydim. O gece, haber merkezinde çalışan Ertuğrul Mavioğlu, kazada ölen Mehmet Özbey’in, Abdullah Çatlı’nın takma adı olduğuna dikkatimizi çekince Radikal ertesi gün şu manşetle yayımlandı: “Gladio, kamyona çarptı!”
O gün ve sonraki birkaç gün diğer gazetelerde kaza, ilginç bir trafik kazası olarak görüldü, Radikal hariç. Radikal’in ertesi günkü manşeti “Devlet Çetesi” idi!
Radikal, o günden itibaren başta o zamanki Ankara Temsilcisi İsmet Berkan ve Ankara Bürosu muhabirleri, İstanbul’da Haber Merkezi ve Tuncay Özkan ile bu işin peşine düştü.
Düğüm yavaş yavaş çözüldü. O günlerde iktidarda bulunan Necmettin Erbakan hükümeti ve başta Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ile İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın (kazadan bir hafta sonra istifa etmişti) yoğun baskısına rağmen vazgeçmedik. O günlerde yaşadıklarımızı anlatmama gerek yok.
“Devlet için kurşun yiyenin de kurşun atanın da hükümet için aynı olduğu” günlerdi.
Radikal’i takip eden gazeteler de olayın değişik yönlerini deşmeye başladıklarında faili meçhullerden, karanlık işlerden sorumlu bir derin yapılanmanın olduğu su götürmez bir şekilde ortaya çıktı. “Aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri de bunun sonunda oluşan sivil girişimin eseriydi.
Başlangıçta katılım sınırlıydı, ta ki Necmettin Erbakan çıkıp eylemcileri “Gulu gulu dansı yapıyorlar” diye niteleyene kadar. Ondan sonra eylem kitleselleşti, hükümete karşı bir eyleme de dönüştü.
Erbakan’ın o tarihte bu eylemi neden böyle nitelediğini tahmin etmek zor değil. Ortağı zor durumdaydı, ona arka çıkmak istedi.
O dönemin askeri üst kadroları da aslına bakarsanız bu çetenin ortaya çıkmasından hiç hoşnut değildi, “terörle mücadele” gerekçesi bu tür yasadışı oluşumların varlığının o kadrolarca da “normal” kabul edildiği bir dönemdi. Nitekim TBMM soruşturmasına davet edilen askeri yetkililerin hiçbiri katılmadı. Bugün Ergenekon Davası’ndan yargılanan başta emekli general Veli Küçük olmak üzere birçok Ergenekon sanığının adını da o dönemde duyduk, ilişkilerini gazeteciler açığa çıkardı.
Hafızası zayıf bir toplumuz, bazı şeyleri böyle yeniden hatırlatmak gerekebiliyor.
Bizim duymadığımızı Füle nereden bilsin?
AVRUPA Parlamento-su’nun Yunanistan milletvekili Niki Tzavela, Diyarbakır’ın İçkale mevkiinde bulunan kemikler ile ilgili olarak “Türkiye’de Kürt toplu mezarları” başlıklı bir soru önergesi vermiş. Önergesinde, bulunan kemiklerin 1990’larda Türk güvenlik güçleri tarafından öldürülen Kürtlere ait olduğunu belirterek “Bu toplu mezarlar karşısında Avrupa Komisyonu’nun resmi tutumu nedir” diye soruyor.
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle de önergeyi “Toplu mezarlardan haberimiz var. Kurbanlar ve ailelerine adaletin sağlanması için, Türkiye’nin bu trajik olaylar üzerine ışık tutma çabalarını sürdürmesini teşvik ediyoruz” diye yanıtlamış.
Dün gazetelerimizin çoğunda bu haber “Füle’nin yaptığı gaf” diye değerlendirildi.
Şimdi bir de o bölgede restorasyon kazısı sırasında kemiklerin ortaya çıktığı günün Türkiye’de yayımlanan gazetelerini hatırlayalım. Televizyon haberlerini gözümüzün önüne getirmeye çalışalım.
Kazı sırasında bazı kemiklerin bulunduğu ortaya çıkınca, kazı durduruldu ve savcılık olaya el koydu. Gazete ve televizyon haberlerinin çoğu, bulunan kemiklerin faili meçhul cinayetlere kurban giden insanlara ait olduğu kanaatindeydi. Günlerce böyle yayın yapıldı.
Daha sonra adli tıp incelemesinde bulunan kemiklerin bazı hayvanlara ait olduğu, yüz yıllık geçmişlerinin olabileceği anlaşıldı. Bunu hangi gazetede ya da televizyonda, ilk haberin verildiği öneme layık olarak görebildiniz, okuyabildiniz?
Doğru yanıt “Hiçbirinde” olmalı.
Şimdi bizim bile zor öğrenebildiğimiz bir gerçeği, Füle’nin hâlâ öğrenememiş olmasına neden şaşırıyoruz?
Irkçılığa sıfır tolerans!
FENERBAHÇELİ oyuncu Emre Belözoğlu, Trabzonsporlu Zokora’ya “Pis zenci” diyerek hakaret etmekle suçlanıyor. Zokora’nın iddiasına göre Emre bu sözleri İngilizce olarak söylemiş.
Emre Belözoğlu da Didier Zokora’nın iddiası ile ilgili olarak “Maçın içinde tansiyon yükseldiğinde, birbirimize ağır sözler söyledik. O da bana çok kötü sözler söyledi, benim de ağzımdan bazı kötü sözler çıkmış olabilir. Söylemiş olduğu kelimeyi de sarf etmiş olabilirim. Aptalca bir kelimeydi” diye anlatıyor.
Belözoğlu, İngiltere’de Newcastle United’da oynarken de “ırkçılık” suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştı. Şu anda Fenerbahçe’de birlikte oynadığı Everton’lu Yobo’ya ırkçı hakaretlerde bulunduğu iddiası ile sorgulanmış ama sonra suçsuz bulunduğu için ceza almamıştı.
Futbolda ırkçılık meselesi ciddi bir sorun ve bundan ne ünlü oyuncular ne de taraftarlar kendilerini kolayca kurtarabiliyorlar. Bu yüzden de FİFA ve UEFA ırkçılıkla ilgili kampanyalar yürütüyor, ırkçı hakaretlere ağır cezalar veriliyor.
Maç görüntülerinden dudak okuma yöntemiyle bu iddia kanıtlanabilir mi, bilmiyorum. Maçın hakeminin de o sırada bunu nasıl olup da duymadığı ayrı bir durum. Ama kendini savunurken söylediği sözler, bu hakareti yapmış olabileceğini de düşündürüyor.
Futbol Federasyonu’nun bu işin üzerine ciddiyetle gitmesi gerekiyor. Eğer böyle bir hakaret varsa, karşılıksız kalmamalı ve gerektiği gibi ağır şekilde cezalandırılmalı.
(Hürriyet)