"Hakiki müslüman"

~ 09.04.2012, Aydemir GÜLER ~

Müslümanlığın sağ tarafından siyasete taşınması bir gelenek. Bu çabanın ayrılmaz parçası da, ister istemez solun dinsiz olduğu tezidir.

Türkiye solu sık sık bunun yıpratıcılığını gidermek, kitlelerle arasına soktuğu engeli aşabilmek için söz konusu tezin bir iftira olduğunu dile getirir. Hatta sık sık “hakiki müslümanlar”ı saflarına çağırır veya kendisinin öyle olduğunu iddia eder... Doktor Hikmet Kıvılcımlı'nın 1950'lerin sonlarında bu savunma reflekslerinin ötesine geçip mazlum söylemini islamileştirmesi bile söz konusu olmuştur.

Bana sorarsanız, sağın din istismarı ve sola karşı açtığı kampanya karşısında bu savunma hattından anlamlı bir şey elde etmek mümkün değildir.

Bugün içinde bulunduğumuz süreçte, İkinci Cumhuriyet'le oluşan ideolojik ve psikolojik ortamda, solun hakiki müslüman söylemi ikinci bir anlama daha geliyor. Bu yolla sol, toplumsal yaşamın ve siyasal dilin dinselleştirilmesi halini bir veri olarak kabullenmiş olmaktadır. Solun, en azından dinle siyaseti ayırma hedefi açısından bakıldığında, ciddi bir geri adım atmış ve sahaya 3-0 yenik çıkmış olacağı da açıktır. Buradan kazanımla çıkmak aşağı yukarı imkansızdır.

Aslında solun karalamalar karşısında gireceği bir tür müslümanlık yarışından elde edeceği kazanım genel olarak yoktur. Hakiki müslüman olduğunu iddia eden bir solcu, sağcının karikatürü olmanın ötesine geçemeyecek, bir avantaj yakalayacaksa bu yine din dışı alanlardan kaynaklanacaktır.

Kimse solcuyu iyi müslüman olduğu için tutmayacak, ama emperyaliste karşı kişilikli davrandığı için, vicdanlı olduğu için, emekçilerin, yoksulların haklarını sahiplendiği için vb takdir edecektir.

Dinsizlik suçlaması sol açısından bir karşı atak vesilesi sunmamaktadır. Sol bu suçlamanın üstüne yapışıp kalmaması, önünü tıkamaması için akılcı, yaratıcı, cesur olmalıdır. Akıl, yaratıcılık ve cesaretten her somut örnekte bir reçete de çıkmaz. İlle reçete aranacaksa, işin özü solun inanç ve ibaret özgürlüğünü savunması olabilir.

Sol bu noktada takiyye yapmak durumunda değil, ortada bir samimiyetsizlik yokt. Zira marksizme göre insanlığın doğanın ve toplumun bilinmezlikleri karşısında duyduğu acıyı, endişeyi, hatta kapıldığı paniği giderme arayışı meşrudur. Dine kapıyı açan doğa ve toplum üstü güçlere sığınma eğiliminin yerini tam olarak tutacak bir bilimsellik ise eşyanın tabiatına aykırıdır. İnsan bilgisi karanlık tek bir nokta bıraksa bile, orada kitlelerin bilimin ötesine geçecekleri bir patika var demektir. Bu patika yasaklanamaz.

Ama din insanlığın anlama ve değiştirme güdülerini törpülemeye başlarsa, artık söz konusu olan acıyı giderme meşruiyeti olmayacaktır. Anlama, değiştirme güdülerine set çeken dinsellik varolan düzenin bir aleti durumuna indirgenmiş, egemen sınıfların elinde bir tahakküm aracı olarak emekçilerin üstüne salınmış demektir.

Sol dini siyasetin dışına çıkartır. Toplumsal yaşamın kurallarının dinin basıncından özgürleşmesi gerekir. Dinin bir basıncı temsil edebilmesi ise, insanların neye inandığı ve nasıl ibadet ettiği ile ilgili değildir. Basınç, olsa olsa örgütlenmenin ürünü olabilir. Demek ki, sola göre din herhangi bir toplumsal örgütlenmeye konu da olmamalıdır.

Dini bir örgütlenme ve siyaset alanı olarak görmek sağa özgüdür.

Kuşkusuz inanç ve ibadet özgürlüğünü savunan solun, siyaseti dinsizleştirme ve dini siyasetsizleştirme için yürüteceği mücadele kolay iş değil. İlkesel koordinatları belli olan bu mücadelenin somut olarak yeniden üretilmesindedir esas zorluk. Bu zorluğun akıl, yaratıcılık ve cesaretle üstüne gitmek için marksizm başlangıç noktasına sahiptir.

Ötesi ise somuttur. Örneğin dinin cemaatlere bırakılması, cemaatlerin politize olmadığı, sermayeyle bütünleşmediği bir ortamda hedefe uygun bir politika olabilir. Peki ya durum öyle değilse, ne olacak? Bu tartışma Türkiye tarihi boyunca içeriği değişim geçirmiş birtakım olgularla iç içe.

Diğer yandan Türkiye'de solun kimlik kartına kazınan bir özelliği oradan kazımanın, öyle kolay kolay mümkün olmayacağını da herkes bilmeli. Bu özellik dinci gericiliğin karşısında olmak anlamıyla belirginleşen “ilericilik”tir.

CHP'nin Baykal'la beraber camide görünmeye başladığı, liberal solun cemaatleri demokratik öğeler olarak sınıflandırdığı, kimilerinin umudu dinci gericiliğin içinde olası bir zengin-yoksul ayrışmasına bağladığı ve “hakiki müslüman” söyleminin hayli yaygınlaştığı bir ortamda sol ilericiliği sırtında yük sayıp kurtulmaya kalkarsa büyük hata yapar. Bir kere, bu mümkün ve inandırıcı değildir.

İkincisi Türkiye'nin dinselleşmeye direnç gösterecek kaynakları sol siyasetten ibaret değil, yani sol yalnız değildir. Örneğin, gericiliğin tarihsel referansı sayılan Osmanlı'nın teokratik bir toplum olduğu sınırlı bir doğrudur. Türkiye'de Alevilik sekülarizmin toplumsal kaynaklarından biri olarak çok önem taşır. Yalnızca birkaç metropolden ibaret olmayan, daha geniş anlamıyla kentli aydın kesimler dinci falan değildir. Yine kentli, modern işçi sınıfının bugüne kadar gericiliğe taban oluşturmadığı rahatlıkla söylenebilir. Eğitime din çoktan yerleşmiş olsa bile, eğitilmiş kesimlerin önemli bir bölümü dinselleşmeye tepki vermektedir...

Bu notlar çok geniş bir coğrafya ve dinci gericiliğin taşıyıcılarından daha kalabalık bir nüfus anlamına geliyor. Solun söyleminin dinselleştirilmesi bu olanakların köreltilmesine neden olacaktır.

Son olarak sağın bugünkü gibi huruç harekatı gerçekleştirdiği bir ortamda bu tür eğilimler solun maça hiç çıkmaması ve hükmen yenilmesi demektir. Kazanma şansı olmamak bir yana, hükmen yenilenin daha az yara alacağı, siyasette doğru değildir.

(SolHaber)

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 1951