Bu hafta hemen hemen bütün köşe yazarları gibi ben de “WikiLeaks” konusunda yazacaktım.
Yazı başlığını da belirlemiştim: “WikiLeaks İddianamesi”… Fakat gazete sayfalarını dolduran sayısız haber arasından yükselen bir çığlık düşüncemi değiştirmeme, daha doğrusu tasarımı ertelememe yol açtı.
Sözünü ettiğim çığlık, 30 yıl önce katledilen büyük işçi önderi Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan’ın,“zamanaşımı” gerekçesiyle ortadan kaldırılmasına hükmedilen cinayet davasının görüldüğü Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi önünde söyledikleridir.
Başka gazeteler ya da medya organları bu çığlığa ne kadar yer ayırdı ya da ayırdı mı bilmiyorum. 2 Aralık tarihli Cumhuriyet’te bu utanç verici davanın ibret verici son duruşmasına ilişkin ayrıntıları ve Nilgün Soydan’ın sözlerini okuyabilirsiniz…
***
22 Temmuz 1980 sabahı Merter’deki evinin önünde silahlı bir saldırı sonucu yaşamını yitiren Kemal Türkler’in o sırada en çok ergenlik çağındaki kızı Nilgün’ün cinayeti işleyenlerden biri olarak teşhis ettiği Ünal Osmağaoğlu adlı kişi o günden bu güne yargılanmaktaydı…
O günden bu güne derken otuz yıldan söz ediyoruz… Otuz yıllık sürede karara bağlanamayan dava dosyası birkaç gün önceki son duruşmada “zamanaşımı” gerekçesiyle ve “oyçokluğu”yla ortadan kaldırıldı. Bu arada, “ideolojik amaçla” cinayet işlemek suçlarında zamanaşımının, ceza yasamızın birtakım maddelerine göre, otuz değil yirmi yıl olduğunu öğrenmiş oldum.
“Cinayet” konusunda böyle bir ayrımcılığı anlayabilmiş değilim.
“İdeolojik amaç” neden hafifletici sebep olsun?
Bir de söz konusu dava kararındaki “oyçokluğu”na anlam veremedim.
Benim, hele bir cinayet davasında tümüyle mantık ve vicdan dışı bulduğum “zamanaşımı” kavramı, görece bir kavram mıdır?
Ülkemizde hukukun nasıl işlemekte olduğunu gösteren ilginç örneklerden biri de bu olsa gerek.
***
Nilgün Soydan’ın mahkeme çıkışında söyledikleri, gazetemizde “Bugün Ülkemden Nefret Ettim” başlığıyla verilmiş…
Soydan’ın sözleri, anlamı ve vurgularıyla, bir “trajedi”de yer alacak önemde ve değerdedir.
Fakat ne yazık ki, aşağıya alacağım satırlar, kurgu ürünü bir yapıttan değil gerçek yaşamdandır:
“Mahkemelerde çok tiyatro seyrettik. Mesela ilk duruşmada ben onu çok iyi tanıdım ve duruşma yaklaşık 2.5 saat sürdü. Bu süre boyunca, sürekli, başımdan parmak ucuma kadar titredim ve kendisinden sadece yüzüme bakmasını istedim. Ben onun öldürdüğü adamın kızıyım ve hiçbir zaman yüzüme bakamadı. Bugün de yüzüme bakamadı. Beni mahkeme başkanına ‘bakmasın’ diye şikâyet etmişti. Ne yazık ki iki duruşma önce, savcı da ‘bana bakıyor’ diye yargıca şikâyette bulundu. Hem katilin hem de savcının aynı duyguyla hareket etmesi tiyatroya benziyor…”
Evet, tiyatroya benziyor… Fakat ne yazık ki tiyatro değil gerçek yaşamdır söz konusu olan…
***
Yine Soydan’ın sözleriyle, cinayet sanığının “devletten ihale yoluyla alınmış milli parkta işletmecilik yaptığını” öğreniyoruz.
DİSK Başkanı Çelebi’nin mahkeme çıkışında yaptığı açıklamadan da, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir bozma kararında sanığın suçlu bulunduğuna, davanın usul oyunlarıyla kasıtlı olarak zamanaşımına uğratıldığına, Ali Asker Kazak adlı mahkeme başkanının daha önceki oturumlarda mazeret izinleri kullanarak davadan kaçtığına ilişkin bilgiler ediniyoruz… Türkler’in sevgili kızının söyledikleri ise giderek bir çığlık etkisi uyandırıyor:
“AİHM’ye gideceğiz… Ülkemi severek büyütülmüş bir çocuğum ama bugün ülkemden nefret ettim, burada doğduğuma lanet ettim. AİHM’de, cinayeti işlettirip ondan sonra katillerini koruyan devletin cezalandırılmasını sağlarsam çok mutlu olacağım.”
***
Nilgün Soydan’ın çığlığını, beynimde, kulaklarımda, yüreğimde duyuyorum…
Bir ülke en sevgili, en değerli çocuklarını kendinden nefret ettirerek daha ne kadar süre var olmaya devam edebilir?
Mahkeme başkanı yargıç, izleyicilerin “Rahat uyuyor musunuz?” sorusunu “Ben çok rahat uyuyorum. Dava bitti. Çıkın dışarı” diye yanıtlamış…
Uyusun bakalım… Uyumakta olan milyonlar gibi… Fakat uyumayanlar da var ve hep olacak…
Eğer çocuklarımızın, torunlarımızın bir gün bu ülkeden nefret etmemelerini istiyorsak, ülkemizin insanlık tarihinden büsbütün silinip gitmemesini istiyorsak, bu çığlığa kulak verelim.
Çığlıklarımızı bu çığlıkla birleştirerek daha güçlü haykırışlara dönüştürelim.
Bugün ülkeyi kasıp kavuran namussuzluğa, alçaklığa, adaletsizliğe; her yerde, her fırsatta, her olanağı kullanarak, korkusuzca, ödünsüzce karşı çıkalım.
Türkiye’yi, nefret edilmeyen, yaşanmaya değer bir ülke olarak geleceğe taşımanın başka da bir yolu yoktur.
(Cumhuriyet 04.12.2010)