Geçen eylül ayından bu yana gerek cezaevine gerekse duruşma salonuna yurtdışından çeşitli heyetler de ziyaretimize geliyor.
Bir heyet üyesi durumu şöyle özetledi:
“Hükümetiniz özellikle yargı alanındaki adımlarını öylesine iddialı ifadelerle anlattı ki; bir an ülkemi terk edip Türkiye’de mi yaşasam diye düşündüm...”
Biz Türkiye’de kendi derdimize düşüp hukuk sistemimiz içinde adalet aramaktan dışarıdaki yansımaların üzerine çok eğilmemiştik. Elbette medyada yer alan haberlerden edindiğimiz bir dış algı vardı ama, heyetlerle yüz yüze görüşünce tablonun daha vahim olduğunu gördüm.
Örneğin bir heyet üyesi bizleri, gazetemizi tanımlarken “ultra-nasyonalist” dedi. Hemen müdahale etme gereği hissettim. Bunun haklı olmadığını söyledim. Bu tanımlamanın Türkçe karşılığını telaffuz dahi etmek istemediğimi anlattım. Kim gelirse gelsin, nasıl bir izin alınmış olursa olsun, bir saatten fazla görüşme izni verilmiyor. Kısıtlı zamanın önemli bir bölümünü buna ayırmak zorunda kaldım.
***
İktidar koalisyonunun ilk yıllarından itibaren yurtdışında yapılan propaganda iki ayak üzerine oturtuldu:
1- Türkiye’de reformcu bir iktidar var...
2- Bütün reformlara karşı çıkan statükocu bir muhalefet var...
Bu propagandadan doğal olarak Silivri davaları da payını aldı.
Bütün bu algıların değişmekte oluşu iktidar koalisyonunun hoşuna gitmiyor. Denedikleri yeni propaganda yöntemleri de tutmuyor.
Bunun en somut örnekleri yargı alanında görünüyor. Her şey bir yana, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki (AİHM) dosyalar durumu özetlemeye yetiyor. Neredeyse tüm ihlallerde dereceye girmiş durumdayız, uzun tutuklulukta birinciyiz.
Adalet Bakanlığı önüne iki seçenek koymuş:
1- Çözüme yönelik adımlar atmak.
2- Vitrini ve imajı yenileyip görüntüyü kurtarmak.
Birinci şıkla ilgili üçüncü, dördüncü yargı paketleri konuşuluyor. Siyasal amaçlarla da bezendiği aşikâr bu paketlerin Meclis’ten geçiş halini görmeden yorum yapmak zor. Ancak hükümetin ikinci şıkkı da hiç yabana atmadığını söyleyebiliriz.
Bunun ipuçlarından biri AİHM’ye itirazların dondurulması.
AİHM’de ihlal rekorunun yanında başvuru rekorunu da elimizde bulundurduğumuz için bakanlık AİHM’ye şunu önerdi:
“Biz mevcut iç hukuk yollarının sonuna bir komisyon koyalım. Dosyalar size geleceğine bu komisyona gelsin. Özellikle uzun süren yargılamaları burada sonuçlandıralım. Başvurucunun tazminat hakkının doğması halinde sizin genel olarak öngördüğünüz rakamdan az olmamak üzere ödeme yapalım. Bunun için bize bir yıl süre tanıyın.”
AİHM buna olur dedi.
Çözüm arayışına önyargıyla bakmak istemiyoruz ama, mevcut yargı yollarını çok iyi işletmek yerine AİHM kapısının önüne bir iç koridor daha koymak ne ölçüde gerçekçi?
***
Adalet Bakanlığı bir adım daha attı, başta AİHM olmak üzere tüm dış bağlantıları doğrudan kendisi yürütme kararı aldı.
Dışişleri Bakanlığı geleneksel olarak Türkiye’nin tüm dış konularında devrede. Kültür işlerinden istihbarata, adaletten ekonomiye kadar her alanda kurumlaşması var.
İçeride yargı gücünün tümüyle bakanlık çemberinde olması “ileri demokrasi” olarak anlatılmıştı. Bakanlık uluslararası kurumlarda da gücünü kimseyle paylaşmak istemiyor.
İster misiniz adalet terazisi de tek kefeli olsun!
(Cumhuriyet)