Son bir aydır Silivri yargılamalarında bir seyir değişikliği olduğunu gözlemlere dayalı olarak paylaşmaya çalışıyorum. Gerek Ankara’dan yapılan açıklamalar gerekse duruşmalardaki “hızlandırma”
gidişin ne yöne doğru olduğunu açıkça ortaya koymasa bile şunu gösteriyordu:
Bu şekilde devam etmesi olanaksız!
Bunu gören bakanlık ve mahkemeler, kendilerince “sağlıklı” bir çıkış arıyor.
Sonda söyleyeceğimizi başta vurgulayalım; Silivri yargılamalarının tek ciddi yanı, tutukluluktur.
***
Ankara’da günlerce devam eden özel yetkili mahkemelerin hâkim ve savcılarına yönelik “meslek içi eğitim” Silivri yargılamaları için uzun süredir yapılmakta olan eleştirilerin önemli ölçüde kabulü anlamına geliyor.
Belki biraz abartılı gelebilir ama özel yetkili mahkemelerin uygulamalarının sanık sandalyesinde olduğunu söyleyebiliriz.
Adalet Bakanı da seminerde yaptığı konuşmada, özel yetkili mahkemelerin işleyişinde yeni bir düzenleme yapmak gerektiğini kabul etti.
Hemen altını çizelim; bütün bunlar gündemdeki sorunların çözümleneceği anlamına gelmiyor. Zira hükümetin böylesi konularda şöyle bir anlayışı var:
Sorun artık savunulamayacak noktaya gelince olumsuzluk kabul ediliyor, ama çözüm için atılan adım ya mevcudun aynen devamı anlamına geliyor ya da daha kötü bir yöntem hayata geçiriliyor.
Yine bu sütunlarda bir süredir dış algının değiştiğini; Batı’da “Türkiye’de yargı eliyle otoriter yönetim uygulanıyor” yorumlarının öne çıktığını vurguluyoruz.
Dış desteği, iç politikanın da önemli bir unsuru haline getiren hükümet, bundan fena halde rahatsız.
İtalya’daki “derin devlet” davalarıyla adı öne çıkan savcı Felice Casson’un Ankara’daki konferanslarda verdiği mesajlar da büyük ölçüde Türkiye’deki davaların içeriğinden çok özel yetkili mahkemelerin uygulamaları konusundaydı.
Casson’dan birkaç cümle aktaralım:
“Yargılamalarda insan onurunu hep dikkate almanız gerekir... Türkiye’de tutukluluk süreleri çok uzun... Yargılamanın uzaması ne olursa olsun adaletin engellenmesi anlamına gelir... Savcıların soruşturmayı bütün yönleriyle tamamladıktan sonra davayı açması gerekir...”
Silivri uygulamaları dikkate alındığında, yukarıdaki cümlelerin her biri ayrı bir yazı konusu olacak içerikte.
***
İşte tam bu tartışmaların ortasında 4 tahliye geldi. Odatv davasında tutuklu yargılanan Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk ve Sait Çakır 12 Mart Pazartesi günü özgürlüğüne kavuştu.
Haber Türkiye içinde ve yurtdışında şu tür tepkilerle karşılandı:
“Sürpriz tahliye...”
“Beklenmeyen karar...”
“Şaşırtan gelişme...”
Sağduyulu tüm kesimlerin vurguladığı gibi, aslında “tutuklama”, beklenmeyen karardır, sürprizdir. Hukuk sistemimizin geldiği noktaya bakın ki, herkes tahliyeye şaşırıyor!
Tahliye sonrasında Nedim Şener’in yaptığı duygu yüklü açıklamalar, Ahmet Şık’ın çıkış isyanı, Coşkun Musluk ve Sait Çakır’ın gençlik enerjisini ve özgüvenini de içinde barındıran duruşları Silivri’nin toplamıdır.
Coşkun’la 10 gün içinde iyi bir ortak yaşam düzeni kurmuştuk. Daha ikinci gün hangimiz neyi seviyorsak ortak işleri paylaşmıştık; yemek hazırlamak bana, bulaşık Coşkun’a.
Sohbetlerimiz geyik muhabbetinden Türkiye’nin önemli bir sorununu irdelemeye kadar her şeyi içeriyordu. Sayıma gelen memurlara Coşkun’u tanıtırken, “İleride karşınıza profesör olarak çıkacak” diyordum.
Tahliye kararı bizde sevinçtir, duruşma salonunda da öyle olur. Gidene sarılmak, özgürlüğe dokunmak gibi bir şeydir.
10 günde danışmanlık esprisi yapacak kadar samimileştiğimiz Coşkun’un tahliyesine sevinirken nedense şu Azeri sözünü mırıldandım:
Her işte kara bahtım, karpuz kestim ak çıktı.
Bu sözü Coşkun’la da paylaştım.
Özgürlükte buluşmak üzere Coşkun’la kucaklaşıp vedalaştık.
Ben mi?
Coşkun’u uğurladığım gece eski düzene döndüm. Yaşam disiplinimi hiç bozmadım, kendimle barışık ve yalnız olmadığımı hissederek...
Karım “yine tek kaldın” diye buruklaşırsa ne demeli diye düşünürken bir şarkı döküldü dudaklarımdan:
Seninle cehennem ödüldür bana, sensiz cennet bile sürgün sayılır...
(Cumhuriyet)