İçinde yaşadığımız kaotik dünya düzeni siyasetin temel unsurlarını da neredeyse unutturdu. Siyasal yelpazede tutuculuğun, gericiliğin ve bireyciliğin temsil edildiği sağ ile, ilericiliğin ve toplumculuğun temsil edildiği sol düşüncenin yerine türlü güncel yakıştırmalar konuldu. Oysa siyasal yapının temeli bu iki kavram üzerine kuruludur.
Bakmayın siz, günümüz sağ siyasetçilerinin ağızlarından değişim sözcüğünün eksik olmamasına. Onların derdi, kendilerince gerçekleştirecekleri değişimlerle sermaye düzeninin sürdürülmesi yani tutuculuktan başka bir şey değil.
Oysa sol için değişim, bireyci çıkarların savunulduğu sermaye düzeninin değişmesi, yerine toplumun ve insanlığın çıkarına olan yeni bir düzenin kurulmasıdır.
Sağ ve sol kavramlarının güncel siyasal yaşamdan bile uzaklaşması, edebiyatın da kendi sularında yönünü yitirmesine, insana ilişkin temel sorunların düşünüldüğü bir alan olmaktan çıkıp, ticari hayatın ya da gösteri dünyasının bir parçası olmasına yol açtı.
***
Osman Çutsay, Almanya’da yayımlanan “Kültür” dergisinde Doğan Hızlan’la yaptığı konuşmada tam da bu sorunu gündeme getiren can alıcı bir soru atmış ortaya:
“Solu, sol düşünceyi tüm etki ve sonuçlarıyla Türk edebiyat ve sanat dünyasından çekip alırsak, geriye ne kalır?”
Doğan Hızlan’ın yanıtı şöyle:
“Kalmasını isterdim, ama ne yazık ki, kalmıyor. Çünkü Türk edebiyatının ve sanatının önemli adları solda. Ancak solda ve sağda olduklarını söyleyemeyeceğimiz birtakım ustaları da çekip alırsak, Türk edebiyatı kalmaz.
Yalnız ince bir ayar yapalım. Bu ilave ettiğimiz ikinci gruba girenler, solda olmadıkları gibi sağda da değillerdi. Ayrıca solcu edebiyatçılarla bir arada bulundular, onlarla dostluk ettiler.
Sözgelimi 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağı. Yazarken toplumcu olmayan ama toplumsala değinen iyi edebiyatçılar da vardı. Köy Enstitülerini, buradan yetişen yazarları da özellikle anmak gerekir.”
***
Neden böyle olduğunu düşünelim mi?
Edebiyatın ve sanatın işi en genel anlamda insan, toplum ve dünya üzerine düşünmektir. Bunu yaparken bir bilimci gibi nesnel gerçek ve yargılardan yola çıkmak yerine henüz görülmemiş ve bilinmeyen gerçeğin peşine düşer. Peşinde koştuğu gerçeği anlatabilmek için kurduğu yapı, bulduğu yeni anlatım biçimleriyle heyecan yaratır.
Edebiyatın en temel gereçlerinden biri de taşıdığı hümanizm (insan sevgisi) yüküdür.
Bu insan odaklı düşünce ve üretim yapısı edebiyatı ister istemez sol düşünceye iter. Çünkü insana ilişkin düşünmek, insanın geleceği ve mutluluğuna ilişkin düşünmeyi de birlikte getirir.
Toplumsal düzeninde bireyciliğin en uç noktalarda olduğu ABD’nin, edebiyatına baktığınızda, yoğun insan odaklı sol bir yaklaşımla karşılaşırız.
Edebiyat tarihinde sağ düşünceli olarak tanınan Ezra Pound, T. S. Eliot, Knut Hamsun gibi büyük yazarları güncel siyasal düşencelerinden ayrı tutup yalnızca yazdıklarıyla değerlendirdiğinizde rahatlıkla solcu olduklarını düşünebilirsiniz.
Bizde de öyledir: Metafiziğin şiirsel yapıya uygun unsurlarına yaslanan kimi başarılı ürünler görülse de, içeriği sağ düşünceyle örülmüş parlak yapıtlara pek rastlanmaz.
Tanpınar gibi büyük bir edebiyatçının sağda gösterilmesi, ne yaşama biçimine ne de yapıtlarına bakıp varılabilecek bir sonuçtur.
Türlü türlü kirlilik içinde yaşamak zorunda olan günümüz edebiyatçıları, her şeyden önce insan odaklı bir uğraş alanları olduğunu unutmamalıdırlar.
(Cumhuriyet 01.12.2010)