28 Şubat'ı nereye koymalı?

~ 28.02.2012, Aydemir GÜLER ~

28 Şubat'ın yıldönümü vesilesiyle, soL yazarı Aydemir Güler'in bu haftaki Komünist dergisinde yayımlanan yazısına yer veriyoruz.

Üstünden 15 yıl geçen ve hükümet değiştiren sonuçlarıyla darbe niteliği taşıyan 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu bildirisi, hep AKP'nin hedef tahtasında oldu. “Birinci Cumhuriyet yıkıldı ve İkincisi kuruldu” diyen saptama, resmi ideolojide de köklü bir dönüşümü kapsamak zorundadır. 28 Şubat'ın “askeri vesayetin zirvesi” olduğunu iddia eden ve cemaatleşmeyle eşanlamlı olmak kaydıyla sivilleşme vaaz eden bir resmi ideoloji var artık ülkemizde. Bunun bir parçası olarak resmi tarihimiz de yenilendi ve “vatanın koruyucusu ordu”nun yerini başka bir şey aldı.

Darbe sayabiliriz, ama 28 Şubat 1997'nin kendinden önceki askeri darbe ve muhtıralarla aynı kefeye konulmasında zorluklar var. Tarihsel yönü ve siyasal içeriği farklı olabilse de, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'in her biri, kendilerini izleyen dönemleri belirlemiştir. 1960'ların siyasal ortamıyla 27 Mayıs arasında uyum vardır. Bir ara dönem niteliği taşıyan 12 Mart sadece 1971-73 arasını belirlememiş, 1973-80 arasında burjuva sağının ana esin kaynağını oluşturmuştur. Bu süreklilik açısından bakıldığında, kendinde etkisi dar kalan '71 muhtırasının 1980 darbesinin bir ön adımı olduğu bile söylenebilir.

28 Şubat 1997 ise, yapıcıları “1000 yıl sürecek” dese de arızi kaldı. Dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'ın önüne konan MGK bildirisinin etkisinin süreklilik kazandığı söylenemez. 2001 krizi ve 2002 seçimlerinden sonra siyasal yaşam farklı bir yön kazandı.

Muhtırayı on yıl sonra izleyen 27 Nisan 2007 Genelkurmay'ın internet sitesi bildirisi, 28 Şubat'ın dimdik ayakta olduğunu değil, koskoca bir şakaya dönüştüğünü gösterir. Yakın tarih yorumcuları 12 Mart 71 ile 12 Eylül 80 arasındaki köprüleri tartışabilirler; 28 Şubat'ın 99 seçimlerinde ne ölçüde etkili olduğu, bu alt dönemin ne kadar sürdüğü irdelenebilir.

Ama 27 Nisan 4 Mayıs'a kadar sürmüş bir şakadır! 4 Mayıs 2007 Erdoğan-Büyükanıt arasındaki Dolmabahçe Mutabakatıdır. Sonra seçimleri AKP kazandı, Cumhurbaşkanlığına Gül getirildi, AKP hakkındaki kapatma dosyası kapandı, adliye bunun yerine Ergenekon'u gündemine aldı...

28 Şubat ve 27 Nisan arasında önemli benzerlikler olduğu su götürmez. İlki trajediyse ikincisi komedi!

Sol neredeydi?
Burada dokunmak gereken ikinci nokta ise şu olmalıdır:

Birinci Cumhuriyet'in direnişi burada kaldığı, kalmaya mahkum olduğu için trajedinin komedi tarafından kovalanacağı baştan belliydi. Öyle ki, “gericiliğe karşı mücadele bizim işimiz” diye seslenen sosyalizm o günlerde en hassas yeri işaret ediyordu. Yine o günlerde bu sesin etkisiz kaldığını eklemeye gerek bile yok. Ama etkisizliği doğruluğundan eksiltmiyor. Birinci Cumhuriyet asker elinde ve biçimsel kurullarla savunulacaksa, çökecekti. Biricik alternatif nesnel anlamda da sosyalizm idi ve öyle.

28 Şubat gerici Erbakan'ın başbakanlığındaki hükümeti devirdi. Lakin ihale, gericilik yarışının yalnızca dinsel kulvarında Erbakan'dan geri kalacak olanlara kalmıştır! 2002'ye kadar sürecek olan koalisyonların en “sol” ortağı Bülent Ecevit'in IMF merkezli emek düşmanı iktisat politikaları ve Kürt düşmanlığı açıktır.

28 Şubat'ın dinselleşmeye, gericiliğe “karşı” yüzünün, doğal olarak sola dönük bir sekülerleşmenin önünü açtığı doğrudur. Ancak bu, bir 28 Şubat tasarımı değil, eşyanın tabiatının gereğiydi. Çağımızda burjuvazinin kendi iç dengeleri, örneğin dinin, piyasacılığın, bağımlılık ilişkilerinin veya görünümünün dozajını biraz azaltmayı gerektirdiğinde bu tür yönelimlerin toplumda solcu duyuları açığa çıkartması kaçınılmaz olmaktadır. Nedeni basit: Aydınlanmacılığın, kamuculuğun, bağımsızlıkçılığın burjuva dünyasında sahibi çoktandır kalmadı. Bu başlıklardan birer “değer” türetildiğinde duyargaların sola dönmesi kaçınılmaz oluyor. 28 Şubat'ın böyle bir kısmi etkisi olmuştur. Aydınlanma değerlerini savunan aydın odakları, kimi sivil toplum örgütleri sivrilmiştir... Ancak bu kısmi etkinin abartılması, solun değil günümüzün resmi ideolojisinin işi olabilir.

Özetle Restorasyon
Üçüncü olarak 28 Şubat'ın daha geniş bir alana oturma yönelimine dikkat çekilmesi gerekir. MGK bildirisinin altındaki nesnellik, Erbakancı aşırıklıklardan, başbakanın Kaddafi'nin çadırındaki görüntüsünden, Çankaya'ya tarikat şeflerinin doluşmasından, pis sakallı bir takım parti yöneticilerinin iktidar sarhoşluğu içinde ileri geri konuşmalarından ibaret sayılamaz. Rejimin daha geniş bir ölçekte yeniden yapılandırılması ihtiyaç vardı.

Çünkü Türkiye'nin önünde birden fazla sorun vardı. Burada yalnızca başlıklarına değinip geçmek durumundayım.

Sovyet sonrası dünyada Türkiye Cumhuriyeti'nin nasıl bir yer tutacağı belirsizdi. Emperyalizmin Ortadoğu'da aradığı yeni statüko Türkiye'nin de kökten değişmesini gerektiriyordu.

Kürt savaşına devletin yanıtı bir kontrgerilla rejimi, gerici bir yığınak oluşturmuştu ve bu durum düzenin dengelerini bozuyordu; kalıcı bir yapı oluşturması mümkün değildi.

Siyasal yönetim krizi bir türlü aşılamıyor, bunun sonucu olarak burjuvazinin ve uluslararası sermayenin temel talepleri karşılanamıyordu. Örneğin özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi için, siyasetin ve yargının yeniden yapılandırılması gereği açıkça ortaya çıkmıştı...

28 Şubat baştan sona dengesizlik ve tatminsizlik yılları olan 1990'ların krizine çare arayışıdır. Bu başat niteliği nedeniyle kendisine atfedilen solculuk büsbütün asılsız. 28 Şubat aşırılıkların törpüleneceği, kriz dinamiklerinin bastırılacağı bir düzen restorasyonuydu.

Yama tutmayan rejim ve dağılma
Sonradan bakıldığında restorasyonculuğun güçsüz bir karşı deneme olduğunu, güçlü bir karşı eğilim yaratamadığını söyleyebiliyoruz. O kadar ki, Türkiye kapitalizmi 28 Şubat müdahalesine, Şubat 1999'da Öcalan'ın yakalanmasına rağmen, 99 depremi ve 2001 ekonomik krizini takiben, adeta anonim olarak mevcut rejimin iflah olmayacağına karar vermiştir ve bir tasfiye süreci başlatılmıştır.

Söz konusu olan Erdoğan ekibinin bir tür karşı-darbesi değil. Tasfiye ihalesini önce Kemal Derviş alacak gibi görünmüş, AKP sonradan çıkmıştır. Amerikalı Derviş tarihsel krizin altyapısını onarmaktan öteye geçemezdi. Dinci Erdoğan ise altyapıyı yıkıp yeniden kuracaktı.

28 Şubat bir açıdan ve bugünden bakıldığında laik bir direniş değil, söz konusu yıkıp-yeniden kurma girişiminin önünü açan bir operasyondur. TSK'nın veya AsParti'nin operasyonun kendi kendisini vuran sonuçlar yaratacağının bilincinde olarak bir ajan faaliyeti mi yürüttükleri, yoksa tarihsel ve yapısal maddi koşullar altında elden başka türlüsünün mü gelmediği, tartışılabilir. Ancak bu tartışma komplo teorisi kapsamına fazla yatkın karakteri nedeniyle bu yazının ilgi alanını zorlar. Zorlamadan bitirmeyi deneyeyim:

AsParti'nin içinde sesinin desibeliyle siyasal gücü arasında orantı olmayanlar vardı. Belki Başbuğ bunlardan biri sayılabilir. AsParti içinde, Özkök gibi, düpedüz AKP projesine ikna olanlar da vardı. AsParti içinde ajan değilse uzlaşmaya mahkum olanlar vardı. Akla, vardığı mutabakatın içeriği hakkında tuhaf spekülasyonlar yapılabilen Büyükanıt geliyor. AsParti içinde belli ki, kendini dev aynasında görüp Avrasya stratejisi türünden hayaller görebilenler de vardı. Kıvrıkoğlu, Karadayı, MGK Genel Sekreterliği yapan Tuncer Kılınç bu hayalcilerden bazılarıydı...

Eski rejimin çözülüş yıllarında böylesi bir dağınıklığın olağan sayılması gerekir.

(SolHaber)

Aydemir Güler

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 2034