Ortadoğu “satranç tahtası”ndaki “büyük oyun” giderek daha da karmaşıklaşırken kimi gelişmeler, Batılı oyuncuların ve AKP’nin bu oyunu, kurallarını tam olarak anlamadan, oynamaya çalıştığını düşündürüyor.
‘Güzel bir arkadaşlığın başlangıcı’
ABD, geçen 20 yılda, El Kaide adlı bir örgüte karşı “küresel savaş” bahanesiyle Afganistan’a girdi, Irak’ı yangın yerine çevirdi, Pakistan’ı bölünme noktasına getirdi, Libya’yı, “Arap Baharı”ı denen bir şeyi bahane ederek dağıttı. ABD’nin uzaktan kumandalı uçakları Pakistan’dan Yemen’e, Somali’ye kadar, El Kaide militanı avlamak adına çoluk çocuk demeden sivilleri infaz ediyor; şüphelendikleri kaçırılıyor, tüm dünyaya yayılmış gizli işkence merkezlerine taşınıyor; Suriye’de, yeni bir Batı müdahalesine zemin hazırlayacak bir iç savaşın ateşi körükleniyor.
Obama “Ulusa Sesleniş” konuşmasında, Bin Ladin’i öldürdüklerini, El Kaide’yi işlevsiz hale getirdiklerini ileri sürerek övünüyordu. Ancak El Kaide militanlarının, Irak ve Türkiye üzerinden gelerek Suriye’de iç savaşa, ABD’nin desteklediği tarafın yanında katılmaya başladıklarına ilişkin haberler geçen hafta uluslararası basında yer almaya başladı. Libya’dan sonra, Suriye’de de ortaya çıkan bu durum, ABD ile El Kaide denen yapılanma arasında giderek artan bir işbirliğinin başladığını düşündürüyor. El Kaide’nin İran rejimine, Lübnan Hizbullahı’na da düşman olduğunu anımsarsak, sanırım Cazablanca filminin son sahnesindeki “I think this is the beginning of a beautiful friendship” (sanırım bu güzel bir arkadaşlığın başlangıcıdır”) sözlerini anımsatan bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz… Tabii kimi hafızası güçlü dostlarımız, bu, aslında iki âşığın, Suudi Krallığı’nın aracılığıyla yeniden buluşması gibi şeye daha çok benziyor diyebilirler... Şöyle veya böyle (bu “arkadaşlığın” İsrail gibi “sessiz bir ortağı” olduğunu da düşününce) çok garip bir durum...
Bu siyasal İslamı ne yapmalı?
ABD ve Batı’nın hesabı, El Kaide, Hamas, Hizbullah gibi “teröristlere” karşı “ılımlı İslam” olarak niteledikleri bir şey aracılığıyla bir “Çin Seddi” inşa etmekti. Başbakan Erdoğan “İslamın ılımlısı olmaz, ben de değişmedim” dediyse de, ilgili taraflar bunu duymak yerine kendi fantezilerine sarılmayı tercih ettiler. İkinci ılımlı İslam adayı da Mısır toplumunu 1980’den bu yana sivil toplumundan devlet bürokrasisine, ordu kadrolarına kadar dönüştürmekte olan Müslüman Kardeşler örgütüydü. Hele bu örgütün diğer Arap ülkelerinde de güçlenmekte olması, bölgeyi güvenilir bir “mültezime” bırakmayı hesaplayanların heveslerini arttırıyordu.
“Arap dünyası”nda işsiz gençlerin, “yeni orta sınıf”ın, otoriter rejimlere karşı demokratik ayaklanmaları başlayınca, ABD ve Batı, “terorizme karşı savaş” ve “Büyük Ortadoğu Projesi” bağlamında başaramadıklarını, kabaran kitle muhalefetinin demokrasi talebini finanse ettikleri sivil toplum örgütleri aracılığıyla manipüle ederek gerçekleştirebileceklerini düşündüler. Böylece, bir devrimci enerji, daha baştan kontrol altına alınarak Batı’nın “yeni sömürgeci” projelerine yakıt yapılacaktı. Pazartesi işaret ettiğim gibi, bu hesap çok garip sonuçlar yaratmaya başladı.
Bu “devrimci dalga”, tarihteki tüm diğer örneklerinde de olduğu gibi, toplumun en örgütlü yapılara, toplumsal desteğe, iktidarı hedefleyen programa sahip hareketlerini, bu kez Müslüman Kardeşler’i, onun gölgesindeki Selefi örgütleri siyasi iktidara taşımaya başladı.
Mülk sahibi sınıfların “organik entelektüellerinin” önderliğinde gelişen bir hareket olarak Müslüman Kardeşler, Mısır’da eski rejimin ayakta kalabilen kesimleriyle buluşarak bu “devrimi” bastırdı. Müslüman Kardeşler’in, Selefi hareketin partileri seçimlerde toplam oyun yüzde 70’ini alarak meclise egemen, devlete ortak oldular.
ABD ve Batı’nın Mısır’da hem devrimci dalgayı kullanma, hem de siyasal İslamın ılımlı kanadını radikal kanadına karşı oynama projesi, her iki kanadı birden iktidara taşımış, dahası ABD ve Avrupa’nın “iktidar noktalarını” (sivil toplum örgütlerini) tasfiye etmeye başlamıştı.
Şimdi ABD ve Batı’nın karşısında, kendi projesini, üstelik Batı’nın kaynaklarından da, “ya ben, ya Selefiler” şantajını, “İsrail’in güvenliği” kozunu kullanarak yararlanmak yoluyla inşa etmeye kararlı bir “ılımlı İslam”, Batı’nın bölgedeki, askeri siyasi zaaflarını kullanarak ilerleyen bir radikal-militan (Selefi) Sünni hareket var.
Böyle karışık, adeta kuralları belirsiz bir “oyunda” büyük kaynaklara sahip bazı oyuncular, bölge dışında olmanın sağladığı avantajlarla, olaylara yön verme, olmazsa, zararı en aza indirme şansına sahip olabilirler. Türkiye gibi bölge jeopolitiğinin en kritik fay hattının üzerindeki bir ülke için, hele ekonomik kaynakları, toplumsal sorunları göz önüne alındığında, aynı derecede iyimser olmak zor.
(Cumhuriyet)