Bunlar Hrant'ın değil, AKP'nin arkadaşları!
~ 20.01.2012, Yeni Yaklaşımlar ~
Mahkeme Dink cinayeti kararını açıkladı, cinayetin yıldönümünde AKP'ye yönelik öfke bir kez daha haykırıldı. Fakat Hrant'ın Arkadaşları arasındaki AKP yandaşlarının bu 5 yıldaki şeceresini dökmenin de tam zamanı değil mi?
Hrant Dink cinayetinin ardından oluşturulan Hrant'ın Arkadaşları grubunda yer alan kimi isimlerin 5 yılda yaptıkları, bunların Hrant'ın arkadaşı olmaktan ziyade AKP'nin arkadaşı olduklarını düşündürüyor.
Dink davası, tetiği çekenlerle bunu kışkırtan ve buna göz yumanlar arasındaki bağlantıların, çok büyük bir açıklıkla ortaya döküldüğü bir dava oldu. Fakat 5 senenin sonunda bitirilen davada ("suça sürüklenen çocuk" olduğu gerekçesiyle dosyası ayrılan Ogün Samast hariç) sadece Yasin Hayal ve Erhan Tuncel'e ceza verildi. Ancak herkes örgüt suçlamasından beraat ettirildi. Tuncel'e Dink davasından değil, McDonalds bombalamasından bir miktar ceza verildi ve kendisi davanın ardından tahliye edildi.
Davada tetikçilerle ilişkisi bilinen çok sayıda devlet görevlisi vardı. Bunların soruşturulmasını, tek bir odak önledi: AKP. Soruşturulmaları bir yana, bazıları AKP tarafından açıkça ödüllendirildiler. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, AKP'den milletvekili yapıldı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, şimdi Osmaniye Valisi. Delil kararttığı sabit olan cemaatçi emniyet müdürü Ramazan Akyürek, kendi isteğiyle Ankara Emniyeti Araştırma Planlama Kurulu’nda uzman olarak çalışıyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler aradan geçen 5 senede 4. yıldızını da alıp terfi etti; o da Araştırma ve Planlama Kurulu uzmanı... Cinayete göz yumulmasında ve ardından cinayetin örtbas edilmesindeki rolü gündeme gelen, dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, Mart'ta İstanbul İstihbarat Şube Müdürü görevinden alındı. Bu görevde yıllarca Ergenekon benzeri siyasi operasyonları düzenleyen dar ekibin başta gelen üyelerinden biriydi. Şimdi Tanık Koruma ve Bomba İmha Şubelerinden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı. Dink'i makamında tehdit ettiren dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, Yalova Vali Yardımcısı. Güngör'ün makamında Dink'i tehdit eden iki MİT görevlisi Handan Selçuk ve Özer Yılmaz hakkında ise hiçbir soruşturma yapılmadı.
Liste uzayıp gidiyor. Bir tek, cinayetten haberdar olmasına rağmen en azından buna göz yumduğunu bildiğimiz dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz ile İl Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Yüzbaşı Metin Yıldız ve 4 sanık ufak cezalar aldılar.
Ve bu tabloya rağmen, 17 Ocak'taki kararın ardından Hrant'ın Arkadaşları'ndan bazı isimler, hâlâ AKP'ye toz kondurmamakta kararlı. Bu "arkadaşlar"dan Oral Çalışlar, kararın açıklanmasından bir gün sonra yazdığı yazıda "Hrant Dink'in darbecilerle mücadelede AKP'yi hep desteklediğini" söylüyor, "Dink'i öldürenlerin Erdoğan'ı da öldürmeye çalıştıklarını" iddia ediyordu. Dink'in öldürülmesinden sonra bir süre Agos'taki Genel Yayın Yönetmenliği görevinin verildiği Etyen Mahçupyan, tüm yolları AKP tarafından kesilmiş bu davanın böyle bitmesinin faturasını akıl almaz bir zorlamayla PKK'ye kesiyor, "PKK ve Kürt meselesi olmasaydı Hrant Dink davasında daha cesur karar verilirdi" diyordu.
"Arkadaşlar"dan bazıları, aslında cinayetin, şimdiye kadar sorumluluğu ortaya çıkmış kesimler arasında tek bir tarafa, "ulusalcı" olarak kodlananlara yıkılmasını planlıyorlar. Oysa özellikle Nedim Şener'in iki kitabında ortaya koyduğu üzere, cemaat yanlısı polislerin aktif olarak cinayete daha fazla dahil oldukları görülüyor, ancak bunlar büyük oranda gözden kaçırılıyor. Cinayet Ergenekon'a bağlanıp Veli Küçük-Kemal Kerinçsiz gibi milliyetçilere bağlansa, Hrant'ın Arkadaşları'nın büyük kısmı bu kampanyayı bitirecekler.
Davanın 5 sene sonra kapatılmasına rağmen sürdürülen bu AKP'ye toz kondurmama halinin arkasında, Türkiye'de yaşanan baskıların odağında Ergenekon denilen bir yapıyı ve askeri vesayeti görmek ve AKP'yi, bununla mücadele eden fakat yeterince gözüpek davranamayan bir demokrasi havarisi olarak algılamak yatıyor. 17 Ocak'ta kararın verilmesinden hemen sonra yaptığı açıklamada Dink ailesi avukatlarından Fethiye Çetin "Daha düne kadar devletin ötekisi ve hedefi olanlar ve bugünün egemenleri, bugün kendilerini ötekileştirenlerle ittifak kurmuş görünüyorlar. Ama bilsinler ki bu ittifak geçicidir" derken, 10 senedir ülkeyi tek başına yöneten ve bürokrasi içerisinde yandaşları dışındaki tüm odakları tasfiye etmiş olan AKP'yi hâlâ muktedir değil, birtakım karanlık kuvvetlerin "müttefiki" gördüğünü ortaya koyuyordu.
Bu tavır, Hrant'ın Arkadaşları'nı "dava Ergenekon'a bağlanmalıydı" tezine götürüyor. "Arkadaşlar"dan Ufuk Uras, dava sonrası yaptığı açıklamalarda bundan yakınıyor, "Hrant'ı tehdit edenler şu anda Ergenekon'dan tutuklu" diyerek, cinayet adresini Silivri olarak gösteriyordu. Uras'ın açıklamalarında, cinayetteki rolü sayısız kanıtla ortaya konmuş olan Gülen cemaatiyle ilişkili Akyürek, Yılmazer gibi polisler hakkında dişe dokunur bir şey geçmiyordu.
Bu kişiler, aslında cinayetin, şimdiye kadar sorumluluğu ortaya çıkmış kesimler arasında tek bir tarafa, "ulusalcı" olarak kodlananlara yıkılmasını planlıyorlar. Oysa özellikle Nedim Şener'in iki kitabında ortaya koyduğu üzere, cemaat yanlısı polislerin aktif olarak cinayete daha fazla dahil oldukları görülüyor, ancak bunlar büyük oranda gözden kaçırılıyor. Cinayet Ergenekon'a bağlanıp Veli Küçük-Kemal Kerinçsiz gibi milliyetçilere bağlansa, Hrant'ın Arkadaşları'nın büyük kısmı bu kampanyayı bitirecekler.
AİHM savunması ve Ali Bayramoğlu
Hrant'ın Arkadaşları arasındaki bu AKP sevdalısı isimlerin sevdalarının boyutlarını algılamak için, o kötü şöhretli AİHM savunması vakasını hatırlamakta yarar var. Dink’in eşi Rakel, kızları Delal ve Sera, oğlu Arat ve kardeşi Hosrof Dink, "Hrant Dink’in polis ve jandarmanın suikast hazırlığını önceden bilmesine rağmen öldürüldüğü" gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurmuşlardı. Hükümet AİHM'e gönderdiği savunmada Dink'in 301. maddeden ceza aldığı yazısını "Nazi propagandasıyla" bir tutan bir savunma yapmış ve cezayı hak ettiğini ima etmişti.
Cinayetin üzerinden 3 buçuk sene geçmişken açığa çıkan bu olay, tam bir rezaletti. Vahim savunmayı, Vatan gazetesi muhabiri Kemal Göktaş haberleştirmişti. Fakat Hrant'ın liberal arkadaşlarından neredeyse çıt çıkmadı. Neredeyse diyoruz, çünkü çıt çıkaranlar da vardı. Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, bu skandal savunmadan sonra hükümeti değil haberi yapan gazeteci Kemal Göktaş’ı suçlayarak, “10 aydır Dink dosyasında duran AİHM’deki devlet savunması, nedense en kritik zamanda dosyadan çıkartılıyor ve basına veriliyor, bu yolla hükümet Dink cinayetinde tekrar hedefe konmaya çalışıyor” dedi.
Hrant'ın "hükümetin tekrar hedefe konmasını engellemeye çalışan" arkadaşı Ali Bayramoğlu, Hrant'ın Arkadaşları arasında o kadar muteber bir kişiydi ki, Uluslararası Hrant Dink Ödülleri jürisinde de kendisine yer verilecekti.
Bayramoğlu'nun "hükümeti hedef gösteriyorlar" yakınması, birden ağızdan kaçırılmış bir söz falan değil. Basbayağı, "kitabı yazılan" bir argüman. Kitabı yazılan, çünkü Bugün gazetesinin Ankara temsilcisi Adem Yavuz Arslan'ın çıkardığı "Bi Ermeni Var" kitabında aynen bu tez işleniyor, cinayette cemaatçi polislerin rolü örtbas edilip, iş polis içindeki diğer "İstanbul" ekibi, jandarma ve Ergenekoncular'ın üzerine yıkılmak isteniyordu. Zaman gazetesi yazarı Bülent Korucu da kitapla ilgili yazısında misyoner cinayetleri ve Dink suikastinin asıl amacının AKP’yi yıpratmak olduğunu iddia ediyordu.
Bir kere AKP, "birinci cumhuriyeti yıkan demokrasi havarisi" olarak kabul edildiğinde, liberal akıllar ciddi ciddi AKP'ye karşı en ufak eleştiride bir çeşit "Ergenekon komplosu" görüyorlar. Kemal Göktaş'ın blogunda aktardığına göre, söz konusu olaydan sonra Ali Bayramoğlu, Göktaş'ı arayıp "haberi ilk yazanın sen olduğunu bilmiyordum" diyerek özür dilemiş. Ancak tabii bu özrünü, iddiasını yaptığı gibi köşesinde yazmadı ve sonuçta AKP'nin o rezalet savunmasının yapılması değil, haberleştirilmesi günah oldu. Korucu'yla birlikte okuyunca, hani neredeyse Göktaş'ı, Dink cinayetlerini işleyenlerle aynı konuma oturtan bir günah…
Ödül ve Alper Görmüş
Ali Bayramoğlu'nun da içinde olduğu Hrant Dink Vakfı'nın ödül komitesi, 2009'daki ödülü Taraf yazarı Alper Görmüş'e verdi. Görmüş'e ödül verilmesi, Hrant'ın Arkadaşları içerisinde öne çıkan siyasi çizgi düşünüldüğünde aslında çok tutarlıydı. Görmüş, AKP'nin yürüttüğü Ergenekon ve benzeri siyasi operasyonlara verdiği büyük destekle tanınıyordu.
Yabancı basına Türkiye'de basın özgürlüğü üzerine yazı yazıp, AKP'ye tek kelime etmeden gazetecileri suçlayan bir "gazeteciye" Hrant Dink Ödülü verilmesi, Hrant'ın değil AKP'nin arkadaşı olanlara yakışırdı doğrusu.
Öyle destek veriyordu ki, cinayetin aydınlatılmasında kuşkusuz en fazla emeği geçmiş gazeteciyi, Nedim Şener'i, cinayeti işlediği iddia edilen Ergenekon örgütünün üyesi olarak yargılayan davaya dahi arka çıkıyordu. Haziran ayında Alman Der Tagesspiegel gazetesinde çıkan yazısında Türkiye'de yüzlerce gazeteci yargılanmasına rağmen, bunların büyük kısmının aslında hükümete değil, darbecilere dair haber yaptıkları için yargılandıklarını iddia ediyordu. Artık sayısı 100'ü bulan tutuklu gazeteciler arasında tek bir tane "darbecileri eleştiren" gazeteci olmamasına, dahası aslında bu eleştirinin bugün Türkiye'de en kolay yapılan eleştiri olduğuna değinmiyordu dahi.
Daha fenası, Ahmet Şık'ın o sıralarda henüz yayımlanmamış kitabının "örgütsel doküman olduğu ve Ergenekon tarafından yazdırıldığı" şeklindeki savcı iddialarını "bulgu" olarak aktarıyor ve kitabın toplatılması kararını, sadece "yasanın katı bir yorumu" olarak niteliyordu. Görmüş, "Bence, Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tutuklanmaları; Adalet ve Kalkınma Partisi ile Gülen cemaatini 'iç düşman' olarak kodlayıp boğmaya çalışma hedefi doğrultusunda araçsallaştırmaya son derece elverişli olduğu için bu kadar büyütüldü" diye ekleyerek, aynı argümanı sürdürüyordu: Hedef AKP'yi zayıflatmak…
Yabancı basına Türkiye'de basın özgürlüğü üzerine yazı yazıp, AKP'ye tek kelime etmeden gazetecileri suçlayan bir "gazeteciye" Hrant Dink Ödülü verilmesi, Hrant'ın değil AKP'nin arkadaşı olanlara yakışırdı doğrusu.
Ödül ve Ahmet Altan
Hrant Dink Ödülü'nün Görmüş'e verilmesi tepki yaratmıştı yaratmasına ama, 2011'de Ahmet Altan'a verilmesi deyim yerindeyse infial uyandırdı. En büyük tepki de, seneler geçmesine rağmen halen ödülün Nedim Şener'e verilmemiş olmasınaydı. Ogün Samast 20 yılla yargılanırken, Dink kitapları nedeniyle 32,5 yıl hapisle yargılanan Nedim Şener yerine, ödül yerine Ahmet Altan seçilmişti. Altan ve Genel Yayın Yönetmeni olduğu gazetesi Taraf, aksine, Şener'in, Ahmet Şık'ın, Odatv'cilerin Ergenekoncu olduklarını kanıtlamak için var gücüyle çalışıyordu.
Altan'ın Taraf'ı, Dink davasıyla doğrudan ilgili meselelerde bile, AKP'yi kollamayı ihmal etmemişti. Kemal Göktaş'ın yukarıda bahsettiğimiz vahim AİHM savunmasına dair haberi ertesi gün tüm gazetelerde yer bulurken, sadece Taraf'ta konuyla ilgili tek satır çıkmamıştı. Alper Görmüş, bu durumu "Sorumlu arkadaşlarla görüştüm; tahmin ettiğim gibi ‘amatörlük, telaş, disiplinsiz çalışma, yaz tatili kadrosuzluğu, v.b’den oluşan bir paketin azizliğine uğramışlardı ve sonuç onları da üzmüştü" diye savunmaya kalkıştı ama, olaydan iki gün sonra bu defa konuyu “AİHM Savunmasında Dink Ayarı” başlığıyla haber yaptıran Ahmet Altan, haberde "Ankara’nın gönderdiği savunmanın hükümeti harekete geçirdiğini" söyletiyor, suçu ise, kim olduğu belli olmayan "Ankara"ya atıyordu.
Gazete, cinayeti tek bir kesime, Ergenekon'a yıkma politikasının takipçilerinden biriydi. Öyle ki gazete, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun incelemeleri sonucu oluşturduğu raporların jandarmayla ilgili kısımlarını yayınlayıp, polisle ilgili kısımlarına hiç yer vermemişti.
Gazetenin AKP destekçiliği, gerçekten kuvvetliydi. Devletin diğer kurumlarındaki odaklarla mücadelesinde AKP'nin desteklenmesi bir yana, Taraf, emekçilerin AKP'ye karşı mücadelelerini de acımasızca mahkûm ediyordu. 17 Ocak'taki kararın ertesi günü yazdığı yazıda Ahmet Altan AKP döneminin üç büyük cinayeti olarak Hrant Dink ve Behçet Oktay cinayetleri ile Uludere katliamını sayıyor, Metin Lokumcu aklına dahi gelmiyordu. Bu aslında normaldi, çünkü gazetesinin bir diğer yazarı (ve Hrant'ın Arkadaşları'nın birçoğunun fikri lideri) Murat Belge, Metin Lokumcu ve Hopa'daki eylemcileri "Ergenekoncu çevresinden" olmakla suçluyordu.
Taraf, haklılığı tüm Türkiye halkınca teslim edilmiş Tekel işçilerinin direnişini bile görmedi, doğru düzgün haberleştirmedi, yaptığı ufacık haberlerin de AKP'ye zarar vermemesi için çok dikkatli bir dil kullandı.
BBP kollayıcılığı
Hrant'ın Arkadaşları'nın bir kısmının Hrant davasındaki tutumlarının ikiyüzlü olduğunu ve AKP sevdasıyla biçimlendiğini anlamak için en iyi turnusol kağıtlarından biri BBP ile ilgili söyledikleri. Dink cinayetinde kullanılan tetikçilerin büyük kısmının Büyük Birlik Partisi ile ilişkili oldukları biliniyor. Erhan Tuncel'in, eski BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun arkasında fotoğrafı bulunuyor. Mahkemenin "delil yetersizliği" gerekçesiyle davayı sonlandırdığı gün bile Radikal gazetesinde İsmail Saymaz haberinde yeni bir delile işaret ediyor, polisin gizlediği telefon dinleme kayıtlarından, BBP'ye bağlı Alperen Ocakları'ndan kişilerin, 2006 yılında Türkiye'yi ziyaret eden Papa'ya karşı eylem hazırlıklarının çıktığını belirtiyordu.
17 Ocak'taki kararın ertesi günü yazdığı yazıda Ahmet Altan AKP döneminin üç büyük cinayeti olarak Hrant Dink ve Behçet Oktay cinayetleri ile Uludere katliamını sayıyor, Metin Lokumcu aklına dahi gelmiyordu. Bu aslında normaldi, çünkü gazetesinin bir diğer yazarı (ve Hrant'ın Arkadaşları'nın birçoğunun fikri lideri) Murat Belge, Metin Lokumcu ve Hopa'daki eylemcileri "Ergenekoncu çevresinden" olmakla suçluyordu.
BBP ve Alperen Ocakları'nın geçmişi, Türk-islam sentezini ön plana çıkaran ırkçılığı biliniyor. Bu kesimin Ermenileri, hıristiyanları, Papa'yı, misyonerleri namlusunun ucuna koymasında şaşıracak bir yan yok. Dink cinayetinde bu kişilerin tetikçi olarak seçilmesi de tesadüf değil. Polisle muhabbetlerini de gayet iyi açıklıyor.
Ancak BBP'li faşistler, azınlık düşmanlığında tek başlarına değiller. İsmail Saymaz'ın "Zirve Katliamı: Bir Milli Mutabakat Cinayeti" kitabında ortaya koyduğu tablo, olan biteni doğru bir biçimde gösteriyor: Türkiye'deki bu kirli katliamlarda, kendisine ulusalcı diyenlerden TSK'ya, polisten AKP kadrolarına, düzeni temsil eden geniş bir kesimin onayı var. Nasıl ki Dink, ölümünden önce "ulusalcılar" tarafından hedef gösterilip, cemaatçi polisler tarafından ölümüne göz yumulduysa, Zirve katliamı ve benzer olaylarda da böylesi bir durum var. (Fakat Dink cinayetinde şimdiye kadar ortaya konulabilen delillerin, cemaate yakın polislerin cinayetin hazırlanmasında da, karartılmasında da çok daha aktif bir tutum aldıklarını gösterdiğini not düşmek gerek.)
Peki niye bu BBP'liler bu kadar korunuyor? Anlamak için, bir "Hrant'ın Arkadaşı"nın, Etyen Mahçupyan'ın 25 Temmuz 2010'da Taraf'ta yazdığı yazısına bakalım. "Laiklik ve aptallık" başlıklı yazısında Mahçupyan "Kısacası açık bir gerçek var: Referandumda ‘evet’ demeye hazırlananlar demokrasi, hak ve özgürlükler açısından daha ‘ilerici’ olan kesim. ‘Hayır’cılar ise esas olarak bu alanlarda muhafazakâr ve bağnaz bir pozisyonu savunuyorlar. Kimler hangi tarafta diye sorduğumuzda ise modern tahayyülün pek de beklemediği bir tabloyla karşılaşıyoruz: AKP, SP ve BBP paketi destekliyorlar…" diyor, BBP'yi ilerici ilan ediyor, hayırcıları ise "aptal" olmakla itham ediyor.
Bir diğer "Hrant'ın arkadaşı" Baskın Oran, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün ardından, katıldığı bir televizyon programında, “eğer öldürülmeseydi benim de aralarında bulunduğum bir grup aydınla İzmir’in Şirince ilçesinde bir araya gelecekti” diyerek Yazıcıoğlu’nun tam demokrasi hidayetine erecekken öldürüldüğünü ima ediyordu. Oran, sonrasında Radikal 2’de yazdığı bir yazıda bu görüşmeden söz ederek, Yazıcıoğlu’nu, Mümtaz Soysal, Sabih Kanadoğlu ve Vural Savaş’la karşılaştırıp, “Buyurun, iki tarafı mukayese edin. Kim bu ülke için yeni çözümler araştırıyor, hangi taraf daha ‘ilerici’, karar verin. ‘Ulusalcılık’ nedir, daha iyi anlarsınız “ diye ekliyordu.
Tüm bu tavırlar, bize Hrant'ın Arkadaşları'ndan bazı isimlerin Dink davasının aydınlanması değil, bu davanın bir siyasi mücadele uğruna kullanılması kavgası verdiklerini tekrar tekrar hatırlatıyor. Ve elbette, bu AKP destekçiliğinin yolu, sol düşmanlığından geçiyor. Kemal Göktaş, bu sol düşmanlığına şu örneği veriyor: "Türkiye’de sol önemli bir birikime ve çeşitliliğe sahipken, Dink cinayetine ilişkin en önemli tepki sosyalistlerden gelmişken, Osman Can’ın Agos’taki söyleşisinde 'Solun Dink davasını sahiplenmesini bekleyemeyiz' diyebilmesi üzerinde de düşünmek gerekir. Solun bütün tonlarını, solculukla ilgisi olmayan ulusalcılıkla damgalayarak aynı torbaya koymak, başta kendisini “solcu” diye tanımlayan Dink’e haksızlık olsa gerek. Üstelik 'solun' bu davaya ilişkin desteğini görmemek için de siyasi kör olmak lazım. Sola karşı dili bu kadar sivri olan Can, aynı söyleşide, hükümetin bu davaya ilişkin bütün günahlarını basit gerekçelerle (AK Parti içindeki kanatlar!) temize çıkartırken ise oldukça ‘naif’ görünüyor."
Sonuçta karşımızda, liberalizm olarak kodlayabileceğimiz bir ideolojik bütün duruyor. Bunun içerisinde elbette birbirinden farklılıklar taşıyan kişiler, hatta DSİP gibi meczuplar bulunuyor. Ancak "Hrant'ın Arkadaşları" arasında bu ideolojide olanlar, "AKP'nin Arkadaşı" olma ortak noktasında buluşuyor.
(soL - Haber Merkezi)
Hits: 1350