CHP içindeki kaynama taşma derecesine vardı. CHP hakkında daha önce de, soL portalda, Komünist'te, Sol dergisinde yazdım. Hatırlatarak başlayayım.
Bir: Kılıçdaroğlu ile gelen “yenilenme” partinin İkinci Cumhuriyete uyarlanmasıydı. “İkinci Cumhuriyetin Halk Partisi” oluşuyordu.
İki: Yani bu, CHP'nin hep sola pazarlanma adeti dışında, gerçekte sağ bir açılımdı. Somut olarak CHP “AKP'lileşiyordu.”
Üç: Genel olarak sağ bir proje olması nedeniyle değil, özel olarak CHP'nin AKP'ye benzemesi nedeniyle Kılıçdaroğlu açılımı boşa düşmeye mahkumdu. Aslı varken taklidini kim ne yapsın, denir ya...
Dört: CHP stratejisi sanki partinin AKP'ye benzetilmesi, sonra da batıdan esen rüzgarların ampulü parlatmak yerine altı oku sivriltmesini ummak üzerine kuruluydu. Bir gün gelecek, batılılar AKP'ye verdikleri desteği çekeceklerdi (!) CHP'de bundan başka önemli bir düşünsel öğe öne çıkmadı. Düşünsel üretkenliklerini CHP'ye taşıyan kimi marksistlerse hızla önemsizleştirildi.
Konumuz emperyalizmin iyi mi kötü mü olduğu değil. Konu, CHP'nin, emperyalizmin Türkiye siyasetine bu ölçüde belirleyici biçimde müdahale etmesini içine sindirmesi, “içe sindirmek” ne söz, bundan yararlanmayı düşünmesidir.
CHP bu çizginin dışına yakın zamanlarda bir tek 1 Mart 2003 tezkeresinde çıkmıştı. Emperyalizmin Türkiye'deki belirleyiciliği giderek artıyordu; ve bana sorarsanız, Baykal'ın vadesi 2003 baharında böyle dolmuş oldu. Sonraki yıllarda, emperyalizme uyumsuzluk etmiş CHP'nin bağışlanmayı beklemesi tamamen boştu. CHP ülkedeki değişimin derin, tarihsel niteliğini algılayamadı. Ulus-devlet ve modernizm denkleminden çıkması olanaksız bir partidir CHP. Küreselleşmenin reddettiği buydu ve sorun “işbirlikçi bir ulus-devletçilik”le, “tarikatlarla barışan bir modernizm”le giderilemezdi. Bu çağda altı ok sivriltilemezdi, kaderi kırılmaktı.
Tezkereyi geçiremeyen AKP çuvalla ve parayla terbiye edildi. CHP muhalefette olduğu için terbiye edilme mekanizmalarına yanaşamadı bile. Ama af beklentisi, CHP'yi, Türkiye'de emperyalizme karşı mücadelenin bulunmaz olanaklarının ortaya çıktığı 2003-2007 dönemini tepmeye götürdü. Bu dönem özelleştirmelerin dönemidir; özelleştirmeler yabancı sermayeyi mutlak egemenliğe taşımıştır. Türkiye birkaç yıl önce “IMF'nin tahsildarı” diyerek kustuğu Derviş ekonomisini restore etti. Irak'taki Amerikan işgaline karşı “mazlum halk” karakterinden ve ekonomi üstündeki negatif etkilerden kaynaklanan tepkiler zor bela geriletilebildi. Milliyetçi kesimler “terör”ü ABD'ye bağlayarak anti-Amerikancılığa eklemlenirken, Kürt kamuoyu Öcalan'ın yakalanmasının bir Amerikan senaryosu ve uygulaması olduğunun bilincine ermişti. Cumhuriyet mitinglerinin anti-emperyalist motiflerin de yükselişine sahne ve vesile olduğunu söyleyebiliriz. Ergenekon kovuşturmalarından anlaşıldığı gibi, eski Asker Partisi o aralar Öcalan'la dahi dirsek temasına geçerek tüm bu tepkileri soğurmayı deniyordu... CHP ise Washington'u bekledi.
Benzer bir film gericilik bahsinde de görüldü. Gericiliğe karşı mücadelenin zengin olanakları da CHP tarafından tepildi.
Yani Baykal'ı deviren bir video değildi aslında. Yönsüzlüktü.
Bugün de CHP'nin sorunu bir bütün olarak, yani bütün kesimleri kapsayan bir biçimde, yönsüzlük. Diyelim, CHP'de bir dizi unsur partinin sola açılmak yerine rejime uyarlandığını yeni fark etti ve buna karşı direnilecek... Örneğin Türkiye'nin tarihsel modernist kazanımlarının simgesi olarak Mustafa Kemal'in tasfiyesine karşı çıkılacak... Peki, güzel...
Bunu bağımsızlık savaşı ve laikleşme cephelerinde yapmayıp, Suriye yönüne esen savaş rüzgarlarına, depremin dondurucu soğuğuna yönelmeyip, bazı milletvekillerinin hapiste tutulmasını, bazılarının da kürsüde dövülmelerini pas geçip Dersim'e gitmek diye bir “yön” olabilir mi?
Dünyanın neresi olursa olsun, kriz, deprem, iç savaş gerçeği ve dış savaş tehdidi yaşayan bir ülkede, yüzde elli oy alan bir hükümetin az ya da çok gerilemesi ve ana muhalefetin az ya da çok büyümesi kural olmalıdır. CHP'nin seçimden bu yana geçen beş ayda, tek başarısı bu kuralı geçersizleştirmek oldu.
(SolHaber)