SON yirmi yılın en çok kullanılan ve özellikle “irtica” ve “bölünme” sözcükleriyle birlikte kullanıldığı zaman çarpıcı bir anlam kazanıp muhatabını ezip geçen “paranoya” sözcüğü artık kullanılmaz oldu.
Ne oldu, irtica ve bölünme paranoyasına tutulanların nesli mi tükendi?
Hayır, paranoya sözcüğünü maymuncuk gibi kullanan kalemler de, paranoya olarak tanımladıkları iki tehlikenin geldiğini gördüler. Bu nedenle artık kullanamıyorlar.
İrtica, Suudi Arabistan’a gelemez çünkü anadan doğma irtica tarafından yönetilmektedir. İrtica denen şey, her zaman, İran molla devrimi gibi olmaz. Türkiye’deki gibi yavaş yavaş, aheste aheste gelir.
İKİYÜZLÜ SONUÇLAR
Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in başkanlığında, Bahçeşehir Üniversitesi tarafından yapılan “Dünya Değerler Araştırması”nın sonuçları irticanın kiracı olmaktan çıkıp ev sahibine dönüştüğünün acı bir kanıtı: Cumhuriyet vatandaşları şortlu komşu kızı (% 26) , eşcinsel (% 84) ve tanrıtanımaz (% 64) komşu istemiyormuş. Cumhuriyet vatandaşlarının % 81’i kendini dindar olarak tanımlıyormuş. Kendi ifadelerine göre, nüfusun % 87’si oruç tutuyormuş, % 70’i namaz kılıyormuş, % 97’si cehenneme inanıyormuş. Ramazanda lokantalar iftara kadar kapatılsın diyenlerin sayısı 2007’de % 39 iken, 2011’de % 44’e çıkmış.
İkiyüzlü sonuçlar: Aslında nüfusun % 87’si oruç tutmuyor, % 70’i namaz kılmıyor, ama öyle görünmek zorunda hissediyor. Ramazanda lokantalar neden kapansın, size ne? Oruç tutmak insan hakkı ise, tutmamak insan hakkı değil mi? Bir kadın oruç tutmadığı için linç edilme tehlikesi yaşıyorsa, irtica gelmemiş midir?!
BÖLÜNME FİİLEN OLDU
İrtica konusunda paranoya sözcüğünü kullananlar kalmış olabilir ama bölünme konusunda artık kimse kullanamaz. Çünkü bölünme fiilen gerçekleşti.
2000’li yılların başından itibaren Kürtlere özgürlük ve tam demokrasi isteyenlerin slogan ve taleplerini inatla eleştiriyordum. Eleştirdiğim slogan ve taleplerin başında “Anadilde eğitim hakkı” geliyordu. Bu hak talebinin, sırasıyla, özerklik, federasyon ve bağımsızlık (ayrı devlet) evre ve aşamalarının habercisi olduğunu yazıyordum. Karşı taraf, “Vallah böyle bir niyetimiz yok!” diye şirinlik yapıyordu.
Ben de “Özerklik, federasyon ve ayrı devlet istemiyorsan, anadilde eğitim-öğretim hakkını ne yapacaksın?” diye soruyordum. Ben bunları yazıp söylerken, beni paranoyak olmakla suçlayanlar, şimdi özerkliğe yol açan bir demokrasinin kabul edilemeyeceğini söylüyorlar.
Aslında ben, kendini bir başka “millet” olarak tanımlayan bir topluluğun özerklik, federasyon ya da bağımsızlık taleplerine karşı çıkmam. Ancak bunun evrensel ve uluslararası yolu yöntemi vardır. O sıralar benim bir tek derdim vardı: Özerklik, federasyon ya da bağımsızlık istemeyenlerin, “anadilde eğitim-öğretim hakkı” sloganı yerine “anadilin özgürce öğrenilmesi hakkı” dövizini kullanmalarının zorunlu olduğunu anlatmaya çalışıyordum.
Ama artık Türkiye bölünmüştür, üniter devlet gerçekliğini ve geçerliliğini yitirmek üzeredir.
BİRLİK DİKİŞ TUTMAZ
Bir kez daha yazıyorum: Ben ayrılmak isteyenin bu isteğine karşı değilim. Çünkü bu duygudan sonra birlik elbisesi dar gelir, artık dikiş tutmaz. Anadilde eğitim hakkı ile özerklik statüsü, bağımsızlık yolunun ilk aşamasıdır. Bölünmezlikten, üniter devletten söz edilmesin!
Özerklik ile anadili özgürce öğrenmek hakkı birlikte olabilir. Özerklik ile birlikte istenen anadilde öğrenim hakkı bağımsızlığa giden yolun ilk durağıdır. İkinci durak federasyondur. Aradaki farkı bilmeden ezbere konuşmamak gerekir.
(Hürriyet 10.08.2011)