Dünkü gazetelerde 23 Nisan dolayısıyla her yıl olduğu gibi ülkemizdeki çocukların içinde bulunduğu koşullara ve çocuk işçiliğine ilişkin haberler vardı. Ancak bunlar kadar önemli olan ve manşetlerde yer alması gereken bir başka haberi aradı gözlerim...
Çünkü 22 Nisan’da psikolog, psikiyatrist, sinirbilimci ve eğitim bilimciler, Türkiye’de çocukların karşı karşıya olduğu en önemli tehlikeyi bilimsel olarak ortaya koydu.
Yayımlanan ortak bildiride, çocukların maruz kaldığı zorunlu din eğitimi, 4-6 yaş Kuran kursları ve ÇEDES gibi projelerle okullara din görevlilerinin atanması gibi uygulamalar hakkında önemli uyarılar vardı.
Bildiride altı çizilecek bölümlerden birisi, ahiret, günah, şeytan, cehennem gibi soyut kavramları anlamayan çocuklarda yaratabileceği etkiyi ortaya koymuş.
Örneğin çocukların “Cehennemde yanarsın” sözünü duyduklarında, günlük yaşantılarındaki en ufak bir hatalarında cayır cayır yanacaklarını düşünebileceği belirtilmiş. Hatalı davranışlar, “Allah günah yazar, cezalandırır” gibi söylemlerle engellendiğinde ise çocuğun davranış ve düşüncesinde amaç, cezadan kurtulmak olacağından tutarlı bir vicdan gelişiminin olanaklı olmayacağı vurgulanmış.
Diyanet’in 2024-2028 Stratejik Plan belgesinde 4-6 yaşları arasındaki 1 milyon 322 bin çocuğa dini eğitim verildiği ve bunun üç katına çıkarılmasının hedeflendiğinin açıklandığı da düşünülürse, eğitimdeki dinselleşmenin kitlesel bir çocuk istismarına dönüştüğü yüksek sesle söylenmelidir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nı çocuklara armağan eden bir ülkede, bilim insanlarının bildirisi de bu çerçevede toplumu uyarıyor.
Bildiride altını çizdiğim cümlelerden biri de şuydu:
“Bu durum çocuğun ileride ergenlik ve yetişkinlikte kendi iradesi ile karar verip hareket eden değil, güçlü gördüğü ya da korktuğu kişi ve grupların kontrolüne boyun eğen bir kişilik geliştirmesine neden olur.”
Bu cümle, eğitimdeki dincileşmenin hızlandırılmasının ardındaki temel nedeni ortaya çıkarıyor. Çünkü asıl amaç, karşıdevrim tarikatına mürit yetiştirmek! Cumhuriyet Devrimi’nin değerlerine uzak, kendini ümmet toplumunun bir üyesi olarak gören, laikliği ağzına bile almayan, sorgulamayıp sadece biat eden, siyasal İslamcı iktidarların peşinde ve tarikatların cenderesinde sıkışıp kalmış bir insan modeli yaratılmak isteniyor.
Üzerinde padişahın herhangi bir etkisinin ve yetkisinin olmadığı ilk Meclis’in açılışının 104. yılında, hem çocukların hem de Türkiye’nin önündeki en önemli sorun eğitimdeki dincileşmedir.
Tam bu noktada, geçen hafta 84. kuruluş yıldönümünü kutladığımız Köy Enstitülerinin 1954’te kapatıldıktan sonra nasıl içimizde derin bir sızıya dönüştüğünü de hatırlamalıyız. Yüzyıllardır padişahın kulları olarak yaşayan, karanlıkta bırakılan Anadolu köylüsüne yurttaşlık bilincinin aşılanmasının aracıydı o okullar.
Cumhuriyet Devriminin sürdürücüsü yeni insanı yaratmanın aracı olan özgün Köy Enstitüleri sistemi yok edilerek, bugün çoğunluğunu imam hatip okullarının oluşturduğu, tarikatların ve cemaatlerin egemen olduğu bir eğitim sistemi kuruldu.
Ortaçağı yaşayan Anadolu köylerinde uygarlık yaratmanın öyküsü, emperyalizmle el ele veren gericilerin yüzünden karşı devrime mürit yaratmanın öyküsüne dönüştürüldü. Bu karanlığı tersine çevirip Köy Enstitülerini canlandıramazsak, çocukları tarikatların elinden kurtaramazsak laik Cumhuriyeti sahiplenip yaşatacak insanı yetiştiremeyiz!