Torba torba yasalar aracılığıyla çalışan bir Meclis’imiz var uzunca bir süredir.
Hükümet birbiriyle alakasız, birbiriyle bağlantısız onca düzenlemeyi bir araya getirip Meclis’e yolluyor; muhalefet biraz dirense de, eninde sonunda hepsi bir torbanın içinde yasalaşıveriyor.
Son torba yasamız geçtiğimiz günlerde Meclis’ten geçti ve “hızlı yürütme” ilkesi uyarınca 24 saat geçmeden de Köşk tarafından -Ak Saray tarafından mı demeli artık?- imzalandı.
Yasanın öyle bir maddesi var ki hemen bütün uzmanlarca “hukuk devletinin tabutuna son çivi” olarak değerlendiriliyor.
Buna göre, işten atılan devlet çalışanları mahkemeye başvurup bunu iptal ettirseler bile, mahkeme kararı 2 yıl boyunca uygulanmayabilecek, kararı uygulamayanlara da herhangi bir yaptırım söz konusu olmayacak.
Anlayacağınız, yeni Türkiye’de yasalara uymamanın bir yaptırımının olmadığı yine bir yasa maddesi aracılığıyla yasallaştırılmış oldu böylece.
Takdir-i ilahi mi demeli, tam da 12 Eylül’ün 34. Yılına denk geldi söz konusu yasanın maddeleşmesi ve hepimiz “neyse ki darbelerle hesaplaştık, sivilleştik, vesayetten kurtulduk” diye şükrettik bir kez daha.
Şaka bir yana, “12 Eylül sürüyor” sözünün içinin boş olmadığı, inşa edilmekte olan rejimin 12 Eylül’ün izinden gittiği söz konusu maddenin yasalaşma biçimiyle ve maddenin içeriğiyle bir kez daha tescillenmiş oldu.
12 Eylül’ün siyasi mantığı iki kelimeyle özetlendiğinde “güçlü yürütme” idi.
Parlamentonun, yani yasamanın bir dekor haline geldiği, yürütmenin sınırsızca hareket edebildiği ve icraatlarının yargı denetiminden kaçırıldığı bir rejim tahayyül ediyordu 12 Eylül.
Önce “demokrasinin yıldızları”ndan Özal devam ettirdi bu mantığı; ülkeyi “Kanun Hükmünde Kararnameler”le yönetti ve şimdi sıra “milletin adamı”na geldi: O da torba yasalarla yönetiyor.
Yalçın Küçük demokrasi için “yavaşlık rejimidir” der.
Bir siyasal rejimde kararlar ne kadar hızlı alınıyor, kanun maddeleri ne kadar çabuk yasalaşıyorsa; bu, kamuoyundan bir şeylerin kaçırıldığı, tartışmanın üzerinin örtülmek istendiği anlamına gelir.
Siyasal kararların ışık hızıyla alındığı ve uygulamaya geçirildiği yeni Türkiye’de tam da bu nedenle demokrasiden söz etmek mümkün değildir; çünkü “hız varsa, demokrasi yoktur.”
Kanun Hükmünde Kararnamelerden torba yasalara 12 Eylül zihniyeti hükmünü sürdürüyorken ve üstelik 12 Eylül işkencecileri için açılmış bir dava zaman aşımından düşmüşken, nurtopu gibi bir “darbe davamız” oldu bu esnada.
Yeni Türkiye, dünyada eşi benzerine rastlamanın mümkün olmayacağı bir şekilde, bir taraftar grubunun, Çarşı’nın yöneticilerine “demokratik olmayan yöntemlerle hükümeti yıkmaya teşebbüs”ten, yani darbeye kalkışmaktan, müebbet hapis istemiyle dava açtı.
Komik gibi görünse de yeni Türkiye’nin mantığının tam da bu olduğunu söyleyebiliriz aslında.
Yeni Türkiye’de demokrasi sandığa indirgenmiş ve sandığa gidip oy vermek dışındaki bütün siyasal eylemler, neredeyse suç ve gayrimeşru ilan edilmiş durumda çünkü.
Bu da yine 12 Eylül zihniyetinin devamına dair bir işaret.
Halk dört yılda bir sandığa gitsin, oyunu atsın, onun dışında etliye sütlüye karışmasın, yürütme istediğini yapsın, yasama dekordan ibaret hale gelsin, yargının gücü sınırlansın, güçler ayrılığı ve hukuk devleti kâğıt üzerinde kalsın…
“Süreklileşmiş darbe rejimi” doğru bir adlandırma olabilir bu durumu anlatmak için ve süreklileşmiş darbe rejiminde, demokratik haklarını kullanmak için sokağa çıkanları, darbecilikle suçlayarak müebbet hapisle yargılamak, gayet doğaldır artık.