Fukuyama, bir söyleşide (Merrill Lynch, Nisan 2001), “Amerika dünyadaki en ileri kapitalist toplumdur, kurumları piyasa güçlerinin mantıksal evriminin ifadesidir... Küreselleşmenin motoru piyasa güçleri olduğuna göre, küreselleşmenin Amerikanlaşmayı getirmesi kaçınılmazdır” diyordu.
Bakû’da Avrasya Sosyal Bilimler Forumu başlıklı bir konferanstaydık (Ekim 2012). Azerbaycanlı bir ekonomi profesörü sunuşunda “bize geleceğiniz piyasa ekonomisi, küreselleşme dediler. Oraya geldik peki buradan nereye gideceğiz?” diye soruyordu.
“Bir türü anlamak için o türün en gelişmiş biçimine bakmak gerekir” ilkesi üzerinden, Fukuyama’ya dönersek, bugünün kapitalizmini, gitmekte olduğu yönü daha iyi anlamak için, Amerika’ya bakabiliriz diye düşünüyorum.
Zenginler, yoksullar
Önce genel resme bir bakalım. Yatırım bankası Credit Suiss’in yayımladığı Global Servet Raporu (2013), dünyanın toplam servetinin, dünyanın yetişkin nüfusu arasındaki dağılımına bakıyor. Bu rapora göre dünya yetişkin nüfusunun yüzde 8.4’ü (393 milyon kişi) dünya toplam servetinin yüzde 83.3’üne sahip (yaklaşık 200 trilyon dolar). Bunların içinde 32 milyon yetişkinin serveti 1 milyon doların üstünde. Bunlar dünya yetişkin nüfusunun binde 7’sini oluşturuyorlar. Bunların içinde serveti 100 milyon doların üzerinde 34 bin yetişkin var. Demek ki, dünya yetişkin nüfusunun yüzde 91.6’sı toplam servetin yalnızca yüzde 17’sini paylaşıyor.
Peki bu “yoksul” kesimin, esas olarak ücretle çalışanlardan oluştuğu varsayabilir: Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2012/2013 Küresel Ücret Raporu’na göre krizin başladığı 2007 yılında, gerçek ücretlerdeki yıllık küresel ortalama artış yüzde 3 (Çin’in etkisinden arındırılınca yüzde 2.3) olmuş. Bu oranlar 2008’de yüzde 1.1’e (ve yüzde 0.3) geriledikten sonra 2010’de 2.1’e yükselmiş (ve 1.1); 2011’de yine gerileyerek yüzde 1.2 (0.2) olmuş.
ILO Raporu’nun, milli gelir içinde ücretlilerin payını saptamaya çalışan ikinci bölümü, daha karanlık bir resim çizerek prodüktivite artışlarından ücretlerin yararlanamadığını, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde ücret artışlarıyla prodüktivite artışları arasındaki makasın 2000’li yıllarda, mali krizle birlikte hızlanarak açıldığını gösteriyor. Rapora göre hemen her yerde milli gelirin içinde emeğin payı, kriz öncesi dönemden başlayarak düşüyor. Rapora göre, bu bozulmada rol oynayan etkenlerin başında, ileri kapitalist ülkelerde, finansallaşma, sosyal hizmetlerin tasfiyesi, küreselleşme, ardından da teknolojik gelişmeler geliyor. Gelişmekte olan ülkelerde de finansallaşma ve küreselleşme olumsuz rol oynarken teknolojik gelişmenin olumlu bir etken olduğu görülüyor. Foreign Policy’de yazan Daniel Altman da “Rantiye Çağının” geri geldiğini vurgulayan yazısında, ülkelerin içinde gelir dağılımının giderek daha da bozulmakta olduğuna dikkat çekiyordu (21/07/2014).
Amazon ilk kurulurken sermaye koyan yatırımcılardan Nick Hanauer, bu gelir dağılımı bozulmasının olası siyasi sonuçları üzerine yazdığı “Yabalar biz Plütokratlar için geliyor” başlıklı denemesine, “Benim zilyoner arkadaşlarım” diye başlayarak, özetle “Beni dinleyiniz, ben de sizden, binde biri oluşturanlardan biriyim, böyle giderse millet yabaları kapıp kapıya dayanacak, her şeyi kaybedeceğiz... Daha fazla geç kalmadan asgari ücreti yüzde yüz arttıralım” diyordu (Politico, Temmuz/Ağustos, 2014). Nick’in “zilyoner” arkadaşları ne yapar bilemiyorum ama Amerikan devletinin “yabalarla gelecek olanlara” karşı hangi önlemleri almakta olduğunu geçen hafta pratikte gördük.
Ve askere benzemeye başlayan polisler
ABD’nin Missouri eyaletinde silahsız bir Siyahi gencin polis tarafından öldürülmesine karşı başlayan sokak protestolarında, polis, göstericilerin üzerine gaz bombaları, plastik mermiler, mayına karşı dayanıklı zırhlı araçlarla, helikopterlerle saldırdı. Polisin üzerindeki askeri kamuflaj, kurşun geçirmez yelekler, elindeki otomatik silahlar Amerikan polisinin giderek bir “isyanı bastırma ordusuna” dönüşmeye başladığına ilişkin yorumları destekliyordu. Araştırmacı Taylord Wofford’a göre, Amerikan Kongresi 1990’lardan bu yana, Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası kapsamında polisi artan oranda askeri teçhizatla donatıyor. Ulusal Lojistik Ajansı, ordunun ihtiyaç fazlası zırhlı personel taşıyıcı, mayına dayanıklı zırhlı araç (ederi 650,000-450.000 dolar), M16 gibi taarruz tüfekleri, el bombası fırlatıcıları, gece dürbünleri gibi “taktik malzemeyi” polise transfer ediyormuş (Newsweek, 14/08).
Bu transfer, yerel polis örgütleri için bir maliyet içermediğinden, gittikçe artan oranda polis örgütünün yapısı askerileşirken ilk kez 1960’larda isyanlara karşı kurulan SWAT’ların (Özel silahlar ve taktikler timi) sayısı hızla artıyormuş. İki araştırmacı gazeteci, Andrew Becker ve G.W. Schulz’un bulgularına göre, Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (Homeland Security) etkinlikleri bu süreci 34 milyar dolar harcayarak daha da hızlandırmış (Matthew Harwood, TomDispatch, 14/08).
Edward Snowden sayesinde, bu gelişmelerin yanı sıra ABD güvenlik-istihbarat kompleksinin, potansiyel yabancı düşmanların yanı sıra kendi vatandaşlarını da izlediğini, dinlediğini, verilerini topladığını öğrenmiştik. ABD Hava Kuvvetleri’nden emekli yarbayı ve araştırmacı William J. Astore, “Amerika seni istiyor” diyen ünlü askere alma afişine atıfla, “Amerika seni istemiyor, sana zaten çoktan sahip oldu” diyor, bireyler hakkında yaygın veri toplandığından hareket ederek artık özel yaşamın mahremiyeti diye bir şey kalmadığını savunuyor.
Peki bu yazının birinci ve ikinci bölümleri arasında nasıl bir ilişki var? “Amerika kimin çıkarlarına, tercihlerine göre yönetiliyor” sorusunun cevabı bu ilişkiyi kurmaya olanak veriyor. Bilmediğimiz bir şey değil ama Princeton Üniversitesi’nden Martin Gilens ile Northwestern Üniversitesi’nden Benjamin Page’in, 1700 ulusal politika konusu üzerinde yaptıkları araştırmanın bulguları etkileyici. Bu araştırma, “demokrasi” yalanının boyutlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Araştırmacılar bu politika konularında, iş çevrelerinin ve kitle temelli vatandaş çıkar gruplarının etkilerini ölçmüşler. Sonuçta, bu ilgili konularda yasaların yapılması sürecinde vatandaşların etkisinin ihmal edilecek kadar az olduğunu, bu konularda yasaların yapılması sürecinde, ekonomik seçkin gruplarının, iş çevrelerini temsil eden örgütlerin ABD yönetimi üzerinde büyük ve bağımsız bir etkisi olduğunu saptamışlar.
Zizek bir yazısında, demokrasi ile kapitalizm arasındaki ilişki çoktan koptu diyordu. Şimdi bu saptamaya, polisin askerleşmesini de ekleyebiliriz. Askeri vesayet kırıldı diye sevinen devlet ve sınıf cahillerinin dikkatine...