Laiklikte Büyük Kırılma
Hayır öyle az buz değil, bayağı bir kırılma söz konusu. 11 yıldır tartışma nasıl başladı, hangi aşamalardan geçti anımsayan var mı? Sizi kastetmiyorum, tabii ki unutmadınız! Yani laiklik üzerine tartışmaları... Yeni rejimin, yeni liderin hayranı, ayran, para pul, unvan, ekran köşe budalası yarım okumuş takım, laikliği önemseyenlere koro halinde “laikçiler” diye saldırıyordu...
Tabii burada kilit nokta, kim saldırttı ve ne adına hangi amaçla... Bunu da biliyorsunuz...
Neymiş, önemli olan liberalizm, liberal demokrasi, birey hakları imiş. Laikliği toplum, ülke yönetiminin, rejimin merkezine oturtursanız, demokrasi, liberalizm, birey ve hakları ortadan kalkar ve önemsenmezmiş. Katı laik tutum yani laikçilik diktatörlükmüş. Laikçilik esas Kemalist diktatörlüğün de temeliymiş. Laikçilik de Kemalist ideoloji de yıkılıp giderse demokrasi gelirmiş.
Şüphesiz bu “rejim tartışması” türban üzerinden başarıyla yapıldı ve bugün geldiğimiz nokta, yelkenlerini durmadan bir din devleti, ülkesi ve rejimi için dolduran bir iktidar yapılanmasıdır. Siyasal İslami yönetim, artık böyle bir ülke için, ilköğretimden itibaren insan yetiştiriyor. Laikliği fiili uygulamada devlet ve yönetim dışı bırakıyor.
Cumhuriyet’in dünkü manşeti, Diyanet’ten 5 bine yakın din görevlisinin devlete, öğretmenliğe yatay geçişini anlatıyordu. Son öğretmen atamalarında da temel bilimsel alanlarda o kadar öğretmen açığı varken ve hepsi atama beklerken 3 bin kadar kadronun neredeyse tamamı din öğretmenliği için kullanıldı. Dozu ve şiddeti neredeyse her gün artırıyor.
Başbakan durmadan tekrarlıyor: İslami bir gençlik yetiştireceğiz. Eğitimde yapılan neredeyse tüm değişikliklerin amacı bu. Yurttaşların çocuklarını nasıl yetiştireceği meselesini hakkını, hukukunu, iradesini devralan ve buna karar veren bir devlet, ne laik bir devlet ve hükümet olabilir ne de seküler bir toplum istemektedir.
Yaklaşık tanımı veya özü, dinin devlet ve siyaset işlerinden ayrılması demek olan laiklik, bu iktidarın parça parça yok ettiği bir ilke olmuştur. Başbakanlık makamında oturan bir yetkilinin, hem okul yönetimini hem aileleri seçmeli derslerde din derslerini seçmeleri konusunda uyarmaya zerre kadar hakkı yoktur ve bu tutumuyla anayasayı çiğnemektedir. Öyle ki din derslerini aktif olarak öğrencilere tavsiye etmedikleri gerekçesiyle öğretmenler hakkında soruşturma bile açılabilmekte. Bu kadar ayan beyan ve bu kadar utanmazca bir uygulama!
Laiklikte devlet okullarında sadece bilimsel bilgilere dayalı bir eğitim verebilir. Ama iktidar 4+4+4 eğitim yasasıyla, dini ölçek ve boyutuyla İslamileşmeyi yurttaşlara dayatıyor.
İktidar, dahası yerel yönetimler marifetiyle de toplumda seküler hayatın mezarını kazıyor, örneğin ramazanda Anadolu’da yemek yiyemeyen ve sürekli toplumsal dini bir baskı altında yaşadığını hisseden bir yurttaş, nasıl bir toplumda yaşıyor? Bir arada yaşama hoşgörüsünün temelleri dinamitleniyor. Özellikle Alevilere yapılan budur ve tam anlamıyla bir Sünni diktası hüküm sürüyor, ülke hem dinsel hem de mezhepsel parçalanıyor... İktidar Diyanet’i de fiilen toplumu İslamileştirmenin aracı olarak kullanıyor.
Bu iktidar, eğitim ve yönetim konusunda attığı her adımda “dini, İslami bir ölçü, ölçek, ilke, temel” ve kendine parasal bir fayda gözetiyor.
Toplumun çok farklı parçalarını bir arada tutan ve tutacak olan seküler toplum ve laik yönetim, büyük ölçüde sakatlanmıştır ve Türkiye’yi bir arada tutan bağlar baltalarla kesilmektedir.
Laikçilik diye bir şey yok. Laiklik ya vardır ya yoktur; laiklik kılık kıyafet tartışması değildir; ne yazık ki koskoca bir düşünce sistemi, demokrasi, kılık kıyafete indirgenmiş ve sonuçta bir tek adamın İslami diktatörlük sistemi inşa edilmiştir.
Laikçi diye sisteme saldıranların hepsi, İslamı bir güç ve yönetim aracı olarak bol bol kullanan bir diktatörlüğün temellerini inşa için kullanılan basit birer tuğlalardır.
Sevgili İlhan Taşcı tam da yukarıda anlattığım sistemin hukuk ve yargı aracıyla nasıl kurulduğunu ve işlediğini anlatan kitabı yazdı: Gizli Tanıdık! İlhan, kim bu gizli tanıklar, ne anlatıyorlar, diye soruyor ve yanıtını veriyor. İlhan’ın sergiledikleri bir hukuk ve yargı faciasıdır. Ancak keyfi bir yönetimde, bir diktatörlükte görülebilecek nitelikte olaylardır. Savcıların ve polisin kullandığı ve normal koşullarda hiçbirinin mahkeme olarak kabul edilemeyeceği “mahkeme”lerin de mahkûmiyet kararlarını dayandırdıkları “gizli tanıklar” yargının nasıl katledildiğinin yaşayan delilleridir!
İlhan’ın anlattıkları, bir diktatörlüğün, hukuku, yargıyı, insanları mahkûm etmek için sadece bir bahane olarak kullandığının resmi geçididir.
O kadar yani..
İktidar, İslami ve tek adam diktatörlüğünü, önemli ölçüde de yasalarla meşru temelde yargı eliyle yürütüyor. Yargı, iktidarın bir numaralı dönüştürme aracıdır. Silivri’de Ergenekon ve Balyoz davalarından mahkûm olan bütün masumlar da bu aracın kurbanları..
“Gizli Tanıdık” için İlhan’a koskoca bir teşekkür. Kitap sizleri bekliyor.
29 Eylül 2013 - Cumhuriyet