Baroyu, yiğit avukatlarımızı yazacaktım ki Ergenekon mütalaası patladı! Şu ülkeye bak... Neyse, baro dışarıda bekleyebilir; içeridekilere öncelik vereceğiz...
Savcı, kardeşim Mustafa Balbay, İlker Başbuğ, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Fatih Hilmioğlu, Erol Manisalı ve daha çok sayıda kişi için idam kararı verilmesini istedi… Şaşırdım mı, zerre kadar hayır; beklediğim buydu, aslan savcılar, siz orada oturduğunuz sürece biz hep haklı çıkacağız! İki seçenek vardı önlerinde.
İlki şuydu, o yüksek yerdeki kürsüden mahkemeye ve yargılananlara dönerek diyeceklerdi ki dün:
“Sayın mahkeme heyeti, sayın sanıklar... İddianamemizi açıkladıktan bu yana yıllar geçti.. Son ana kadar, son duruşmaya kadar bu umudumuzu koruduk, bir belge çıkacak ve işteeee Ergenekon Terör Örgütü diye takdim edeceğiz... Ama aradık taradık, sorduk soruşturduk, taktık takıştırdık, ne yazık ki şu Ergenekon isimli örgütü bulamadık... Ne liderini keşfedebildik ve ortaya çıkartabildik, ne üyelerini... Ne tüzüğü var ortada, ne talimatları... Ne başkanını keşfedebildik ne üyelerini... Ne şema var, ne emir, ne kumanda... Ortada hiçbir belge yok... Sadece bazılarının aralarındaki telefon görüşmelerine dayanarak, sadece bazılarının resmi ve yasal toplantılara katılmalarına bakarak… bunların darbe-terör örgütü olduğunu ileri sürdük... Ama geçen beş yıl içinde, bu iddiamızı kanıtlayan hiçbir belge bulamadık. Yüzlerce tanık dinledik, hiç kimse Ergenekon örgütünün adını duymadığını söyledi. Devletin resmi kurumlarından MİT’ten, Emniyet Müdürlüğü’nden, Genelkurmay’dan var mı böyle bir örgüt diye sorduk... Hepsi, bilmiyoruz, görmedik, duymadık dediler... Toronto’da yaşayan imam, pardon papaz da, bu bir siyasi projeydi, böyle bir örgüt yok, dedi... Son ana kadar umudumuzu koruduk ama şimdi işin sonuna geldik...
Gönlümüz hiç rahat olmasa da, böyle bir terör örgütünün varlığını kanıtlayamadık... Bu bakımdan, bütün sanıkların beraatını ve hemen serbest bırakılmalarını istiyoruz. Esas hakkındaki mütalaamız bu kadardır...”
***
Bunu diyebilirler miydi? Dünkü taleplerinin haklı olduğuna inanıyorlar mı? Bence inanmıyorlar. Eğer inanıyorlarsa, namusları, onurları, çocukları ve eşlerinin başları, kutsal inandıkları, Tanrı, cennet-cehennem, cemaatçi iseler Pensilvanya ve eğer inanıyorlarsa Kuran üzerine yemin etsinler... Tabii, savcılara uyarak benzer cezaları verecek olan mahkemenin her bir kişisi için de aynı şeyi söylüyorum.
Bunu yapamayacakları için, ellerinde baştan beri tek seçenek olan, mahkûmiyet istediler. Heyet de buna uyacak, zaten sanıkların tanık dinletme isteklerini, “konu bizim için aydınlığa kavuşmuştur, bu talebi gereksiz buluyoruz..” gibi sözlerle reddetmişlerdi...
Burada hukuk yok; hukukun, yasaların zerresi yok... siyasi davada ancak siyaset konuşulur...
Balyoz gibi cehennemi bir şaklabanlığın ciddi ciddi sürdürüldüğü ve ağır cezaların verildiği bu tür bir yargılamada, Ergenekon’un farklı sonuçlanmasını beklemek, eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Bu iki dava, ülkenin nasıl bir keyfi yönetim batağı içinde çırpındığının somut kanıtlarıdır. Bu iki dava, bu ülkeden bir Tayyibistan ve Cemaatistan yaratma davasıdır. Bir dikta rejiminin alabildiğine ve dizginsiz egemen kılınması davasıdır...
Ama yanlış yapıyorlar. Bu yanlışa da inanıyorlar... Bu ülkeden ne Tayyibistan çıkar ne Cemaatistan... Sultanlık tahtı kurulamaz burada. Bu ülkeyi savaşa da sürükleyemeyeceklerdir. Medyayı satın alarak yarattıkları büyük suskunluk altında, demokrasinin ve özgürlüğün ayaklar altında çiğnendiği bir ortamda, Kürt meselesini de çözemeyeceklerdir.
RTE-Apo arasındaki ‘al-ver’e destek için ortaya dökülüp bildiri yayımlayanlar; ülkede demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk ve yasalara saygı, baskılara son, özgürlük, daha çok demokrasi, inadına en çok demokrasi için kıllarını kıpırdatmamış, ortalığa dökülmemişler ve bu amaçla bir bildiri yayımlamamışlardır...
Bu dönem, ancak krallığın soytarılığına soyunmanın izinli olduğu bir dönemdir...
***
Ergenekon savcısı idam istedi. Evet aslında tabii ki idam istedi; ama idam kalktığı için idamı dile getiremedi, onun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis istedi...
Yüzleri kızardı mı bilemiyorum. En azından ruhları kızardı mı, bunu da bilemem. Duruşmada olsaydım, bu okutmayı yapardım... Çünkü insanın söyledikleri ile gerçekler birbirine uyuşmadığında hemen yüzüne yansır, gözlerinden mutlaka bir karanlık ışık çakar... Bedeninde mutlaka bir titreme olur, gözü seyirtir, dilinde en incesinden bile olsa mutlaka bir sürçme olur... Ben de onu yakalarım!
Ama rahatlıkla söyleyebilirim ki, bunlardan bir veya birkaçı mutlaka olmuştur!
Bu kadar absürd bir dava, şüphesiz absürd cezalarla sonuçlanacaktır. Ama hepsi yok hükmündedir. Ben ülkeme güveniyorum. Bunlar ancak zulümleri kadar yer yakacaklar... Ben olsaydım, tutuksuz yargılansaydım, açıkça yazıyorum: Artık bu noktada haksızlığa zerre kadar gider teslim olmazdım…
19 Mart 2013 - Cumhuriyet