BEN farkında değildim, dün Nazlı Ilıcak’ın Sabah’taki yazısından öğrendim.
TRT İstanbul Radyosu’nda Adnan Öksüz’ün hazırlayıp sunduğu “Dörtdörtlük portre” isimli program yayından kaldırılmış.
Yayından kaldırılma nedeni programa konuk olarak katılan Taraf yazarı Mehmet Baransu’nun şu sözleriymiş:
“28 Şubat 13 yıl sonra yargılanıyorsa, bugünün hırsızları da yargılanacaktır. Hırsız bürokratlar, hırsız işadamları. Türkiye’de bu derin yapılar yargılanacak. Türkiye şu anda arka odalarda ihale dağıtılarak soyuluyor.”
Nazlı Hanım, bu durum ile ifade özgürlüğünü genişletecek paket arasındaki çelişkiye de dikkat çekiyor.
Doğrusunu isterseniz ben hiç şaşırmadım. İfade özgürlüğü serbest, yeni paket ile daha da serbest olacak ama bir tek şartı var: Başbakan’ı kızdırmayacaksınız! Onun dışında canınız ne isterse söyleyebilirsiniz.
Hatırlarsınız, Baransu aylar önce Taraf’taki köşesinde, seçimlerden önce bir bakanın özel bir uçakla İsviçre’ye gittiğini, oradan bir bavul dolusu dövizle döndüğünü yazmıştı.
Böyle iddialar ortaya çıktığında hem Başbakan çok sinirleniyor, hem de AKP yöneticileri. Gerçi birincisinin sinirlenmiş olması yeterli, ikinciler sadece koroyu tamamlıyor ama olsun.
Fakat ilginçtir bu konuda Başbakan’dan da, AKP yöneticilerinden de çıkan tek ses şu: “Tıssssss!” Sanki suyu kesilmiş bir musluk gibi!
Ben 13 yıla kalmadan bunların da ortaya çıkacağına inanırım.
Çünkü arkadaşlar, en zor gizlenecek şey paradır. Bankada durduğu gibi durmaz, insanın kılık–kıyafeti, oturduğu semt, ev, kullandığı araba ile kendini gösterir.
Mevcut ipuçlarını “görsel” olarak şu anda alıyoruz, almaya devam ediyoruz.
Bunların “yazılı” kanıtları da bir gün mutlaka ortaya dökülür.
Türkiye Cumhuriyeti doksan yıllık ama unutmayın ki altı yüz yıllık bir devlet geleneğinin üzerinde oturuyor. Burada “kâğıt” asla kaybolmaz.
Bir bakmışsınız, bir çekmeceden, bir sumenin altından, bir evrak çantasından kafasını dışarı uzatıvermiş!
Kanatlı takiyeci kimseyi kandıramazsın
THY, bazı uçuşlarda içki servisinin kaldırılmasıyla ilgili olarak bir açıklama yapmış.
Şöyle diyorlar: “Yurtiçi uçuşlarda sadece business yolculara içki servisi yapılıyor. Yurtiçindeki 36 hattın 20’sinde business kabin uygulaması bulunmuyor. İstanbul, İzmir, Antalya, Ankara, Bodrum ve Dalaman dışındaki hatlarda ise business yolcu ve içki talebi azlığı ile lojistik zorluklar nedeniyle içki servis edilmemektedir.”
Nasıl bir lojistik zorluk, anlayamadım? Bu uçuşlara “özel ikram” yüklenmiyor mu? Özel ikram yüklendiğine göre uçakta ağırlık yaratmayacak şekilde minik şişelerde içki koymak çok mu zor? Bunu planlayamayan bir havayolu şirketi, karmaşık uçuş planlarının içinden nasıl çıkıyor? Bir çocuğun yazacağı bir bilgisayar programı bile bu işi halledebilir oysa.
Yurtdışında bazı hatlarda içki yasağı ile ilgili olarak da şunu söylüyorlar:
“Dış hatlarda ise 8 ülkeden gelen istek üzerine, içki servisi yapılmamaktadır. Bu ülkelerin bayrak taşıyıcı havayolu şirketleri de uçuşlarında içki servisi yapmıyor.”
Bir palavra daha! Birçok hava yolu o ülkelere olan uçuşlarında içki servisi yapıyor, Suudi Arabistan’a uçanlar bile! Öte yandan THY, o ülkelerin “bayrak taşıyıcısı” mı ki “istek üzerine” içki servisinden vazgeçiyor? “Global havayolu” iddianız ne olacak?
Takiyeyi bırakın. Kimsenin özel hayatına, tercihlerine karışmayın, uçaklar okul değil, ibadethane değil.
Not: Uçaklarda bazı gazetelerin neden servis edilmediğini soran bir okuyucuma THY şöyle bir yanıt vermiş: “Uçaklarımıza yüklenen gazetelerin, stantlarımızdan elde edilen istatistikler doğrultusunda yolcu sayısına göre belirlenmekte olduğunu, diğer yandan talebinizin değerlendirilmek üzere ilgili ünitemiz ile paylaşıldığını da bilmenizi isteriz.”
Nasıl bir istatistik anlayamadım. Akşamüzeri gidiyorum stantlarda hep aynı gazeteler kalmış, zaten satılmayan bazı dinci gazeteler! Onların 30 misli satan bazı gazeteler ise hiç alınmıyor.
Sizin işiniz uçak yolcularına hizmet etmek mi, “besleme basın” yaratmak mı?
Park yaparak rant elde edilmiyor tabii
İSTANBUL Etiler’de bir polis okulu var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile emniyet aralarında bir protokol yapmışlar, polis okulunun arazisi belediyeye devredilecek, belediye de Çatalca’da emniyete hizmet binası ve lojman yapacakmış. Demek ki yeni bir okula ihtiyaç yokmuş diye düşündüm.
Bu protokolün ardından İBB, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile de anlaşmış. Polis okulunun arazisine 2.5 emsal inşaat izni almış ki buraya 100 bin metrekarelik bir alışveriş ve turizm merkezi yapsın.
Zincirlikuyu’ya bir pergelin iğnesini batırsak ve yarıçapı 2 kilometre olan bir daire çizsek elde edeceğimiz alandaki alışveriş merkezlerinin sayısı kabaca 10. Yapılmakta olanlar hariç!
Bu bölgede ulaşımı rahatlatacak alternatif yollar yapıldığını gösterir bir belirti de yok. Trafik şu anda zor akıyor, mesela Zorlu’nun alışveriş merkezi biterse ne olacak, sonucu tahmin etmek de zor değil.
Akılları sadece alışveriş merkezi yapmaya çalışıyor. Taksim Meydanı’na koruma kurulu kararına rağmen Başbakan talimatıyla bir tane daha yapılacak mesela.
Tamam, anladık, “Rızkın onda dokuzu ticarette” ve siz bunu “Rızkın onda dokuzu alışveriş merkezi inşaatında” diye algılıyorsunuz ama biraz da bu binalar topluluğunu bir kent yapmaya çalışsanız diyorum.
Hiçbirinizin aklına “Şuraya da bir park yapalım, ağaçları dikelim de insanlar biraz nefes alacak alan bulabilsinler” demek gelmiyor mu?
(Hürriyet)