YENİ yıl nedeniyle birçok köşe yazarı, önümüzdeki 365 güne damgasını vuracak konularla ilgili genel değerlendirme yazıları yazdı.
Şunu söyleyebilirim ki yandaşından muhalifine, liberalinden devletçisine kadar herkesin ortak noktası bu yılın Kürt sorununun çözümü, terör meselesinin halledilmesi için kritik bir yıl olduğu.
Genel bir iyimserlik havası da seziliyor. Abdullah Öcalan ile İmralı’da açlık grevlerinin sona erdirilmesi için başlatılan temaslar, Başbakan’ın da ifade ettiği gibi şimdi PKK’nın silah bırakmasının sağlanması yönünde sürdürülüyor. Köşe yazarlarının önemli bölümünde iyimser bir hava yaratan olay bu!
Ben ise bu konuda hiç de iyimser değilim.
İyimser olmamamın nedeni, daha önceki Kürt açılımının sonuçsuz kalmasının nedeni neyse odur. O zaman da aynı şeyi söylemiştim, şimdi de aynısını söylemek durumundayım: Bu hükümetin bu sorunu çözmek için kararlı bir siyasi duruşu yok.
Başbakan ne diyor: “Terörle mücadelede mesafe alma noktasında adayla görüşmede biz asla görüşme yapmayız. Ama görüşme yaptırırız.”
Oslo sürecinin ortaya çıkmasından önce Öcalan ile görüşüldüğü iddiaları üzerine söylediği “Ben görüşmem, devlet görüşür” sözlerinin yeni kelimelerle tekrarından ibaret bu açıklaması.
Başbakan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan da şöyle diyor: “Devlet için amaç silahların bırakılmasını sağlamaktır. Devlet ihtiyaç duyduğu her enstrümanı kullanarak kendi yol haritasını uygular.”
Görüldüğü gibi Başbakan ve arkadaşları, Öcalan ile oturup pazarlık etmenin siyasi sorumluluğunu asla üstlenmek istemiyorlar.
“Devlet görüşür” diye bir kavram icat etmişler, onun üzerinde sakız çiğniyorlar.
İyi de “devlet” kim? Kendi kendine hareket eden bir organizma mı var ortada? Hani artık vesayet vs. bitmişti, hani artık milli irade her duruma hâkimdi, hani hükümet elini taşın altına sokmuş, muhalefetin elini de oraya uzatmasını bekliyordu?
“Devleti temsil ediyorlar” dediğiniz kişiler kim? Onlara görevi kim verdi? Onlara hangi sınırlar içinde kalarak pazarlık edebileceklerini kim söyledi?
Bugün devlet dediğimiz organizmayla hükümeti birbirinden ayırt edebilmemiz mümkün mü?
Artık hepimiz biliyoruz ki Başbakan’ın hayati tek bir önceliği var: 2014’te yapılacak Cumhurbaşkanı seçimini en az yüzde 50 oy alarak kazanmak!
Geri kalan her şey onun için teferruattan ve gelip geçici siyasi manevralardan ibaret.
Yaptığı işin sorumluluğunu kamuoyu önünde üstlenmeye çekinenlerin, böylesine derin bir sorunu çözebileceklerine inanmak için gerçekten çok saf olmak gerekir.
Uzlaş-ma!
YORUMCULARA göre bu yılın en önemli konularından biri de yeni bir sivil anayasanın yapılıp yapılamayacağı sorusu.
Adı “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” olan bir komisyon kuruldu ve bunlar partilerin getirdiği anayasa önerilerini değerlendirip bir ortak metin oluşturmaya çalışıyorlar.
Şu anda komisyon çalışmalarının kilitlenmesine neden olan şey de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir tür seçilmiş diktatör olmak özlemi! Adına “Türk usulü başkanlık sistemi” de diyorlar, öyle daha
şık durduğu için herhalde ama meselenin özü budur: Bütün gücü elinde toplayan tek adam olmak isteği!
Gazetelere yansıyan bir habere göre Başbakan, yardımcıları Beşir Atalay, Bekir Bozdağ, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ve komisyonun AKP’li üyeleriyle bir araya gelip bir değerlendirme yapmış.
Değerlendirme sonucunda “Başkanlık sisteminden geri adım atmayacağız” kararı alınmış.
Bir konuyu tartışıp ortak bir noktaya ulaşmaya çalışmanın, AKP ve Erdoğan nezdindeki anlamı demek ki “geri adım atmak” imiş!
O zaman komisyonun adını neden “uzlaşma komisyonu” koydunuz?
O üç kişi kim acaba?
İSTANBUL 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne Genelkurmay Başkanlığı tarafından gönderilen ve “Ergenekon şeması” diye tanımlanan belge gerçekten çok ilginç.
Şema 15 Haziran 2006 tarihinde çizilmiş, yani Danıştay saldırısından bir ay sonra.
O tarihte Genelkurmay’ın, Muzaffer Tekin ve Alparslan Aslan arasındaki bağlantıyı bildiği anlaşılıyor.
Bununla da kalmıyor, Kemal Kerinçsiz, Veli Küçük, Doğu Perinçek, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenerol gibi Ergenekon sanıkları arasındaki bağlantıları da gösteriyor.
Genelkurmay’ın bu bilgiyi, olayı soruşturan polis ve savcılarla o tarihte neden paylaşmadığı bir soru olarak aklımızın bir köşesinde durmalı.
Gazetede söz konusu belgenin bir fotokopisi de yayımlandı.
Dikkatimi çeken şey Danıştay saldırısıyla ilgili olarak oluşturulan bu şemadaki üç ismin üzerinin kapatılmış olması.
Bu isimleri Genelkurmay mahkemeye gönderirken mi kapattı, yoksa isimler mahkemenin gördüğü lüzum üzerine mi kapatıldılar, bilemiyorum.
Ama merak etmeden de duramıyorum!
Genelkurmay’ın Ergenekon davasında önemli bir delil teşkil edecek bu belgesindeki o üç isim neden karartıldı?
Onlar kim? Ergenekon örgütüyle nasıl bir ilişkileri var?
(Hürriyet)