HER taşın altında bir “satılmış”, her kapının arkasında bir “vatan haini” bulmak sağlıklı bir ruh durumu sayılmaz.
İnsanların bir konuda fikre sahip olmaları için böyle durumlar içinde olmaları gerekmez çünkü.
Okuyan, yaşadığı dünyayı ve ülkeyi takip eden, bir dünya görüşüne sahip olan herkesin bir fikre sahip olması mümkündür ve bunu açıklamak da hakkıdır.
Gazetelere bakıyorum, birbirinden farklı düşünen çok sayıda yazar var. Bu normal bir durum, tam tersi anormal olurdu. Herkesin aynı şeyi düşündüğü, aynı şeyleri tekrarladığı bir medya düzeni bir demokraside olamaz çünkü. Bu basının kontrol altında olduğu otoriter rejimlere özgü bir durumdur.
Eğer beğenmediğimiz bir fikri savunanların bunu satılmış ya da hain oldukları için yaptıklarını varsayıyorsak, geri kalanların da başkaları tarafından satın alınmış olduklarını varsaymamız gerekir.
Şunu hep merak etmişimdir: Fikrini açıklayan insanların bunu birilerine satıldıkları için yaptıklarını düşünenler, acaba “Ben o köşede yazsaydım, bunu cebimi doldurmak için kullanırdım” diye mi akıllarından geçirirler?
Antropolog Ruth Benedict, Doğu Yeni Gine’deki araştırmaları sırasında Dobu kabilesini keşfetmişti. O tarihe kadar medeniyetten uzak, izole bir yaşam süren “Yeni Gine Dobuları” için kuşkuculuk en önde giden duygudur, başlarına gelen talihsizliklerin nedeni “kötü niyetli insanlar”dır.
Dobu ülkesinde hastalıklar yaygındır ve hastalıkların nedeni kötü büyüdür. Büyüyü yapan en yakınınızdaki kişi bile olabilir: Eşiniz, çocuklarınız, en yakın av arkadaşlarınız.
Dobuların temel ahlak görüşü bir kurban seçmek ve olanca kötülüğü onun üzerine salmaktan ibarettir. Benedict’in tespitiyle “Dobularda kuşkuculuk paranoya derecesine ulaşır”.
Aramızda binlerce kilometre mesafe olmasa Dobular ile bazı Türklerin akraba olduğunu bile söyleyebilirdim ama bu ruhsal durum benzerliği coğrafi gerçeklerle uyuşmuyor.
Kötü muamele ve işkenceyi önlemek için
EMNİYET Genel Müdürlüğü Rütbe ve Terfi Yönetmeliği’nde değişiklik yapılmış ve “sicil notu” kavramının yerine “performans puanı” uygulaması getirilmiş.
Mesela çok hırsız yakalayan polisin puanı artarken, hırsızın kaçmasına neden olan polisin puanı azalacakmış.
Emniyet Genel Müdür-lüğü’nün bu uygulaması, fedakârca çalışan, bazen günlerce evine bile gidemeyen polis memurları ile görevini ciddiye almayanlar arasında bir fark yaratacak ve teşvik edici olacaktır diye düşündüm.
Sabah’ta Hazal Ateş’in haberine göre orantısız güç kullanan ve vatandaşa kötü muamele yapan polislerin de performans puanları düşürülecek ve bu durum maaş ve terfilerini etkileyecekmiş.
Vatandaşa kötü muamele, polisin toplumsal imajını zedeleyen bir durum! Bunu alışkanlık haline getiren polisler sadece vatandaşa değil, kendi meslektaşlarına da zarar veriyorlar.
Bu nedenle böyle polisleri “terfi ilerlemesiyle cezalandırmak” yerine, suçu sabit görüldüğünde meslekten çıkarmak daha doğru bir uygulama olur.
İşkence ve kötü muamele ile mücadele, sıfır tolerans ile mümkündür ve böylelerinin teşkilat içinde tutulmaları, maaş ve terfi cezası alsalar bile “tolere” edildikleri anlamına gelir.
(Hürriyet)