'Weimar İstanbul'

~ 27.12.2010, Ergin YILDIZOĞLU ~

İstanbul Türkiye değildir, ama zeitgeist (zamanın ruhu) söz konusu olduğunda daha fazla bir şeydir. Dünü, yarını bir arada görebilirsiniz İstanbul’da. Ya bugünü? Onu bir türlü yakalayamazsınız… AKP döneminde yaşanan değişimianlamanın yeri de İstanbul’dur; İsmail Ağa Camii’nden, Cahide’ye kadar…

Halimiz, T.S. Eliot’un, “Olayı yaşadık ama anlamını kaçırdık” sözlerini akla getiriyor. Bu kenti ne kadar çözümlesek, hep bir şeyo kadar eksik kalıyor, şöyle bir görünüp kayboluyor, kendini ele vermiyor… Bilgiyi aşan bir şeyler var… Soruşturan özneyle, ilgi nesnesi arasındaki mesafeyi silen, ama yaşananın özgünlüğünü de evrenselle buluşturan, toplumsal/tarihsel çözümlemeyle, sanatı birleştiren bir çaba gerekiyor…

Siyasal yelpazenin birbirine uzak uçlarında yaşıyoruz Clair Berlinski ile, ama City Journal’daki Weimar Istanbulbaşlıklı yazısını okuyunca, işte böyle bir şey demekten kendimi alamadım[1]. Berlinski, değişimintüm şiddetini, insanın başını döndüren hızını, midesini altüst eden iniş çıkışlarını, grotesk güzelliğini(İstanbul artık bir oxymorondur!) büyük bir başarıyla yakalamış.

Weimar kenti

Berlinski bir kentbetimleyerek başlıyor yazısına, adını koymadan… Burası İstabul diye düşünüyorsunuz hemen. Az sonra, burası giderek faşizm arifesindeki Berlin’e (Weimar Cumhuriyeti 1919-1933) dönüşmeye başlıyor, sonra tekrar İstanbul oluyor, sonra Berlin… İki farklı dönemin iki farklı kenti arasındaki benzerlikler sizi korkutuyor. Eski çözülürken, yeninin, daha şekillenirken can çekişmeye başladığı, adeta Hegel’in “kötü sonsuz” dediği yerde tutsak bir Kent tipolojisi var karşımızda. Bu kentin ömrü birkaç yıl olabildiği gibi, birkaç on yıldan daha uzun da olabiliyor… Berlinksi, Weimar Kentidiyor buna.

Cumhuriyetinkriziyle, Weimar Demokrasisi’nin başına gelenleri karşılaştırınca hak vermeden edemiyorsunuz. Siyasal İslam’ın yükselişiyle nasyonal sosyalizmin (faşizmin) yükselişi, her ikisinin karizmatik, dinamik, tutkulu ama tutkusundan bir türlü emin olamadığınız, gerçek mi kurgumu mu?diye düşünmeden edemediğiniz liderlerinin, tüm gerçek farklarına karşın, birbirine karışmaya başlayan yüzleriyle, Türkiye’nin dünle yarın arasına sıkışmış halinin bir simgesi olarak Weimar İstanbul

Weimar Kenti’ne karakterini, diyalektik anlamda, bir aufhebungolarak değişimdeğil, çözülme, parçalanarak, büyüyerek çürüme veriyor ve canlı bir siyasi-kültürel yaşamın ardından gelen koyu bir karanlık… Nüfus hızla artıyor, tarihi binalar çürüyor, gelişigüzel dikilen ölçüsüz yeni binaların betonu, camı alüminyumu korkutuyor, kente yeni gelen insanların görüntüleri gibi… Yeni gelenler de buldukları, gürültüden, ışıklardan, renklerden, haz ekonomisinin estetiğinden, kadınlarından, eşcinsellerinden, transseksüellerinden, entellerinin” “anlaşılmazdilinden, metalarının cinselliğe bindirilmiş simgelerinin baş döndürücü dolaşım hızından korkuyorlar. Aslında herkes herkesten korkuyor; kaçınılmaz bir krizden, engellenemez bir çöküşün her an patlak verecek bir felaketin arifesinde yaşadığınıbilmektenkorkuyor. Bir deprem beklentisiyse İstanbul’da tüm bunların üzerine tüy dikiyor…

Berlin-İstanbul

Weimar Kenti’nin arkasında ağır bir tarih mirası ve bu tarihi durdurarak yeni bir yöne döndüren birolayvar. Buolayın getirdiği yeni insan, yeni bir hakikatedayanarak ileriye doğru gitmeye çabalarken, bu olayadirenmeye kararlı eski insan ve tutunduğu anakronistik hakikat”, kaybolan bir dünyayı, bir asrı saadeti özlüyor. Berlinski, Osmanlı’nın, tarihi mirası, Cumhuriyet’in ve modernliğin, olayı, yeni insanı temsil ettiğini, AKP’nin ve beraberinde getirdiklerinin ise, ilerlemeyi değil, tüm demokratikleşme iddialarına karşın, olayın öncesine dönmeyi arzulayan bir nostaljiyitemsil ettiğini düşünüyor. Berlinski de, artık AKP’nin cilasını kazıyarak altındakileri görmeye başlayanlardan biri. Demokratikleşme”, “yolsuzlukla mücadeleiddialarının, birbirini izleyen açılımların, dosyalardan, Ergenekon’a kadar uzanan olayların, kendisinden farklı siyasi görüşte olanları akıl hastası olmakla suçlayanların söylemi, her şeyin tam aksi bir anlama geldiği, Yeni-Osmanlı fantezileri, Orwell’in “1984” dünyasını aratmıyor.

Olayınhenüz tamamlanamayan modernitesi, bir noktadan sonra bu nostaljiye dayanamaz. Siyaset de Bundan sonra ne olacaksorusuna bir cevap bulamamanın gerginliğini tümüyle yansıtır. Her köşeden öcügibi insanın üzerine gelen komplo teorileri, her taşın altından çıkan Yahudi/Siyonist proje, aklın yerine geçen paranoya… Weimar’ın yıkılışı, Roma’nın barbarlartarafından talan edilmesi, fetihten önceki Constantiople gibi bir şeydir bugün İstanbul’da egemen zeitgeist.

Kentin yaşamı, çokdilli, çok çelişkili siyasi kültürel projeleri, müstehcen servetlerle, uygarlığın yüz karası yoksullukları, kösnül çıplaklıklarla, köktendinci örtünmeleri, ortaokullara kadar yayılan uyuşturucu dalgasıyla, sigara yasağını, içkili lokantalardaki baskınları birlikte yaşayan kalabalığın her gün yeniden boğuşmak zorunda kaldığı bir anlamlar karmaşasıdır… Bunlar, yaklaşan felaketin, yeni bir olayın habercisidir ama… Olaygelmez… Çürüme devam eder…

Bu bekleyişin, Kent’in kültür ve sanat yaşamına, entelektüel üretkenliğine de yansıması kaçınılmazdır. Ya da öyle sanırsınız! Weimar dönemine bakarsanız sanatın, Dix, Grosz, Kandinsky, Brecht, Hesse, Kafka, Mann, Berg, Schoenberg, Webern, Fritz Lang gibi isimleri, felsefenin Adorno, Walter Benjamin, Heidegger Max Horkheimer, Max Weber gibi devleri gözleriniz kamaştırır. Weimar’ı bunlar bile koruyamadıysa, İstanbul karanlığa nasıl direnecektir? Berlinski İstanbul’un sanat yaşamına bakınca, Berlin-Viyana-Prag üçgeninin zenginliğiyle değil, postmodernizmin çölüyle karşılaşır. Bir tarafta İnci Eviner’in Harem’i, Taner Ceylan’ın hiperrealits resimleri, öbür tarafta, Kurtlar Vadisi…

Adnan Khan da Macleans (Kanada) dergisindeki denemesinde, İstanbul’u bir barut fıçısına benzetir (23/12/2010). Radikal milliyetçiler, (Kürt ya da Türk), radikal İslam, cemaate teslim olmuş polis, yandaş medyabir yana, bir mafya babasının, kendine has beden diliyle oturduğu kahvede çayına şeker atarken Khan’a dediği gibi halen yarım düzüne küçük çaplı savaş sürmektedir İstanbulda…” Ancak Khan’ın, İstanbul’unda esas uyuşturucu paradır; herkes buna tutkundur. Her şey bu yüzden böyle değişmektedir”.

Yine de, bu kent sizi büyüler. Başka bir yerde yaşamak istemezsiniz, özellikle bugün İstanbul’u yazan Berlinski, dün Berlin’i yazan Isherwood gibi bir entelektüelseniz. Çünkü, kentin trajedisi, artık sizin maddenizdir; kimi zaman eroin etkisi yapar üzerinizde, bugünün belirsizliğinden kaçarken sığınırsınız… Kimi zaman da kokain olur sizin için, kentin her gün size yeniden çarpan rüzgârının peşinden koşarken…

(1) Bu 6000 sözcüklü denemeyi, burada özetlemeyi, alıntılarla temsil etmeyi denemek yerine, bende bıraktığı izi”, kimi yerde plajerizme düşmek pahasına, aktarmaya çalışacağım. Yazıyı burada okuyabilirsiniz: http://www.city-journal.org/2010/20_4_weimar-city.html

(Cumhuriyet 27.12.2010)

Ergin YILDIZOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2476