TÜRKİYE 'DEN HABERLER 19

~ 18.06.2012, Av. Muazzez ÇÖRTELEK ~
11 Haziran ile 17 Haziran 2012 tarihleri arasındaki haberlerin bir bölümünü sizlere aktarıyoruz. Basın dünyasındaki yaprak dökümü sürüyor, siyaset ise tüm hızıyla koşmayı sürdürüyor. Yargı kararlarındaki şaşırtmaca da siyasetten daha yavaş seyretmiyor.

 

Daha güzel haftalar dileği ile,

 

 

1.    Özel yetkili mahkemelerle ilgili düzenleme yok :


11.06.2012

Bülent Arınç, ''4. Yargı Paketi'nde, özel yetkili mahkemelerin yetkilerinin sınırlandırılması ile ilgili bir düzenlemenin olup olmadığının'' sorulması üzerine şunları söyledi: ''4. Yargı Paketi dediğimiz konu görüşüldü. Bazı konularda daha çok katkı yapılması hususunda arkadaşlarımızın teklifleri ve tavsiyeleri oldu. Onların ikmalini takiben TBMM'ye gönderilecek. O yüzden içeriği hakkında size detaylı bilgi vermeyeceğim ama AİHM'in Türkiye aleyhine verdiği kararların önlenmesine yönelik, aynı zamanda insan hakları alanındaki standartlarımızı yükseltme amaçlıdır. 
Sizin sorduğunuz özel hususla ilgili olarak 4. Yargı Paketi içerisinde hiç bir husus yer almamaktadır. Yaniözel yetkili mahkemeler, CMK'nın 250, 251 ve 252. maddelerine yönelik 4. Yargı Paketi içerisinde hiç bir husus yer almamaktadır.'' 
"Basına sansür mü?" Arınç, bir gazetecinin, ''3. Yargı Paketi'ne eklenen bir maddeyle ses kayıtlarını yayınlayan medya kuruluşlarına 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Basına sansür olarak yorumlanan bu düzenlemeyle ilgili bir değişiklik söz konusu mu?'' sorusu üzerine ise şunları aktardı:
''3'üncü yargı paketinde bazı suçların cezalarını indiren ve suçun unsurlarını daha da netleştiren bir madde var. Bazı maddelerde de özel hayatın gizliliğini ihlal etme konusundaki maddelerde cezayı ağırlaştırma var. Bu yeni bir olay değil. Bu, 'basına sansür' olarak nasıl algılanır onu da bilmiyorum. Çünkü herkesin özel hayatı çok önemlidir, kutsaldır ve bütün kanunlarda da özel hayatın gizliliğinin korunması amaçlanmıştır''

http://www.haberturk.com/gundem/haber/749988-ozel-yetkili-mahkemelerle-ilgili-duzenleme-yok

 

2.    Parti İzmir İl Başkanlığı düşürüldü Seçim Kurulu, Başbakan Erdoğan'ın katıldığı kongrede seçilen Ömer Cihat Akay’ı İl Başkanlığı'ndan düşürdü :

 

11.06.2012

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı geçen cumartesi günü yapılan kongrede AK Parti İzmir İl Başkanlığı’na seçilen Ömer Cihat Akay’ın başkanlığıSeçim Kurulu tarafından düşürüldü. Kongrede 87 oy alan Abdullah Tekbaş’ın başkan olduğu belirtilirken,Seçim Kurulu’nun kararına itirazın yapılacağı öğrenildi.

Kongrede 379 oy alan Ömer Cihat Akay’ın ’Gümrük kaçakçılığı’ suçundan adli sicil kaydı olduğu için başkanlığının düşürüldüğü öğrenildi. Abdullah Tekbaşseçime birkaç gün kala sözkonusu durumla ilgili açıklamalar yapmış, Cihat Akay ise Cumhuriyet Savcılığı’ndan aldığı ’Adli Sicil Kaydı Yoktur’ belgesini göstermişti. Akay’ın şimdi adli sicil kaydının silindiği yolunda bir belge sunup itiraz etmesi durumundaSeçim Kurulu’nun yeni bir karar verebileceği de belirtildi.

http://www.haberturk.com/gundem/haber/749998-ak-parti-izmir-il-baskanligi-dusuruldu

 

3.    İTÜ'den dünya birinciliği

 

12.06.2012

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Araştırmaları Merkezi (NASA), Amerikan Havacılık ve Uzay Enstitüsü (AIAA) ve Amerikan Astronomi Topluluğu (AAS) desteğiyle ABD'nin Teksas eyaletinde düzenlenen, ''Mikro Uydu Yarışması Tasarla, Yap, Fırlat'' yarışmasında Türkiye'yi İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) temsil etti. 

Dünyadaki çeşitli üniversitelerden 35 ekibin katıldığı yarışmada, İTÜ Uzay Mühendisliği öğrencisi Süleyman Soyer, Uçak Mühendisliği öğrencileri Muhammed Yılmaz ve Veysel Yağmur Saka, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği öğrencileri Onur Şahin, Murat Can Kabakcıoğlu, Yunus Buğra Özer ile Metalürji ve Malzeme Mühendisliği öğrencisi Emre Atay'dan oluşan İTÜ UYARI Model Uydu Takımı, rakiplerini geride bırakarak birinciliğe ulaştı. 

Takım kaptanı Süleyman Soyer yarışma sonrası yaptığı açıklamada, ''Uzun ve yorucu bir çalışmanın sonunda böyle önemli bir başarıya imza atmak bizleri çok gururlandırdı. En başından beri her an yanımızda olan rektörümüz Prof. Dr. Muhammed Şahin'e ve danışman hocalarımız Doç. Dr. Halit Süleyman Türkmen ve öğretim görevlisi Ali Bahadır'a teşekkür ederiz'' dedi. 

İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin de öğrencilerinin, yalnızca üniversitelerinin değil, bütün ülke için gurur kaynağı olduğunu bildirdi. 

Yarışmada bir diğer İTÜ takımı olan Lagari Model Uydu Takımı'nın da dördüncülük elde ettiği belirtildi.(aa)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1090926&CategoryID=79

 

4.    Çağlayan'da hakime yumruklu saldırı :

 

12.06.2012

Ağabeyinin yargılandığı duruşmayı izlemek üzere Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’ne gelen 22 yaşındaki İlyas Y., üst kata çıkmak için asansöre binmek istedi. Gelen asansörün kalabalık olması nedeniyle binmekte zorlanan İlyas Y.’ye bu sırada asansörde bulunan İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hakimi asansörün tamamen dolu olduğunu söyleyerek bir sonrakini beklemesini söyledi ancak, bu kişininyumruk atması sonucu Hakimin yüzü kanlar içinde kaldı. Olayda 4 dişinin kırıldığı öğrenilen Hakim’e 7 günlük doktor raporu verildi. Olaydan sonra gözaltına alınan İ: Y nöbetçi savcılığa sevkedildi.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1090931&CategoryID=77

 

5.    MİT'ten Uludere açıklaması : MİT'in Uludere olayıyla ilgili savcılığa gönderdiği raporda 'saldırıdan yapılan resmi açıklamanın ardından haberimiz oldu' ifadelerinin yer aldığı ortaya çıktı :

 

12.06.2012

Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) 34 sivil vatandaşın öldüğü Uludere olayından yapılan resmi açıklamanın ardından haberdar olduğu ortaya çıktı.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesindeki Uludere alt komisyonu özel yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın gönderdiği bilgi ve belgeleri incelemek için toplandı.

İncelenen belgeler arasında MİT'in 'Uludere olayıyla ilgili' savcılığa gönderdiği belge de vardı. MİT'in konuyla ilgili raporunda "Olaydan haberimiz yoktu, resmi kaynaklardan bize bildirildi" denildiği öğrenildi. 

Raporda ayrıca "Somut bir hareket ve sızmadan söz etmedik. 28 Aralık'ta kimseyle bilgi paylaşmadık" şeklinde ifadelerin kullanıldığı da bildirildi.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25357624/

 

6.    Bahçeli; CHP'lilerle çay bile içmeyiz :

 

12.06.2012

Devlet Bahçeli, ''Bizim açımızdan AKP sınıfta kalmıştır'' diyerek sözlerine şöyle devam etti: ''Bundan sonrada yapabileceği hiçbir şeyi kalmamıştır. Milletimiz nasıl iktidara getirdiyse geri almasını da bilecektir.Erdoğan daha önce Kürt sorunu bitmiştir dediği beyanlarıyla ters düşmektedir. AKP ve CHP sözde Kürt sorunu çözümünde uzlaşmışlardır.CHP başkanı AKP teknesinde yelken olmayı tercih etmiştir.AKP ile CHP’nin uslubu hemen hemen aynıdır. Terörü sözde Kürt sonucunun bir sonucu olarak görmek sömürgeci emelleri sahiplenmekten başka bir şey değildir. Bilinmedir ki bu ülkede Kürt kökenleri kardeşlerimin sorunu olmamıştır.Kürtçeyi seçmeli ders yapacakları dair basına yansıyan çürümüş görüşleri de gelinen tehlike hakkında hepimiz hakkında bilgi vermektedir. Çözüm diye tempo tutanların hepsi aynı karanlık sokakta el ele tutuşmuşlardır. Ne AKP’ nin ne de CHP’ nin görüşleriyle kanın durması mümkün değildir."

ÇAY BİLE İÇMEYİZ : NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç'a konuşan Devlet Bahçeli, terör konusuyla ilgili olarak CHP’yle görüşmeyeceğini bir kez daha tekrarladı.

“Başlangıç cümlesi önemliydi” diyen Bahçeli, “Çay içmek için bile CHP’yle görüşme olmaz” dedi.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25357452

 

7.    Ülker'in kurucusu vefat etti :

 

12.06.2012

Sabri Ülker'in yaşlılığa bağlı nedenlerle 92 yaşında vefat ettiği öğrenildi.
Ülker'in naaşı, yarın Fatih Camii'nde öğlen namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından Eski Kozlu Mezarlığı'na defnedilecek.

SABRİ ÜLKER KİMDİR? Cumhuriyetin ilk kuşak sanayicilerinden Sabri Ülker, 1920 yılında Kırım'da doğdu. Ailesi 1929 yılında Türkiye'ye göç ederek İstanbul'a yerleşti. İlkokul yıllarında yaz tatillerinde ağabeyi Asım Ülker ile birlikte Besler Bisküvi Fabrikası'nda çalıştı. İlkokuldan sonra İstanbul Erkek Lisesi'ne kaydoldu. Orta ikinci sınıfta iken parasız yatılı sınavını kazanarak Bilecik Lisesi'ne gitti. Ortaokulu Bilecik'te, liseyi Kütahya'da okudu. Yüksek öğrenimini Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Mekteb-i Âli'de tamamladı.

3 işçi ile başladı : 1944 yılında Eminönü´ndeki Nohutçu Han´da küçük bir bisküvi atölyesini satın alarak iş hayatına atıldı. Ağabeyi Asım Ülker ve üç çalışanla birlikte 100 metrekarelik bu atölyede üretime başladı. Günde 200 kilo üretim yapıyorlardı.
Bu atölyedeki başarısının ardından 1948 yılında eski Sağmalcılar Köyü'ndeki Takkeci Camii'nin hemen yanında, bisküvi üretimi için bir fabrika kurdu, bisküvi kapasitesini üç katına çıkarttı. Daha sonra bu bisküvi fabrikası Davutpaşa'daki yerine taşındı. 1970'te halka açık bir şirket olan Anadolu Gıda'yı Ankara'da kurdu. 1974'te Ülker'de ilk bisküvi ihracatını başlattı. İhracata başlandığında ilk hedef Ortadoğu pazarıydı. 1979'da İstanbul'da kurulan ikinci fabrikayı çikolata üretimine tahsis etti. Aynı yıl Ülker'de Araştırma ve Geliştirme departmanını kurdurdu. 1980'lerden itibaren Ülker'in üretim çeşitliliğinin zenginleşmesini sağladı. 1983'te BOPP ve oluklu mukavvayı üretim listesine ekletti. 1992'de bitkisel-endüstriyel yağ ve margarin sektörüne girme kararı aldı ve Pendik Nişasta, kuruldu. 1996'da süt sektörüne girdi. 2000 yılında Ülker'in onursal başkanlığını üstlendi. Ülker'in 1944 yılında 3 kişi ile başlayan serüveninde bugün çalışan sayısı 25 bini aştı. 

http://www.cnnturk.com/2012/ekonomi/genel/06/12/ulkerin.kurucusu.vefat.etti/664773.0/index.html

 

8.    Tuzla'daki Cahit Arf İlköğretim Okulu 4+4+4 düzenlemesi ile İmam Hatip Ortaokulu'na dönüştürülmek isteniyor. Okulda okuyan öğrenciler, öğretmenler, idareciler ve veliler ise buna karşılar :

 

12.06.2012

İstanbul Tuzla'daki Cahit Arf İlköğretim Okulu'nun İmam Hatip Ortaokulu'na dönüştürülmesi için ilçe milli eğitim müdürlüğü valiliğe dilekçe verdi.

Veliler bu gelişmeye karşı çıktılar ve hemen ardından Cahit Arf İlkokulu (ve/veya Ortaokulu) olarak devam etmesini isteyen bir dilekçe verdiler.

Cahit Arf İÖO, Türkiye'nin yetiştirdiği sayılı bilim adamlarından bir tanesi ve öğretmenleri büyük bir özveri ile okulun ismini hak edecek bilimsel seviyeye getirmeye çalışıyorlar. Bu sene de ilk defa okulda Cahit Arf Matemaik Günleri ve Yarışması düzenlendi. Okulun bilimsel faaliyetleri TÜBİTAK ve üniversitelerde çalışan akademisyenler tarafından da destekleniyor.

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/veliler-cahit-arf-ioona-sahip-cikiyor-haberi-55828

 

9.    Saadet Partisi, haremlik-selamlık metrobüs talebini Topbaş'a iletti :

 

12.06.2012

Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından metrobüs hattında sadece kadınların bineceği ve toplu taşımada haremlik-selamlık modele geçiş için ilk adımlardan birisi olması istenen ''Pembe metrobüs'' uygulaması için toplanan 60 bin imza, talebin uygulamaya konulması için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a gönderildi.

Taksim Postanesi önünde biraraya gelen Saadet Partililer adına açıklamanın ardından İl Başkanı Selman Esmerer, 60 bin imzanın bulunduğu kutuyu, Taksim Postanesi'nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a gönderdi.

http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/saadet-partisi-haremlik-selamlik-metrobus-talebini-topbasa-iletti-haberi-55819

 

10. Ayşenur Tatile Çıktı, Ya İnsanlık ?

 

12.06.2012 / L. DOĞAN TILIÇ

Kahredici bir suskunluk içindeyiz… Kahredici diyorum ama; kimi kahrediyor, kaçımız kahroluyoruz onu da biliyor değilim. Bilemediğim bir başka şey de bu sessizlik, suskunluk halini nasıl adlandıracağım.

Türkçe bilgim, olup biten karşısındaki suskunluğu da, olup biteni canhıraş destekleyenlerin durumunu da tanımlamaya uygun sözcüğü bulmaya yetmiyor. Vicdan – vicdansızlık, insaf – insafsızlık, ahlak – ahlaksızlık, utanç – utanmazlık, dayanışma – bana dokunmayan yılan yaklaşımı, korku - cesaret…

Ne bu ya, bu ne Allah aşkına? Bu suskunluk, bu sessizlik, bu utanç verici çaresizlik ne? İnsanlığımıza dair tüm değerler de tatile mi çıktı artık?

Medya söz konusu olduğunda, kuramsal olarak epey karamsar bir tablo çizenlerdenim. Hemen ardından,  pratikte ve eylemde iyimser olmak gerektiğini vurgulayarak... 

Eylemde iyimserlikten söz edince de aklıma Çek televizyonun başına hükümetin “siyasi” bir genel yayın yönetmeni atamansına, önce televizyonu işgal eden çalışanların sonra da Prag meydanını günlerce dolduran 200-300 bin kişinin tepkisi gelir. Haberlerimize siyasi müdahaleyi kabul etmiyoruz diyen gazetecilerin ve vatandaşların tepkisi karşısında hükümetin geriş adım atışı umutlandırır beni; izlenecek yol haritasını da gözümüze sokarak.  

Şimdi, AKP’nin cemaatle kapışması (?), özel yetkili mahkemelerin falan bu çatışma nedeniyle tartışma konusu olması üzerinden “umut” inşa edenler var… Geçin oraları. Ne güzel sözcük oyunudur şu, çaresizlik içinde debelenip duranlara söylenen; çare sizsiniz!

Gelecek hafta, ayın 18’inde ODATV duruşması var. Ahmet ve Nedim çıktı zaten, diğerlerinin gazetecilik anlayışından da hiç hazzetmem diyerek sırtımızı mı döneceğiz; adalet, hak, hukuk anlayışımızı tatile göndererek? Yoksa yargılanın aslında gazetecilik olduğunu, bu davalarla gazeteciliğe bir sınır çizilmeye çalışıldığını, kah orada kah burada gazeteciden “terörist” yaratıldığını görerek, mesleki dayanışmanın erdemine mi sarılacağız?

Barış Terkoğlu’nun eşi Özge’nin anımsatması mı gerekecek, “Tutuklananlar üzerinden düşünme ve yazma özgürlüğüne gözdağı verilen bu dava(ların) hepimizi ilgilendiriyor” olduğunu kavramak için. Yoksa, kulaklarımız bu anımsatmalara da tıkalı mı olacak?

Van’da seçilmiş belediye başkanları toparlanıp içeri tıkılıyor. Sessiz ve suskunuz. CHP’li belediyeler baskın üzerine baskın yiyor, çalışanlar gözaltına alınıyor. Sessiz ve suskunuz. Hukuksuzluk KCK’da da, Ergenekon’da, Balyoz’da da diz boyu. Sessiz ve suskun olmakla kalmıyor, bir kısmımız birine bir kısmımız diğerine “oh olsun” diye bakıyoruz. Hukuksuzluğa boş verip, hukuksuzlukla hukuk geleceğini sanarak…

Yüzün üzerinde gazeteci, bine yaklaşan üniversite öğrencisi içerde. Denizli’de Başbakan’ı protesto etmek için pankart açacak gençlerin, başlarına gelecekleri önceden öngörerek “Pankartta bir şey yok dedik, inanmadınız. Ne oldu şimdi” yazdıkları pankart da onları “terörist”, “örgüt üyesi” yapacak belki. Prof. Büşra Ersanlı’yı gülerek mi ağlayarak mı okuyacağımızı bilemediğimiz iddiaların “terör örgütü üyesi” yaptığı gibi.

İyi de, ne güldüğümüz var aslında, ne ağladığımız. Uzayın kara delikleri gibi bir suskunluk bizimkisi. Kara deliklerden de büyük bir oto-sansür medyada.

Zeynep Kuray’ın, sosyalist, muhalif, Kürt muhabirlerin sesinin kesilmesini dert etmemek alışıldık bir şeydi medya mahallemizde. Ama Ali Akel’in susturulmasına da ses çıkarmadık ki doğru dürüst. Onun için sessizliğin en kahredici olanı “dost bildikleri”nin suskunluğu olmalı.

Mahallemizin yıldızları, kaymaz sanılan yıldızları, birer birer kayarken; Ece TemelkuranBekir CoşkunCan DündarNuray MertBanu GüvenRuşen Çakır itilip kakılır, susturulurken “dost bilinenler”in bile doğru dürüst ses çıkarmadığı bir gazetecilik bizdeki.

Bir vicdan sesi vardı mahallemizin; ahlakın, dayanışmanın, insafın, utancın, cesaretin sesi… Onu da erken tatile çıkardılar işte. Kocaman bir suskunluk geride, insanlık da tatile çıkmış gibi!

http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1339488850&year=2012&month=06&day=12

 

11. Sakladığı haritayı açıkladı : Prof. Dr. Işıkara, haritada işaretli olan Kuzey Anadolu Fay zonu üzerinde bulunan Tokat, Erzincan, Bingöl ve Elazığ'da 7'nin üzerinde, Hatay'da 7, İzmir ve civarında 6'nın üzerinde, Marmara'da 6.5-7 arasında, Gemlik'te de 7'nin üzerinde deprem olma olasılığının yüksek olduğunu vurguladı:

 

13.06.2012

 

Türk Kızılayı Genel Başkan Baş Danışmanı Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, geçen yıl şubat ayında hazırladığı, Türkiye'de deprem olma olasılığı en yüksek yerlerin haritasını açıkladı. Haritada işaretlediği yerler arasında bulunan Van ile Fethiye'de öngördüğü depremlerin gerçekleştiğini belirten Prof. Dr. Işıkara, Marmara ile birlikte Gemlik, ÇankırıTokatErzincanElazığBingöl veHatay'da 6 ile 7'nin üzerinde deprem olma olasılığının yüksek olduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Işıkara, beklenen Marmara depremi ile ilgili de "Kurtuluş yok. Er veya geç Marmara sallanacak" dedi.

'Toplum liderlerini teşkilatlandırma projesi, afet zararlarını azaltma programı' kapsamındaZonguldak'a gelen Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, Vali Erol Ayyıldız'ı makamında ziyaret etti. Prof. Dr. Işıkara, ziyaretin ardından düzenlediği basın toplantısında, projeyi anlattı.

Vali Ayyıldız ile Vali Yardımcıları'nın da bulunduğu toplantıda, şu ana kadar 53 ilde uygulananproje hakkında bilgiler veren Prof. Dr. Işıkara, Fethiye depremine de değindi. Depremin jeolojisinden çok koruma ve korunma kültürü bilincinin medyada konuşulması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Işıkara, "Fethiye'de gördük. 64 kişi, kırık-çıkık. Balkondan atlamış, pencereden atlamış. Türkiye'de deprem bitmez. Dolayısıyla depremin jeolojisinden kısaca bahsedelim ama korunma kültürü bilincine daha çok ağırlık verelim" dedi.

İSTANBUL DEPREMİYLE İLGİLİ TARİH VERMEDİM, TAHMİNDE BULUNDUM

İstanbul'da beklenen deprem ile ilgili 2014 tarihini açıkladığını, ancak bunun, 'Hoca ilk defa tarih verdi' şeklinde yansıtıldığını hatırlatan Prof. Dr. Işıkara, şöyle konuştu: "Bilim, bir depremin neredeve ne büyüklükte olabileceğini söylüyor. Ama zamanını söylemiyor. Farklı olasılık yöntemleriyle sismik tehlike analizi yapabiliyorsunuz ve tahmin ediyorsunuz. Olma olasılığını söyleyebiliyorsunuz. Olma olasılığını söylemek, bir depremin tarihini vermek değildir. İstanbul depremiyle ilgili tarih vermedim. Bu bir tahmin. Olma olasılığı da var, olmama olasılığı da var. Eğer 2014'te olmazsa, Marmara'da beklenen deprem potansiyelinin olma olasılığı gittikçe artar. Yani kurtuluş yok. Er veya geç Marmara sallanacak. Ve Türkiye'nin kalbi sallanacak."

RİSKLİ BÖLGELERİN HARİTASI : Prof. Dr. Işıkara, Şubat 2011'de hazırladığı, Türkiye'de deprem olma olasılığı en yüksek bölgelerin haritasını da açıkladı. Haritada işaretlediği yerler arasında bulunan Van ve Fethiye'de öngördüğü depremlerin gerçekleştiğini belirten Prof. Dr. Işıkara, şöyle dedi: "Van depreminde bu haritadan hiç bahsetmedim. Ama Fethiye depreminden sonra paylaşmak istedim. Haritada hem Türkiye'nin Güneybatısı'nı, yani Fethiye depremini işaret etmişim, hem de Van depremini. Burada gördükleriniz şu anda Türkiye'de deprem olma potansiyeli en yüksek olan yerler. Ancak bu demek değildir ki diğer yerlerde deprem olmayacak. Hayır, olacak. Ama buralarda olma olasılığı çok yüksek."

Prof. Dr. Işıkara, haritada işaretli olan Kuzey Anadolu Fay zonu üzerinde bulunan Tokat, Erzincan, Bingöl ve Elazığ'da 7'nin üzerinde, Hatay'da 7, İzmir ve civarında 6'nın üzerinde, Marmara'da 6.5-7 arasında, Gemlik'te de 7'nin üzerinde deprem olma olasılığının yüksek olduğunu vurguladı.

FETHİYE VE MARMARA DEPREMLERİ NORMAL : Fethiye ve Marmara'da meydana gelen 6 ve 5 büyüklüğündeki depremlerin çok normal olduğunu ifade eden Prof. Dr. Işıkara, "Güneybatı'da böyle bir deprem bekliyorduk zaten. 5 büyüklüğündeki bir deprem de Marmara'nın olağan deprem hareketliliği. 3-4 ayda bir 5 büyüklüğünde bir deprem olur" dedi.

2015-2016-2017'YE KADAR 7'NİN ÜZERİNDE DEPREM SÜRPRİZ OLMAZ :

Prof. Dr. Işıkara, Kandilli Rasathanesi verilerine göre 5 ile 5.9 arası büyüklüğündeki depremlerin ayda bir, 6 ile 6.9 arası büyüklüğündeki depremlerin yılda bir, 7 ile 7.9 arası büyüklüğündeki depremlerin de 4 ile 7 yıl arasında değişen bir aralıkta meydana geldiğini söyledi. 19 Mayıs2011'de Simav depremi, ardından 1 yıl sonra 10 Haziran'da Fethiye depreminin meydana geldiğini hatırlatan Prof. Dr. Işıkara, "Yani istatistikler teyit ediyor. Şimdi 10 Haziran 2013'e kadar 6 ile 6.9 büyüklüğünde bir deprem olursa bu benim için sürpriz olmaz. Van depremi 23 Ekim 2011'de oldu. Yani 2015-2016-2017'ye kadar Türkiye'de 7'nin üzerinde bir deprem olursa benim için sürpriz olmaz" diye konuştu.

http://gundem.milliyet.com.tr/sakladigi-haritayi-acikladi/gundem/gundemdetay/13.06.2012/1553341/default.htm

 

12. Sürpriz Erdoğan - Özkök buluşması: Başbakan Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanlarından emekli Orgeneral Hilmi Özkök'ü kabul etti. 1 saat 10 dakika süren görüşme basına kapalı gerçekleşti :

 

13.06.2012

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ile görüştü. Başbakanlık Resmi Konutu'nda gerçekleşen görüşmenin, Özkök'ün talebi doğrultusunda gerçekleştiği ve ziyaretin nezaket ziyareti olduğu bildirildi. 1 saat 10 dakika süren görüşme basına kapalı gerçekleşti. 2002-2006 yılları arasında AK Parti iktidarının ilk döneminde Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten Özkök, emekliliğinin ardından İzmir'e yerleşmişti. Özkök, son olarak Balyoz darbe planına ilişkin davayla gündeme gelmiş ve dava kapsamında yargılanan emekli generaller, Özkök'ün tanık olarak dinlenmesini talep etmişti.

http://siyaset.milliyet.com.tr/surpriz-erdogan-ozkok-bulusmasi/siyaset/siyasetdetay/13.06.2012/1553391/default.htm

 

13. Başbakan Erdoğan, sendikaları eleştirerek, ücretlere yapılan zamları anlattığı konuşmasında, ''Öyle evler var ki, öyle memur kardeşlerim var ki. Evinde bir bakıyorum hanımının altında bir araba, kendi altında bir araba, iki tane araba var'' dedi :

 

13.06.2012

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında gündemdeki konuları değerlendirdi. Temmuz'da yapılacak Eskişehir il kongresiyle il kongrelerinin tamamlanacağını belirterek sözlerine başlayan Başbakan Erdoğan, 4'üncü olağan büyük kongrenin de yapılmasıyla 2014 yerel seçimlerine odaklanacaklarını söyledi. Bugüne kadar izledikleri siyaseti anlatan Erdoğan, hiçbir zaman popülizmi benimsemediklerini ileri sürerek, "Türkiye'yi her alanda değiştirdik" dedi. İktidarları döneminde yapılanları bir kitapçıkta topladıklarını ifade eden Başbakan Erdoğan, bunu dağıtacaklarını belirtti ve partililerden, hükümetin icraatlarını halka anlatmalarını istedi. Konuşmasında sözü muhalefet partilerine getiren Erdoğan, muhalefetin hiçbir zaman kendilerini takdir etmemesini eleştirdi. Erdoğan, "Biz tarihi yapıyoruz, yazımını tarihçilere bırakacağız. Tarih, AK Parti'yi mutlaka ve mutlaka hayırla yad edecektir" diye konuştu.

Şehitlerin bize tebessümle bakmaları için : Yıllar sonra Menderes ve Özal gibi anılacaklarını söyleyen Erdoğan, "Sadece milletimizin, sadece bugünkü neslin değil, bizleri izleyen şehitlerimizin bizden razı olması, şehitlerimizin uğruna can verdikleri, bize emanet ettikleri bu toprakların selametini görüp bizlere tebessümle bakması bile her türlü takdirin üzerinde olacaktır. Bütün gayretimiz mücadelemiz, işte bu büyük takdiri kazanmaya yöneliktir ki inşallah o takdiri kazanmak için de son nefesimize kadar mücadele vermeye devam edeceğiz."

Konuşmasında, 12 Haziran seçimlerinden bu yana geçen 1 yılın değerlendirmesini de yapan Erdoğan, partisinin yöneticilerinden, Türkiye'nin 2002'den bu yana geçirdiği ekonomik büyümeye ilişkin verileri, 2014 seçim sürecinde halkla paylaşmalarını istedi.

Bu nasıl fakirleşme? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Yunanistan ekonomisiyle Türkiye ekonomisini karşılaştırmasına tepki gösteren Erdoğan, "Yunanistan kişi başına milli gelirini hep nüfusu azaltarak ortaya koydu. 2002'de Türkiye'de, 'hani fakirleşiyoruz' diyor ya bu işi çok bildiğini zanneden muhalefet, bu nasıl fakirleşme 2011 yılında Türkiye'de toplam 91 bin adet otomobil satılmıştı. 2011 yılında ise 594 bin adet otomobil satışı gerçekleşti. Bu tüm zamanların rekorudur. Fakirleşen bir ülkede otomobil satışı bu denli artar mı?" diye konuştu.

Borç yiğidin kamçısıdır : Konuşmasında iktidarları dönemine ilişkin ekonomik verileri paylaşan Erdoğan, 2002 yılında kamu net borç stokunun Gayrı Safi Milli Hasılaya (GSMH) oranının yüzde 61,5 iken, 2010 yılında bu oranın yüzde 28,8'e,
2011 sonunda da 22,4'e gerilediğini söyledi. Borç rakamlarını gündeme getirenlerin GSMH'deki artışı dikkate almadan konuştuklarını belirten Erdoğan, "Borç yiğidin kamçısıdır" dedi.

ABD'de, Japonya'da borç gani :  Türkiye'nin artık güçlü bir ülke olduğunu söyleyen Erdoğan, borç konusuna ilişkin, "ABD'de borç gani, Japonya'da borç gani. Ama hiç umurunda mı? Değil. Niye? Milli hasılasına bakıyor, gelirine bakıyor. Onun için de o borç herhangi bir sıkıntı ifade etmiyor" dedi.

Popülist artış yapmadık : Seçimlere rağmen ücretlerde popülist artışa gitmediklerini anlatan Erdoğan, küresel krize rağmen ücret artışına devam ettiklerini ve ücretlileri enflasyona indirmediklerini söyledi. 2002 yılına göre en düşük memur maaşını yüzde 279 arttırdıklarını belirten Başbakan Erdoğan, ortalama memur maaşını yüzde 204, asgari ücreti yüzde 280 arttırdıklarını ifade etti.

Krize rağmen ücretleri artırdık : Başbakan Erdoğan, SSK'lı en düşük emekli aylığını yüzde 226, Bağkur en düşük emekli aylığını yüzde 660 oranında arttırdıklarını anlattı. Erdoğan, "Herkes bunları görmemezlikten geliyor. Biz bir ülke yönetiyoruz. Eğer bu ülke, bu devlet bizden öncekilerin yönettiği gibi yönetilecek olursa bunun altında benim memleketimin evladı ezilecek. Ne ile ezilecek? Enflasyonla ezilecek" diye konuştu.

Öyle memurlar var ki : Yaptığı konuşmada memurlara yapılan ücret zammına da değinen Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu:

"Popülizmi hiçbir zaman tercih etmedik. Biz gerçek neyse onu söyledik, olması gereken neyse onu yaptık. Biz memurumuza, memur kardeşimize şunu söylüyoruz? Diyoruz ki biz sizi enflasyona indirdik mi kardeşim? Ezdirmedik. Yine ezdirmeyeceğiz. Şu anda 4-4 mü verdik. Eğer enflasyon yüzde 10 olursa aradaki fark ne? Yüzde 2. Biz size o yüzde 2'yi ödeyeceğiz. Enflasyon yüzde 6 olursa biz o yüzde 2'yi geri almayacağız. O sende kalacak. Bunu niye konuşmuyorsun? Bunu konuşmuyorlar. El ele vereceğiz, hem ülkemizi büyüteceğiz, daha iyi bir noktaya geleceğiz. Büyüdükçe de geliştikçe de toplu görüşmelerde alınacak olan zamlar, verilecek olan zamlar da daha fazla olacaktır. Ama şu anda gösterge bu. Bunu daha ileriye götürmeye kalkarsak bu yatırımları yapamayız. Modern bir Türkiye'de yaşadığınızı söylüyorsunuz. Bak altınıza aldığınız arabalar, öyle evler var ki, öyle memur kardeşlerim var ki. Evinde bir bakıyorum hanımının altında bir araba, kendi altında bir araba, iki tane araba var. Bunların herhalde bir çoğuna şahitsiniz. Ama daha önce böyle bir şey yoktu. Hatta ben kendilerine araba alacağına önce ev al tavsiyesi yapıyorum."

http://haber.gazetevatan.com/ne-memurlar-gordum-altlarinda-iki-araba/457566/9/Siyaset

 

14. MİT: Uludere'yi bir gün sonra duymamız mümkün değil :

 

13.06.2012

MİT kaynakları, Uludere olayına ilişkin, Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının talebine, Teşkilatın 13 madde halinde cevap verdiğini belirterek, “Olayın öncesinde ve olay anında askeri birimlerle teşkilatın herhangi bir ünitesinin irtibatının olmadığını, askeri birimlerle bağlantının ancak ertesi gün sağlandığını kaydetti. Söz konusu durumun “MİT olayı ertesi gün duydu” şeklinde yansıtıldığını vurgulayan MİT kaynakları, “Medyanın kısa sürede bilgi sahibi olduğu söz konusu olayda, MİT'in bir gün sonra duyması mümkün değildir” ifadelerini kullandı. (aa)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1091019&CategoryID=77

 

15. Özel Yetkili Mahkemelerin akıbeti tartışılırken, HSYK; Ergenekon, Balyoz, Şike ve KCK gibi önemli davalarda da görevli 2 bin 335 hâkim ve savcının yerini değiştiren 2012 yaz kararnamesini açıkladı :

 

13.06.2012

Merakla beklenen HSYK kararnamesinde atamalar belli oldu. Kararnameyle 2335 savcı ve hakimin görev yeri değiştirildi.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan yapılan açıklamada 16 Mart 2012 tarihinde hazırlık çalışmalarına başlanan 2012 Yılı Adli Yargı Yaz Kararnamesi taslağının görüşmelerine 07 Haziran 2012 tarihinde başlandığı ve çalışmaların 13 Haziran 2012 tarihi itibarıyla sonuçlandırıldığı açıklandı. 

Açıklamada "2012 Yılı Adli ve İdari Yargı Yaz Kararnamelerine İlişkin Duyuru’da da açıkça belirtildiği gibi, bundan böyle süre sebebiyle sadece yaz kararnamesi ile atama yapılacak olması (Sonbahar Kararnamesi ile atanacak olanların da bu kararnameye alınması) ve bir kısım adliyelerin birleştirilmesi kapsamında yapılan atamaların kararnameye dâhil edilmesi nedeniyle bu kararnamede toplam 2335 Adli Yargı Hâkim ve Cumhuriyet Savcısının ataması yapılmıştır." dendi. Yapılan atama listesinin ilginç detaylarında ise şunlar var:

Şike soruşturmasına bakan  Savcı Mehmet Berk'in özel yetkisi alındı. Berk, Küçükçekmece Başsavcı Vekili olarak görevini yürütecek. 
Ergenekon davasına bakan, Özel Yetkili Savcı Cihan Kansız Cumhuriyet Başsavcı Vekili oldu.

Balyoz davasının savcısı Savaş Kırbaş, İstanbul Başsavcı Vekili oldu.
Dink davasının hakimi Rüstem Eryılmaz'ın 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı görevinden alınarak Bakırköy savcılığına atandı.

KCK davasının hakimi Menderes Yılmaz İzmir'e atandı.

Yargıtay Cumhuriyet Savcısı iken İstanbul Hakimliğine atanan eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu da Çankırı Hakimliği'ne getirildi.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1091021&CategoryID=77

TAM LİSTE İÇİN BAKINIZ: http://www.hsyk.gov.tr/duyurular/2012/haziran/2012-yaz-kararnamesi.pdf

 

16. Demirtaş: Batıdakilerin de Kürtçe öğrenmesini istiyoruz : BDP Genel Başkanı Demirtaş Kürtçe seçmeli ders uygulamasını eleştirerek 'Kürtçe seçmeli ders önemlidir. Biz olmasın demiyoruz. Olsun ama Türkiye'nin batısındakiler için de önemlidir. Onlar Kürtçe'yi öğrensinler istiyoruz' dedi :

 

13.06.2012

Hakkari’de bulunan BDP Genel Başkanı Demirtaş, bugün Yüksekova ilçesine geldi. Burada bir konuşma yapan Demirtaş, "Bizi vatandaş olarak görmüyorlar bile. BDP’li Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde vatandaş olarak kabul görmüyorlar. Düşman hukuku uygulanıyor.’ diyerek Uludere olayında takınılan tutumu eleştirdi.  Demirtaş şöyle konuştu: 

Roboski de savaş uçağıyla parçalamak, düşman hukuku, özel yetkili mahkemeler eliyle belediye başkanlarını milletvekilini genci yaşlısını, kadınını zindanlara doldurup orada zulme tabi tutmak, düşman hukukudur. Biz de diyoruz ki, maden bize düşman hukuku uyguluyorsun, madem bizi düşman olarak görüyorsun, madem bizimle birlikte yaşamak istemiyorsun. Çık bunu açıkla. Deki ‘Biz Kürt halkı ile yaşamak istemiyoruz.’ O zaman Kürt halkı da kendi kararını verir. Kürt halkı da böyle bir faşizan zülüm düzeni ile yaşamaya mecbur değil. Kendisini düşman ile tanımlayan bir devlet, bir hukuk sitemi ile iç içe yaşamaya mecbur değil. Bunları açık açık konuşalım. Kürt halkı diye bir halk var. İnkar etmiyorsun dili var. İnkar etmiyorsun. Ama dilini kullanamaz diyorsun 

SEÇMELİ DERSE TORUNUNU GÖNDER : Demirtaş, Kürtçe seçmeli ders konusuna da değindi. Bu konuyu eleştiren Demirtaş şöyle devam etti: 
"Kürt çocuğu anasından doğarken dilini seçiyor mi ki? Sen ona seçmeli ders sunuyorsun. Önce sen Tayyip Erdoğan olarak torununu Türkçe seçmeli derse göndermeyi kabul et. Kürtler de çocuğunu seçmeli derse göndermeyi kabul etsin. Deki ‘Benim torunum da Türkçe’yi de seçmeli ders olarak öğrensin’ Bu eğer senin vicdanında ahlakında kabul görüyorsa, Kürt haklı da bunu kabul etsin. 
Şimdi bir yasağın bir psikolojik sınırın aşınması açısından, Kürtçe seçmeli ders önemlidir. Biz olmasın demiyoruz olsun. Ama Türkiye’nin batısındakiler içinde önemlidir onlar Kürtçe’yi öğrensinler istiyoruz. Okulda beşinci sınıfta da birinci sınıfta da Türk çocukları Kürtçe seçmeli ders alsınlar, öğrensinler çünkü bu ülkenin dilidir Kürtçe. Ama Kürt çocuğu için beşinci sınıftan sonra haftada iki saat ders Kürtçe öğrenebilirsin demek ‘Ben beş sene seni asimile edeceğim, beş sene seni Türkleştirecem, beşinci sınıftan sonra da Kürtçe’yi yabancı dil gibi sana seçmeli olarak vereceğim’ demektir. Sen beş sene çocuğa Türkçe eğitim verdikten sonra zaten asimilasyon süreci tamamlanıyor. Altıncı sınıfta vereceğin Kürtçe çocuğun ana dili olarak kalmaz ki. Artık hesap bu. 
Fakat biz buna rağmen biz diyoruz ki önemlidir. Kürtçe de seçmeli ders olsun müfredatta. Ama Kürt halkı için değil, sizin için. Öğrenin Kürtçe’yi öğrenin diye okullarda seçmeli ders olsun. Sizde gidin o kurslara öğrenin eğer Kürt halkının talebini ve beklentisini karşılamak istiyorsanız. Ana sınıfından üniversiteye kadar Kürtçe eğitimdir. Talep Kürt halkının talebidir. Diyorlar ki, ‘Kürtçe eğitim mümkün müdür’ biri diyor ‘Medeniyet dili değil’ Öbürü diyor ki ‘Efendim bu konuda ders kitabı yok’ tabi 80-90 yıl yasaklasan bunun altyapısı olamaz. Altyapısını hep birlikte hazırlayalım samimiysen eğer bir iki senede bunun altyapısı hazırlanır. Siz kendi anavatanınızda iki saat seçmeli dersi kabul ediyor musunuz? Kürtler neden Kürdistan da bunu kabul etsin. Burada esir midir? Kürtler göçmen midir?" (dha)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1091018&CategoryID=78

 

17. CHP: MHP ve BDP ile birlikte olmayı çok önemsiyoruz : CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Birgül Ayman Güler, terör sorununun çözümüne yönelik başlattıkları görüşmelere ilişkin, "MHP ve BDP ile de randevu talebiyle görüşmelerimizi sürdüreceğiz" dedi :

 

13.06.2012

CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında toplandı. Parti Sözcüsü Birgül Ayman Güler, toplantı sonrasında açıklamalarda bulundu ve gazetecilerin sorularını yanıtladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısındaki konuşmasının “Kılıçdaroğlu ve üslup” konusundaki bölümlerini hatırlatan Güler, terör sorunun çözümüne yönelik görüşmeler sürecinde duyarlı yaklaşımlar sergilenmesi gerektiğini vurguladı. Güler, şöyle konuştu: 

“İktidarla muhalefet arasındaki ilişki öğüt alma öğüt verme ilişkisi değildir, çağdaş devletlerde iktidarla muhalefet arasındaki ilişki çağrı yapma, öneride bulunma ilişkisidir. Sayın Başbakan eski devletlerdeki uygulamaları, sultanlık, krallık uygulamalarını hatırlıyor olsa gerek. Anamuhalefet partisinin kendisine, süreci bir kazaya uğratmayalım herkes sorumlu olsun çağrısını, 'Sen bana öğüt veremezsin' diye geri çevirmekte. Oysa gerçekten güzel söz vardır, 'Dinime küfreden bari Müslüman olsa' diye. ” Başbakan Erdoğan'ın sözlerinden bazı örnekler veren Güler, şöyle devam etti:  “Başbakan, Genel Başkanımıza üslup dersi verecek konumda değildir. Genel Başkanımız Türkiye'nin ulusal birliğini, toprak bütünlüğünü 30-35 yıllık kana son vererek aydınlığa kavuşturmak için çaba gösteriyor. Tüm halkımız bu çabayı gördü, değerini biliyor. Sayın Başbakandan beklediğimiz şey, bu eksik tarih ve eksik çağdaş devlet felsefesine sahip olarak söylediği sözleri durup düşünmesi, üslup sorununu ortadan kaldırması. Biz başlattığımız görüşmeler sürecinden çok şey bekliyoruz. Bu süreci kesmemesi. Sorumlu bir siyasetçi, devlet adamı olarak davranması. Eğer böyle yapamayacaksa da Türkiye'nin kaderiyle oynamaktan vazgeçmesini istiyoruz.” 
Güler, Erdoğan'ın sağduyudan uzaklaşması halinde bunun kendisi ve partisi için iyi olmayacağını da savundu. 

MHP VE BDP İLE GÖRÜŞME : Açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Güler, “Başbakan Erdoğan'ın bugünkü sözlerini süreçte bir çatlak olarak mı görüyorsunuz?” sorusuna, “Olmamasını diliyoruz” yanıtını verdi. 
Sürecin devamı için MHP'den randevu talep edilip edilmeyeceği de sorulan Güler, kendilerinin başından bu yana parlamentodaki tüm partilerin bir araya gelmesi şeklinde bir süreç hedeflediklerini bildirdi. Güler, “Dolayısıyla AKP'den sonra MHP ve BDP ile birlikte olmayı çok önemsiyoruz. Biz o beraberliği sağlamak için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Başbakan'ın bu süreci kullandığı üslupla kırdığını görüyoruz ama süreci izlemeyi sürdürüyoruz. MHP ve BDP ile de randevu talebiyle görüşmelerimizi sürdüreceğiz” diye konuştu.

Güler, “O zaman kesinlikle MHP, CHP'den randevu talep edecek. Bunu anlayabilir miyiz?” sorusuna ise en başta ilan ettikleri hedefin MHP ve BDP ile de görüşmek olduğunu ve bu hedefin ortadan kalkmadığını söyledi. 

Bir başka soruyu yanıtlarken de Güler, MHP ve BDP'den henüz randevu talep etmediklerini belirtti. 

MHP ve BDP'den olumsuz yanıtlar gelmesi üzerine AK Parti ve CHP olarak çözüm önerilerini konuşup konuşamayacakları sorusu üzerine ise Güler, bunun bir toplumsal mutabakat olmayacağını ifade etti. Güler, Başbakan Erdoğan'ın MHP ve BDP'nin sürecin dışında kalmasına ilişkin sözlerini hatırlatan Güler, “Demek ki Sayın Başbakan anayasa çalışmalarında da böyle bir zihniyete sahip. Öyle anlaşılıyor ki Sayın Başbakanın aklında toplumsal mutabakat öyle herkesin olduğu bir ortam değil. Kendi istediğini yapabildiği eksik katılımlı çalışmaları da kabul ettirebiliyorsa oluyor. Ama tanımı gereği bunun yanlış olduğu kanısındayız” ifadesini kullandı. (aa)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1091023&CategoryID=78

 

18. DDK: Turgut Özal'ın ölümü şüpheli : Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Turgut Özal'ın ölümünün 'şüpheli' olduğu yönünde görüş belirtti :

 

13.06.2012

Devlet Denetleme Kurulu’nun 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatıyla ilgili hazırladığı raporda, “Turgut Özal’ın geçmiş sağlık bilgileri ve yoğun program trafiği bilinmesine rağmen derhal müdahaleye uygun ve yeterli sağlık personeli, ekipmanı ve donanımlı bir ambulansın bulundurulmamış olması kabul ve izah edilebilir bir yönetim anlayışı ve uygulaması değildir” denildi. 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatı üzerine 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatını inceleyen Devlet Denetleme Kurulu (DDK), raporunu kamuoyuna açıkladı. 17 Nisan 1993 tarihinde vefat eden 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ailesi ve yakınları tarafından ölümü ile ilgili olarak çeşitli iddiaların zaman zaman gündeme getirilmesi üzerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Devlet Denetleme Kurulu’na 1 Ekim 2010 tarihinde, konunun ayrıntılı bir biçimde incelenmesi talimatını verdi. Bu çerçevede, DDK, 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın vefatı ile ilgili olarak yaşanan süreç içerisinde Çankaya Köşkü ve Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde yürütülen sağlık hizmetlerine dair idari iş ve işlemler ile olayın oluş şekli ve ölüm sebebine ilişkin olarak kamuoyuna yansıyan iddialarla ilgili inceleme gerçekleştirdi. 

DDK’nın 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatına ilişkin hazırladığı raporda, Özal’ın öldürülmüş olduğuna ilişkin ortaya atılan çeşitli iddialar hakkında ancak sınırlı bir inceleme yapılabildiği kaydedildi. Cumhurbaşkanlarına sunulan sağlık hizmetlerinin kapasitesi ve kalitesiyle ilgili ciddi sorunlar bulunduğu ifade edilen raporda, “Turgut Özal’ın geçmiş sağlık bilgileri ve yoğun program trafiği bilinmesine rağmen derhal müdahaleye uygun ve yeterli sağlık personeli, ekipmanı ve donanımlı bir ambülansın bulundurulmamış olması kabul ve izah edilebilir bir yönetim anlayışı ve uygulaması değildir. Bu açıdan, merhum Turgut Özal rahatsızlandığı anda kendisine ne gerekli vasıfta ilk müdahale yapılabilmiş ne de uygun bir şekilde ve tam zamanında hastaneye götürülebilmiştir” bilgisi yer aldı. Raporda ayrıca Özal’ın vefatının üzerinden uzun bir zaman geçtiği belirtilerek, konuya ilişkin belgelerin arşiv mevzuatı gereği saklama yükümlülüğünün sona ermiş olması nedeniyle talep edilen bir kısım bilgi ve belgeye imha edildiği için erişilemediği kaydedildi.
"SAĞLIK SİSTEMİ OLUŞTURULMAMIŞTIR"  Raporda, “Gerek dönemin Genel Sekreterliğinin gerekse o dönemde merhum Cumhurbaşkanı'nın özel doktorluğunu yaptığı ifade edilen kişilerin, Köşk'ün sağlık sisteminin oluşturulmasında ve uygulanmasında ciddi bir şekilde hatalı/kusurlu oldukları kanaatine varılmıştır” denildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatı üzerine 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatını inceleyen Devlet Denetleme Kurulu(DDK), raporunu kamuoyuna açıkladı.  Turgut Özal’ın ölümüne ilişkin olarak, aile fertleri, yakınları ve diğer kişiler tarafından gündeme getirilen iddialar konusunda herhangi bir soruşturma yapılmadığının vurgulandığı raporda, Kurulun çalışmada merhum Özal'ın ölümü ile ilgili olarak dile getirilen iddialardan, ağırlıkla, idari iş ve işlemlerle ilgili olanların araştırılması ve incelenmesi üzerinde durulduğu belirtildi. Kurulun, Özal’ın rahatsızlanması ve ölümü sürecinde, gerek Köşk yerleşkesinde gerekse Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde yürütülen sağlık hizmetleriyle ilgili iş ve işlemlerin mevzuata ve bilimsel esaslara uygun olarak yerine getirilip getirilmediğinin ve ölüm sebebine ışık tutabilecek hususların tespitine çalıştığının kaydedildiği raporda, ayrıca, ölümün oluş şekli ve sebebiyle ilgili tartışmaların araştırılması yanında, kamuoyunda çeşitli defalar dile getirilen merhumun öldürüldüğüne ilişkin iddiaların somut ve güvenilir delillere dayanıp dayanmadığı hususunun da incelendiği ifade edildi.  Bu çerçevede Kurul, öncelikle aile üyelerinin bilgisine ardından da konuyla ilgili bilgisi olan kişiler tespit edilerek beyanlarını aldı. Özal’ın ölüm günü yaşanan sürece ilişkin yazılı ve görsel medyada yer alan kitap ve yayınları da inceleyen Kurul, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden Cumhurbaşkanı'nın vefatına ilişkin Köşk’ün arşivinde mevcut belgeleri de inceledi. 

"BİLGİSİNE BAŞVURULANLAR BAZI BİLGİLERİ HATIRLA(YA)MADI”
DDK raporunda, Özal’ın ölüm günü olan 17 Nisan 1993 tarihinden çalışmanın yapıldığı tarihe kadar 19 yıl gibi uzun bir sürenin geçmiş olması nedeniyle, bilgisine başvurulan kişilerin olayları tam olarak hatırlamakta güçlük çektiği bilgisine yer verildi. Raporda Kurul’un çalışması sırasında yaşanan güçlükler şu ifadelerle açıklandı:  “Bilgilerine başvurulan ve beyanları tespit edilen kişilerin kendilerine ve bir başkasına sorumluluk gelebileceği endişesinden hareketle bazı bilgileri “hatırla(ya)mıyorum" gerekçesiyle paylaşmaktan imtina ettikleri müşahede edilmiştir. Alınan beyanlar arasında bazı çelişkiler ve/veya hayatın olağan akışına aykırı hususlar tespit edilmiştir."  "Merhum Cumhurbaşkanının vefat ettiği 17 Nisan 1993 tarihinin öncesinde ve sonrasında yaşanan sürece tanıklık eden bazı kişilerin vefat etmiş olması nedeniyle bilgilerine başvurulamamıştır. Öte yandan bilgisine başvurulan bazı kişilerin sorumluluk gerektirebilecek durumlarda ölen kişilere atıf yaparak konuyu açıklamaya çalıştıkları görülmüştür. Vefatının üzerinden uzun bir zaman geçmiş ve konuya ilişkin belgelerin arşiv mevzuatı gereği saklama yükümlülüğünün sona ermiş olması nedeniyle talep edilen bir kısım bilgi ve belgeye imha edilmiş oldukları için erişilememiştir. Cumhurbaşkanlığı arşiv hizmetlerinin yürütüldüğü Eğitim ve Araştırma Müdürlüğünde Özal’ın görev dönemine ilişkin inceleme/araştırma konusuyla alâkalı hemen hemen hiç bir dokümanın bulunmadığı tespit edilmiştir.” 
"SEMRA VE AHMET ÖZAL BİLGİLERİ SUNMADI" Raporda, Cumhurbaşkanı’nın vefatı ile ilgili iddiaların önemli bir bölümünü dile getiren Özal’ın eşi Semra Özal ile oğlu Ahmet Özal’dan beyanlarında vereceklerini ifade ettikleri bilgi ve belgeler ile Özal’ın ölümünün aydınlatılmasına matuf her türlü bilgi ve belgenin gönderilmesi konusunda ayrı ayrı yazı ile ikişer defa belgelerin istendiği ancak Kurul’a kamuoyuna yansıtılanlar dışında her hangi bir bilgi ve belge sunulmadığı bilgisi yer aldı. Raporda teknik sıkıntılara yer verilerek, “17 Nisan 1993 tarihinde yaşanan sürecin belirlenmesinde katkısı olabileceği düşüncesiyle Türk Telekom A.Ş.'den Cumhurbaşkanlığı Köşk'üne ait telefon kayıtları yazılı olarak istenmiş, sistem değişikliği nedeniyle mevcut olmadığı bildirilmiştir” denildi. Özal’ın vefat ettiği dönemde Köşk'ün işleyişine yönelik bilgilerin de kaydedildiği raporda, şu tespitler yer aldı:

“Konut'ta çalışan personelin seçiminde herhangi bir usul ve esasın belirlenmediği, Konut’ta Cumhurbaşkanı ve ailesi için hazırlanan yemeklerin kontrol edilmesine yönelik bir sistemin oluşturulmadığı, hazırlanan yemeklerden numune alınmadığı belirlenmiştir. Cumhurbaşkanı'na ve ailesine sağlık hizmeti vermek üzere "özel doktorluk" müessesinin oluşturulmadığı, gerek Köşk'te gerekse Konut'ta 7 gün 24 saat esasına göre sağlık hizmetinin planlanmadığı, bu kapsamda görevlendirilmiş sağlık müdürü, doktor ve diğer sağlık personelinin bulunmadığı, mevcut doktorun da yarım gün mesai ile tüm Köşk personeline hizmet verdiği ve hafta sonu çalışma zorunluluğunun olmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan ne Cumhurbaşkanının zatına ne de Cumhurbaşkanlığı örgütünün tümüne hizmet verecek herhangi bir tam donanımlı ambulansın bulunmadığı tespit edilmiştir.”

Merhum Cumhurbaşkanının bizatihi bulunduğu makamın gereği ve sağlık öyküsü dikkate alındığında, özel tabiplik kurumunun ihdas edilmesinin zorunluluk arz ettiği değerlendirmesinin yapıldığı raporda, teşkilat düzenlemelerinde yer almasına rağmen Cumhurbaşkanlığı Özel Tabipliği kadrosuna işlerlik kazandırılmadığı gibi Cumhurbaşkanlığı resmi doktoru olan Prof. Dr Hilmi Özkutlu'ya da bu yönde bir görev tevdi edilmediği kaydedildi. Özal’dan önceki Cumhurbaşkanı Kenan Evren zamanında Prof. Dr. Hilmi Özkutlu ile yapılan ve o tarihten ayrıldığı zamana kadar devam eden hizmet sözleşmeleri ve çıkarılan kararnamelere göre çalışma saatlerinin hafta sonunu kapsamadığı bilgisine yer verilen raporda, Özal’ın özel doktoru olarak bilinen, kendisini de bu şekilde tanımlayan Dr. Cengiz Aslan'ın özel tabip olarak resmi bir şekilde görevlendirilmediğine işaret edildi. 
Özal’ın sağlığından özel olarak sorumlu bir kişinin olmadığının, yakınında 7 gün 24 saat sağlık hizmeti veren personelin bulunmadığının, sağlık personelinin hafta sonu çalışma mecburiyetinin olmadığının tespitine yer verilen raporda, bu durumun Özal dönemine has olmadığı önceki Cumhurbaşkanı döneminde de Köşk'te bir sağlık sisteminin bulunmadığı kaydedildi. Raporda, “Gerek dönemin Genel Sekreterliğin gerekse o dönemde merhum Cumhurbaşkanı'nın özel doktorluğunu yaptığı ifade edilen kişilerin, Köşkün sağlık sisteminin oluşturulmasında ve uygulanmasında ciddi bir şekilde hatalı/kusurlu oldukları kanaatine varılmıştır” denildi. 

ÖZAL SAĞLIK KİTİNİ NASIL KULLANACAĞINI SORMUŞ : Merhum Cumhurbaşkanının rahatsızlandığı esnada ilk yardım kitinin kullanılmadığına iddialarına da açıklık getirilen raporda, “Köşk'te söz konusu acil yardım kitinin bulunup bulunmadığını kesin olarak tespit etmek mümkün olamamakla birlikte, bu tespitin pratik bir faydasının olmadığı da açıktır. Çünkü söz konusu sağlık kiti mevcut olsa bile bunu kullanarak ilk müdahaleyi yapacak bir sağlık görevlisinin o gün o saatlerde Konut'ta bulunmadığı, uygulana gelen sağlık sistemine göre de bulunma ihtimalinin olmadığı tespit edilmiştir” denildi.  Sağlık öyküsü ve fiziki özellikleri bilinen ve devletin başı konumunda olan Cumhurbaşkanının sağlık hizmetlerinin uzman bir ekip eliyle yürütülmesinin asıl olması gerektiğine dikkat çekilen raporda, Özal’ın özel doktoru Cengiz Aslan’ın beyanından “Merhum Cumhurbaşkanı'nın sağlık kitinin kullanımı ile ilgili kendisinden bilgi istediği”nin anlaşıldığı kaydedildi. Raporda, sağlığı yakından takip edilmesi gereken Cumhurbaşkanı'nın sağlık kitinin kullanımını merak ederken, o dönem Genel Sekreterlikte Cumhurbaşkanı'na sunulacak sağlık hizmetini belirleme yetki ve sorumluluğu olan ilgililerin bu durumu düşünmemelerinin, gerekli tedbirleri almamalarının dikkat çekici olduğu belirtildi. Raporda, “Cumhurbaşkanı'nın, 1993 yılı başından vefat güne kadar gerek yurtiçi gerekse yurtdışı çalışma programlarının planlandığı şekilde aksatılmadan yürütüldüğü, ancak sözkonusu programların mevcut sağlık problemleri dikkate alınmaksızın yoğun bir şekilde hazırlandığı ve belirgin bir sağlık sorunu görülmemekle birlikte yorgunluk ve fazla kilo gibi belirtilerin ortaya çıktığı anlaşılmıştır” denildi. 

ÇELİŞKİLİ İFADELER : Çeşitli anlatımlar nedeniyle 17 Nisan 1993 tarihinde Özal’ın spor yapıp yapmadığı ile neden ve nasıl rahatsızlandığının kesin olarak ortaya konulamadığının belirtildiği raporda, Cumhurbaşkanı’nın nasıl rahatsızlandığı hususunun bilinmesinin ölüm sebebinin belirlenmesi açısından önem arz ettiği ifade edilerek çelişkili ifadelere dikkat çekildi: 
“Semra Özal'ın, Cumhurbaşkanı'nın 16 Nisan akşamı Köşk'te yemek yemediğini beyan etmesine karşılık, garson Ayhan Yahyalı'nın akşam yemeğinin menüsünü verecek şekilde yemek yediğini belirtmesi. Semra Özal'ın merhumla birlikte saat 24.00 sıralarında istirahata çekildiklerini söylediği halde garson Mustafa Arslan'ın saat 03.30-04.00 sıralarında merhum Cumhurbaşkanının halen bilgisayarında çalıştığını beyan etmesi. Prof. Dr. Hilmi Özkutlu ve eşi Prof. Dr. Süheyla Özkutlu'nun Sayın Semra Özal'ın 16 Nisan 1993 Cuma gecesi saat 23.30-24.00 sıralarında tansiyon yükselmesi şikayetiyle rahatsızlandığını ve müdahale ettiklerini belirtmelerine rağmen, Semra Özal'ın böyle bir olayı hatırlamadığını hatta Prof. Dr. Süheyla Özkutlu'yu hiç görmediğini ve tanımadığını ifade etmesi. 
GATA nöbetçi subayı Dr. Mustafa Sarsılmaz'ın, 17 Nisan 1993 tarihinde nöbeti devraldığı saat 09.00 sıralarında GATA Komutanı Prof. Dr. Ömer Yılmaz Şarlak veya emir subayının Merhum Cumhurbaşkanı'nın sağlık kontrolü yaptırmak amacıyla GATA'ya geleceğini kendisine söylemesine karşılık, Prof. Dr. Ömer Yılmaz Şarlak ve emir subayının beyanlarında bu hususu teyit etmemesi. Özal’ın sabah ne şekilde rahatsızlandığına ilişkin farklı açıklamaların (spor yaparken/spor sonrası/aniden düşme/yatakta/yataktan kalkarken) yapılması. 16 Nisan akşamı ve 17 Nisan 1993 sabahı Köşk'te kimlerin bulunduğuna ilişkin değişik beyanların olması. Merhum Cumhurbaşkanı'nın rahatsızlanmasından hemen sonra bu süreci yaşayan görgü tanıklarından bazılarının Köşk'te iken öldüğü yönünde beyanda bulunmasına karşın, bir kısım beyan sahibinin ise henüz yaşam belirtilerinin sona ermediği yönünde ifadelerinin olması.” (ANKA)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1091000&CategoryID=77

 

19. Atatürk Havalimanı'nda her türlü eylem yasaklandı :

 

13.06.2012

İstanbul Vali Yardımcısı ve Mülki İdare Amiri Ahmet Aydın başkanlığında yapılan toplantıda alınan karar uyarınca, Hava-İş sendikası tarafından yürütülen ve 305 THY çalışanının işten atılmasını protesto için yapılan eylemlere de Atatürk Havalimanı sınırları içinde son verileceği bildirildi. Kararla ilgili yazının Hava-İş yetkililerine verileceği öğrenildi.

HAVA-İŞ: BİZ BURADAYIZ, GELSİNLER GÖNDERSİNLER : Atatürk Havalimanı Güvenlik Komisyonu’nda tarafından alınan karara göre, havalimanı sınırları içerisinde her türlü gösteri ve eylem yasaklandı. Karara ilk tepki grev yasağına karşı 16 gündür eylem yapan Hava-İş Sendikası Başkanı Atilay Ayçin ’den geldi. Getirilen yasakların ardından gösteri yasağını da çok abartılı bulmadığını ifade eden Ayçin, “Hiçbir gerekçe olmadan tamamen turizm sektörünü ve bu sektörde yaşanacak mali krizin Türkiye’nin ekonomisine olumsuz yönde etkileyeceği gerekçesiyle yola çıkarak grev hakkımızı elimizden aldılar. Buna karşı mücadele eden insanların meşru zeminde verdiği hukuki mücadeleyi de ancak yasakla ortadan kaldırabilirler" şeklinde konuştu. 

"MUHALİF ANLAYIŞIN DA OLDUĞU KABUL EDİLMELİDİR" : Havalimanında 16 gündür beklediklerini kaydeden Ayçin, uçuş emniyetini burada oturan insanlardan önce riske atan çok faktör olduğunu savundu. Havalimanı Güvenlik Komisyonu’nu oluşturan yetkililere seslenen Ayçin, “Bizden önce engel o kadar çok unsur ve faktör var ki önce onları kaldırsınlar. Havaalanının girişinden uçakların kalkışına kadar uçuş emniyetini riske eden birçok olumsuz var. İşten atılmalar da bu emniyeti riske eden en önemli faktörlerden birisidir. Türk Hava Yolları eksik personelle uçuyor, günlük dinlenme sürelerine uyulmayarak uçuruluyor. Önce gitsinler onu ortadan kaldırsınlar. Ondan sonra burada hukuki zeminde verilen mücadeleyi eleştirsinler. Bu ülke demokrasiyle yönetiliyorsa muhalif anlayışın da olduğu kabul edilmelidir. Biz bu yapılanları doğal kaldırıyoruz. Biz buradayız buyursun gelsinler bizi göndersinler" diye konuştu.(dha)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1090996&CategoryID=77

 

20. Yeni Anayasada 2 madde daha tamam :

 

14.06.2012

TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi ve MHP Konya Milletvekili Faruk Bal, düzenlediği basın toplantısında, yazım komisyonunun toplantısında, demokratik hayatı yakından ilgilendiren iki maddeyle ilgili olarak Komisyona sunmak üzere bir mutabakat metnini ortaya çıkardığını bildirdi. ''Kişisel bilgi ve verilerin korunması'' konusunda 4 fıkralık metin üzerinde genel konsensüs sağlandığını belirten Bal, ancak partilerin kendi aralarında nüanslar konusundaki görüş farklılıkların devam ettiğini söyledi. 

Yazım Komisyonu'nun, 10. madde olarak kaleme aldığı ''özel hayatın (yaşamın) ve aile hayatının (yaşamının) gizliliği ve korunması'' başlıklı madde şöyle:
"Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini ve bunların korunmasını isteme hakkına sahiptir. 
Milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın (genel ahlakın) veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması ve makul şüphenin varlığı halinde suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; ayrıca bu sebeplere ve adli soruşturma gereklerine bağıl olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kağıtları ve hiçbir eşyası aranmaz, bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı 24 saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren 48 saat içinde açıklar, aksi halde el koyma kendiliğinden kalkar." 

KİŞİSEL BİLGİ VE VERİLERİN KORUNMASI : ''Kişisel bilgi ve verilerin korunması'' başlıklı 11. madde ise şöyle kaleme alındı: ''Kişisel bilgi ve verilerin gizliliği esastır. Herkes, kişisel bilgi ve verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak, kişisel bilgi ve veriler konusunda bilgilendirilme, bunlara erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel bilgi ve veriler, ancak kişinin açık rızasına veya kanunla öngörülen meşru bir sebebe dayalı olarak ayrımcılığa yol açmayacak şekilde toplanabilir işlenebilir ve kullanılabilir. Kişisel bilgi ve veriler otomatik olarak toplanamaz veya işlenemez.  Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller, bu hakkın etkili olarak kullanılmasını sağlayacak şekilde kanunla düzenlenir. Maddeyle ilgili olarak BDP'nin, ''kişilerin ırk, etnik köken, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep veya diğer inançları, dernek, vakıf, parti ve sendika üyeliği, sağlık ve özel yaşamları ve her türlü mahkumiyetleri ile ilgili kişisel veriler toplanamaz veya işlenemez'' fıkrasının yer almasını istediği belirtildi. 

http://www.haberturk.com/gundem/haber/750944-yeni-anayasada-2-madde-daha-tamam

 

21. Yaşar Paşa'yı konuşmadık :

 

14.06.2012

G.Kurmay eski Başkanı Hilmi Özkök, Erdoğan’la görüşmesini VATAN’a anlattı: Tutuklu askerlerle ilgili ‘Elini taşın altına koy’ diyenler oldu.
Genelkurmay eski Başkanı emekli orgeneral Hilmi Özkök’ün, halefi Yaşar Büyükanıt’la İzmir’de yemek yedikten bir hafta sonra Ankara’da Başbakanlık Resmi Konutu’nda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la biraraya gelmesi Ankara’yı hareketlendirmişti. Emekli Orgeneral Özkök görüşme sonrası, “Torunum için Ankara’ya gelmiştim. GATA’da check-up yaptırıyorum. Gelmişken de üç yıl birlikte çalıştığım Başbakan ile nezaket çerçevesinde ziyaret gerçekleştirmek istedim” dedi ancak kamuoyunun merakı yatışmadı. Hilmi Özkök, bu sürpriz ziyaretle ilgili detayları dün VATAN’a anlattı.

Başbuğ’u da konuştuk ama : Özkök, “Silivri’de G.Kurmay eski Başkanı İlker Başbuğ başta olmak üzere pekçok komutan ve subay tutuklu. Size oradaki sıkıntılarla ilgili yakınmalar geliyordur. Ziyaret sırasında bu konular konuşulmadı mı” sorusuna şu yanıtı verdi: “Bu meseleler tabiatıyla gündeme geldi. Bana ‘Elini taşın altına koy’ diyenler oldu. Bu ziyarette, bu imkanı tabiatıyla değerlendirdim. Ancak içeriğini açıklamak Başbakan’ın takdiridir. Benim anlatmam yakışık almaz.”
Yaşar Paşa’nın bahsi geçmedi : Özkök görüşmeye “belirli bir ajanda” ile gitmediğinin özellikle altını çizdi ve bu konuda şunları söyledi: “Görüşmenin iddia edildiği gibi Büyükanıt’la alakası yok. Görüşme talebim onunla yemek yemeden çok önceydi. Yaşar Paşa’nın bahsi bile geçmedi. Eğer görüşmeye belirli bir ajanda ile gitseydim Başbakan’la o fotoğrafı vermezdik. O zaman kim kiminle ne zaman görüştü, kimse öğrenemezdi. Daha önce de söyledim. Üç yıl birlikte çalıştık. Irak olayları da dahil zor ve sıkıntılı günler geçirdik. Daha çok bu hukuka dayanan bir nezaket ziyaretiydi.

CHECK-UP SONUÇLARI İYİ ÇIKTI : Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök, Başbakan Erdoğan’la yaptığı görüşmeyi VATAN’a anlatırken check-up sonuçlarını da açıkladı: “Çok şükür, iyi çıktı. Sağlığım yerinde...”

http://haber.gazetevatan.com/yasar-pasayi-konusmadik/457925/1/Gundem

 

22. Babamın normal ölmediğini herkes biliyor : Devlet Denetleme Kurulu'nun 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatına ilişkin raporunu oğlu Ahmet Özal değerlendirdi :

 

14.06.2012

Devlet Denetleme Kurulu'nun 8. CumhurbaşkanıTurgut Özal'ın ölümünü şüpheli bularak mezarın açılıpotopsi yapılması görüşünü değerlendiren oğlu Ahmet Özal, "Önemli olan mezarın açılması değil babamı zehirleyenlerin kim olduğunun ortaya çıkarılmasıdır. Bizim dinimizde anlayışımızda mevtanın rahatsız edilmesi hoş bir şey değil" dedi. 

"MEVTANIN RAHATSIZ EDİLMESİ HOŞ BİR ŞEY DEĞİL"  Beyaz Rusya'nın başkenti Minsk'ten dönen 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, Atatürk Havalimanı VIP Salonu'nda gazetecilerin sorularını cevapladı. Ahmet Özal, Devlet Denetleme Kurulu'nun ölümünü şüpheli bulduğu için babasının mezarını açarak otopsi yapılması yönündeki kanaatinin sorulması üzerine, "Raporu tam okumadım ama gazetelerden gelişmeleri takip ettim. Otopsi daha önce yapılmamıştı, vefat ettiği zaman yapılması gerekiyordu. Şimdi çok ciddi şüpheler var. Hatta fosfat zehirlenmesinden öldüğü, büyük bir ihtimal olarak konuşuluyor. Mezarın açılıp açılmaması konusu yargının vereceği bir karar. Bizim dinimizde, anlayışımızda mevtanın rahatsız edilmesi hoş bir şey değil" dedi.
"BABAMIN ZEHİRLENDİĞİNİ BİLİYORDUK" Ahmet Özal, "Zaten babamın ölümünün normal olmadığını, kalp yetersizliği bulunmadığını, bunun aksine zehirlendiğini başından beri söylüyorduk. Bu gerçek artık ortaya çıkmaya başladı. Mesele mezarının açılıp zehirlenip zehirlenmediğini öğrenmek meselesinden çıktı. Bu Allah'ın takdiridir, vefat etti. Normal ölmediğini zaten herkes biliyor. Mezarı açılıp da eğer zehirlendiği tespit edilse bile kimin yaptığı bulunmadığı sürece enteresan bir tarafı yok. Mühim olan 1990'ların başında yaşanmaya başlanan bir süreç var ortada. Rahmetli Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle başlayan, Eşref Bitlis Paşa'nın, rahmetli babamın arkasından Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç gibi bağlantılı cinayetlerin iyi analiz edilerek çözülmesi lazım. Sonuçta bu meseleyi ta 28 Şubat'lara kadar getiren hadiselerini, 90'ların başının o karanlık yıllardaki cinayetlerin hepsinin incelenmesi lazım. Bunları hepsi birbiriyle bağlantılı olaylardır, birbirinden bağımsız hadiseler değildir. Bunların aydınlatılması için buotopsini yapılması şart değildir. Otopsi yapılır veya yapılmayabilir ama önemli olan o karanlık dönemin bütün olarak incelenmesidir" şeklinde konuştu.
"ANNEM (OTOPSİ YAPILMASIN) DEMEDİ" Ahmet Özal, babası Turgut Özal'ın ölümünden sonra annesi Semra Özal'ın otopsi yapılmasını istemediği yolundaki iddiaları yanıtlarken de, "Ben öldüğünde yanında değildim, akşam özel uçakla gelerek yetişebildim. Ben geldiğimde vefat etmişti, Hacettepe'ye gitmedim direkt olarak köşke çıktım. Anneme otopsi meselesini defalarca sordum. (Ben böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum) dedi. Esasında bunun normal olarak kanunda yer alması lazım. Amerika ve Avrupa'da bu böyledir. Cumhurbaşkanı, Başbakan gibi ülke idare eden insanlar ani olarak ölürse direkt olarak otopsi yapılır. Türkiye'de de bundan sonra bunun yapılması lazım" ifadelerini kullandı. 
"GERÇEĞİ BİLİP SUSANLAR VAR" Ahmet Özal, "Babanızın mezarı açılıp zehirlendiği kanıtlanırsa herhangi bir suç duyurusunda bulunacak mısınız? Bir şikayetiniz olacak mı?" sorusu üzerine de şunları söyledi: "Zaten soruşturma kamu davası olarak açılacak da, savcı davayı kime açacak? Yani zehirlendiğini tespit ettik, bitti diyelim. Ne olacak sonra? Bunu yapanı nasıl bulacaklar? Hala Uğur Mumcu cinayetini işleyenler bulunmadı. Babamın katilleri mi bulunacak? Ben şu an için bunların bulunacağına inanmıyorum. Çünkü şu an için erken. O sürecin 1993-1996 arası çok iyi incelenmeye başlanırsa babamın vefatının failleri de çıkar. Şu anda bazı insanlar bazı bilgilere sahip. Ama kimileri aktör, kimileri figürandır, kimileri de susmayı tercih eder. Bunlar zamanla çözülür. Mezarı bizim iznimiz dışında savcılık tarafından açılırsa da tepkimiz olmaz."

http://www.haberturk.com/gundem/haber/750949-babamin-normal-olmedigini-herkes-biliyor

 

23. Gülen'e “Dön” çağrısı : Erdoğan, Türkçe Olimpiyatları'nın Arena'daki finalinde Fethullah Gülen'e seslendi :

 

14.06.2012

Gurbet hasrettir. Hasretin bedeli, faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içinde olanları aramızda görmek istiyoruz...
10.Türkçe Olimpiyatlarında bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan "Biz gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içiresinde olanları aramızda görmek istiyoruz" dedi. "Gurbet aynı zamanda garipliktir" diyen Erdoğan, "Zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun içinde biz garipliğe tahammül edemeyiz. Bu sıla hasreti bitmelidir. Bitsin istiyoruz" diye konuştu. Erdoğan’ın bu konuşması büyük alkış aldı. Alkışlar üzerine Erdoğan " Doğrusu ben şu anki tavrınızla hip birlikte bu hasretin bitmesini istediğinizi anlıyorum. Öyleyse bitsin bu hasret diyelim" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ”Gurbet aynı zamanda garipliktir. Zaten oradan anlamını yükleniyor. Onun için de biz garipliğe tahammül edemeyiz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz. Doğrusu ben şu andaki tavrınızla hep birlikte bu hasretin bitmesini istediğinizi anlıyorum. Öyleyse bitsin bu hasret diyelim” dedi.

http://haber.gazetevatan.com/gulene-don-cagrisi/457944/1/Gundem

 

24. Al vize kolaylığını başına çal :

 

15.06.2012

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Avrupa'nın vize kolaylığı getirileceğini belirtmesi ile ilgili olarak, “Al vize kolaylığını başına çal. Biz bunu istemiyoruz. Diyoruz ki edepsizlik yapmayın, Avrupa üyesi ülke vatandaşları elini kolunu sallayarak bize geliyorsa, bize de aynısını yapın” dedi. Çağlayan, Akdeniz İhracatçı Birlikleri (AKİB) toplantı salonunda düzenlenen “Mersin ili 2011 Yılı Vergi Rekortmenleri ve Başarılı İhracatçılar Ödül Töreni”nde yaptığı konuşmada sert ifadeler kullandı. AB'nin 27 üyeli bir birlik olduğunu, AB'nin geçen yıl yüzde 1.5, Türkiye'nin ise yüzde 8.5 büyüdüğünü kaydeden Çağlayan, Türkiye'nin ekonomide elde ettiği başarının, bütçe açıkları konusunda Avrupa'nın 23 ülkesinden çok daha iyi olmasından tüm dünyada iftiharla bahsedildiğini belirtti.

“Al vize kolaylığını başına çal” : Avrupa'da iş adamlarına uygulanan vize konusuna da değinen Çağlayan, hiçbir şeyin “ikiyüzlü AB”nin vize eziyetini unutturamayacağını belirten Çağlayan, gerek Başbakan, gerek ilgili bakanların bu konuda çok yoğun çalışma yaptığını kaydetti.

Bakan Çağlayan, şöyle konuştu: "Ama bu konuda bir türlü masada elini uzatmayan bu ikiyüzlü AB'dir. Geçenlerde bu hususları dile getirdiğimizde diyor ki zat-ı şahaneleri, 'Türkiye'nin istediğini haklı görüyoruz. Türkiye'den ülkemize geleceklere vize kolaylığı getireceğiz' Ben de dedim ki, 'al vize kolaylığını başına çal' Biz bunu istemiyoruz. Diyoruz ki edepsizlik yapmayın, Avrupa üyesi ülke vatandaşları elini kolunu sallayarak bize geliyorsa, bize de aynısını yapın."

http://haber.gazetevatan.com/al-vize-kolayligini-basina-cal/458084/1/Gundem

 

25. Erdoğan'ın dön çağrısını Gülen tarafı nasıl karşıladı?

 

15.06.2012

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış töreninde Amerika’da bulunan Fethullah Gülen’e yönelik yaptığı “geri dön” daveti, Fethullah Gülen için açılan resmi twitter hesabı o sözleri tüm takipçilerine duyurdu.
Erdoğan’ın konuşmasının 3.29 dakikalık bölümü Gülen'in twitter hesabında Youtube üzerinden yansıtıldı.

GÜLEN'E EN YAKIN İSİM NE DEDİ? Gülen'e en yakın isimlerden biri olan Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce'den dün canlı yayında Erdoğan'ın çağrısına tam destek geldi. Gündemi takip edenler ise Milat yazarı Tatlıcan'ın geçtiğimiz günlerde köşesine taşıdığı iddiayı hatırladı.

ERDOĞAN'DAN ALLAH RAZI OLSUN : Başbakan'ın Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen'i Türkiye'ye davet ettiğini canlı yaptığı programda izleyicilere aktaran Gülerce şöyle konuştu:Başbakan muhterem Fethullah Gülen'i Türkiye'ye davet etmiş. 'Bu sıla hasreti bitsin ' demiş. Sayın Başbakan'dan Allah razı olsun diyorum. Çünkü bir kaç haftadan beri, özellikle bu özel yetkili mahkemelerin hakimleri savcıları bir grup illa Türkiye'de tırnak içinde 'İktidar-cemaat ' kavgası çıkarmaya çalışıyordu. O fitne ateşine bugün son vermiş oldu Başbakan. Gönülleri kaynaştırmış oldu"

http://haber.gazetevatan.com/erdoganin-don-cagrisini-gulen-tarafi-nasil-karsiladi/458039/1/Gundem

 

26. Çalışma hayatındaki herkesi çok yakından ilgilendiren kıdem tazminatı ile ilgili olarak önemli değişiklikler hazırlanıyor. Önümüzdeki günlerde açıklanması beklenen Kıdem Tazminatı Fonu ile ilgili en önemli tartışmalar ise işten çıkartılan işçinin kıdem tazminatını ne zaman ve ne kadarını alabileceği üzerinde yoğunlaşıyor :

 

15.06.2012

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, geçtiğimiz günlerde bazı köşe yazarlarına konu ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Bugün Hürriyet Gazetesi yazarı Vahap Munyar'ın köşesine yansıyan bilgilere göre önümüzdeki yasama gündeminde TBMM'nin gündemine gelecek olan Kıdem Tazminatı Fonu, bireysel emeklilik sistemine (BES) benzer bir formülle çalışacak. Şirketler, çalışanların kıdem tazminatlarını bu fona yatıracak ve fon devletin garantisinde olacak. Fon'da biriken para da BES'teki gibi değerlendirilecek.

Yeni modelde işçiler işverenin kendisi için Kıdem Tazminatı Fonu’na para yatırıp yatırmadığını her an görebilecek. Parasının ne kadar biriktiğini, getirisini izleyebilecek. Çalıştığı şirket iflas etse bile fondaki parasına birşey olmayacak.

Bir başka işe girdiğinde de aynı hesap yine işlemeye devam edecek.

TAZMİNATLAR NE ZAMAN ALINACAK? Ancak burada en büyük tartışma işten çıkartılan işçilerin kıdem tazminatlarını ne zaman alacağı üzerinde yoğunlaşıyor. Normalde işten çıkarılan bir çalışan kıdem tazminatını hemen alabiliyor. Yeni sistemde ise bu konu son derece belirsiz. İşten atılan bir çalışan kıdem tazminatını ne zaman alabilecek?

Burada konulan bazı senaryolar var. Bunlardan bir tanesi işten çıkartılan bir çalışanın emekliliğe hak kazanacağı tarihe kadar hesabına dokunamaması. Diğeri, bu hesabından belirli oranda bir parayı çekme hakkı olması. Bir diğeri de işten ayrıldıktan belirli bir süre sonra parasının yine belirli bir oranını çekebilmesi.

ÖNEMLİ UYARI : Vahap Munyar'ın da bu konu ile ilgili önemli bir uyarısı var:

"Mevcut sistemde kurallara uyan şirketlerden atılanlar anında kıdem tazminatına kavuşup, işsiz kaldığı dönemi o parayla atlatıyor. Yeni modelde “Süren dolmadı, Kıdem Tazminatı Fonu’ndaki parana dokunamazsın” denilmesi, bu tür şirketlerden atılanlar tarafından pek de iyi karşılanmayacak. O nedenle Kıdem Tazminatı Fonu tartışılırken, “Ara ödeme” gibi hakların düşünülmesinde yarar var."

MUHATAP ARTIK DEVLET OLACAK : Hürriyet Gazetesi yazarı Prof. Şükrü Kızılot da yeni tasarıda kıdem tazminatının emekliliğe veya belirli bir yıl ölçüsüne bağlanabileceğini söyledi.

Kızılot şu bilgileri verdi: "Mesela 10 yılını dolduranlar tazminatının yüzde 50'sini, 5 yılını dolduranlar yüzde 30'unu alabilir gibi bir sonuç çıkabilir. Ama olay ağırlıklı olarak emekliliğe yönleniyor. Patron işçinin işine son verdiğinde işçi tazminatın hepsini alamayacak. Belki bir kısmını. Ama burada şöyle bir avantaj var. Eskiden patronun kıdem tazminatını ödememesi halinde çalışanlar çok zorlanıyordu, iş mahkemelere gidiyordu. Şimdi artık muhatabı devlet olacak, parayı ondan alacak."

30 YIL SINIRI OLACAK MI? Yeni yasanın mevcut durumla ilgili belirsizlik yaratabileceğini savunan Kızılot, "Kıdem tazmnatı için karşılık ayıran şirketler ne yapacak? Mesela işverene 'devlete aktar' deseler, o zaman şirkete çok büyük yük. Ayrıca niye aktarsın? Kıdem tazminatından yararlanma oranı yüzde 8 diyorlar. İşveren 'ben 100'den 8'ine ödeyecekken niye hepsini ödeyeyim' diyebilir.

Bir de devlette 30 yıldan fazlasına kıdem yok. Özelde ise ne kadar çalışırsan karşılığını alabiliyorsun. Şimdi özelde de 30 yıl sınırı getirilebilir. Bunların çok net bir şekilde açılması gerekiyor."

ORAN DÜŞERSE DAHA AZ ÖDEME YAPILACAK : Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aziz Çelik de Kıdem Tazminatı Fonu tartışmalarının esas amacının işveren üzerindeki ‘yükün’ azaltılması olduğunu öne sürdü.

Kıdem Tazminatının çalışan için önemli bir unsur olduğunu ifade eden Çelik “Özel sektörün kıdem tazminatını ödeme konusuda yükümlülüklerini yerine getirmediği söyleniyor. Bunu sağlayacak kamu idaresidir. Burada bir boşluğun olduğu ortada… İşçiye kıdem tazminatını ödemeyen işverenin bu fona ödeme yapacağının garantisi yok” dedi. İşverenin mevcut durumda ödediği yüzde 8’lik oranın yüzde 3’lere düşürülmesinin gündemde olduğunu hatırlatan Çelik sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu durumda fonda yeterli para birikmeyecek. Bu noktada iki durum ortaya çıkacak, ya bu fonu kamu destekleyecek, ya da çalışana daha az ödeme yapılacak. Kıdem tazminatı işverenin işçiyi dilediği zaman işten atma keyfiyetini de engelleyen bir durum. Kıdem tazminatı Fon’a devredildiği zaman işverenin işçiyi işten atmak için eli daha rahat olacak. Asıl mesele, işveren üzerinde yük olduğu dillendirilen kıdem tazminatının azaltılması. Ancak bu amaç başka türden ifadelerle perdeleniyor. Kıdem Tazminatı’nın Fon’a devredilmesi durumunda erişim konusunda ise tam bir belirsizlik söz konusu."

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/20767256.asp

 

27. Cihaner davasında ara karar : Milletvekili dokunulmazlığının yargılanmasına engel olmadığı bildirildi :

 

15.06.2012

CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner ile emekli Orgeneral Saldıray Berk'in de aralarında bulunduğu 11 sanığın ''terör örgütü üyeliği'' suçundan yargılanmalarına Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nde başlandı. Yargıtay Genel Kurul salonunda yapılan ve Cihaner'in katılmadığı duruşmada, Saldıray Berk, Recep Gençoğlu, Ali Tapan, Yaşar Baş, Şenol Bozkurt, Ahmet Saraçlar, Orhan Esirger, Nedim Ersan, Murat Yıldız ve sanık avukatları hazır bulundu. Duruşmayı, eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, bazı YARSAV Yönetim Kurulu üyeleriyle emekli hakim Osman Kaçmaz da izledi.  Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'nin son soruşturma açılması kararının okunduğu duruşmada,Cihaner'in avukatı Turgut Kazan söz alarak, yargılamanın usul yönünden Anayasa'ya aykırı olduğunu savundu. Davanın durdurularak, yasanın öngördüğü şekilde soruşturma izni alınması gerektiğini iddia eden Kazan, yüklenen suçun, görev suçu kabul edildiğinden soruşturmanın Hakimler ve Savcılar Yasası uyarınca yapılması gerektiğini öne sürdü. 
Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin, daha önceki kararında soruşturma aşamasının tamamlandığını zımni olarak belirttiğini ifade eden Kazan, HSYK'nın 12 Eylül referandumundan sonra değişen yapısına atıfta bulunarak, bu süreçte yargılamanın yapıldığı Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nin üye kompozisyonunun değiştiğini ve tabii hakim ilkesinin zedelendiğini, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini öne sürdü. 

''Dokunulmazlık var, dokunamazsınız'' MİT mensubu sanıkların dosyasının yasal değişiklik sonrasında durdurulduğunu ifade eden Kazan, ''Aynı duyarlılığın bir milletvekiline de gösterilmelidir. Bu gösterilmezse milli egemenliğe müdahale edilmiş ve bir şekilde engellenmiş olur'' dedi. Anayasa'nın 83. maddesine göre, yasama dokunulmazlığı kazanan bir kişi hakkındaki soruşturma ve kovuşturmanın durdurulması gerektiğini belirten Kazan, ''Seçimlerden önce soruşturma başlamadığı için tartışmasız dokunulmazlık var, dokunamazsınız, tabii hukuk varsa... Son soruşturma izni alınmamışsa ki alınmamıştır. Son soruşturma kararı hiçbir şey ifade etmez'' diye konuştu. Cihaner'in milletvekili seçildiğini ve Anayasa'nın 83. maddesi uyarınca dokunulmazlık kazandığını ifade eden Kazan, ilgili madde uyarınca müvekkili hakkındaki yargılamanın durdurulmasına karar verilmesini istedi.

''Soruşturma, Cihaner'in milletvekili seçilmesinden önce başladı'' Yargıtay Cumhuriyet Savcısı, soruşturmanın sanık İlhan Cihaner'in milletvekili seçilmesi tarihinden önce başladığını, soruşturmanın kapsamının Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında belirtilen suçlara ilişkin olduğunu söyledi. Anayasa'nın 83. maddesi 2. fıkrasına göre, soruşturmaya seçimden önce başlanmış olmak kaydıyla 14. maddesindeki suçların yasama dokunulmazlığı kapsamında olmadığını belirten savcı, yine bu kapsamdaki suçlara ilişkin, sanık hakkında yargılamaya başlandığında Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda belirtilen soruşturma prosedürü uygulanmasının soruşturmaya henüz veya hiç başlanmadığı anlamına gelmeyeceğini ifade etti.  Savcı, avukat Kazan'ın isteminin reddedilerek yargılamaya devam edilmesini talep etti. Mahkeme heyeti duruşmaya öğleden sonra devam edilmek üzere ara verdi.

http://www.haberturk.com/gundem/haber/751153-cihaner-davasinda-ara-karar

http://haber.gazetevatan.com/cihaner-davasinda-ara-karar/458077/1/Gundem

 

28. Gül'ün görev süresi belli oldu : Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün görev süresini 7 yıl olarak belirledi. Mahkeme ayrıca Gül'ün ikinci kez aday olabileceğini de belirtti :

 

15.06.2012
Anayasa Mahkemesi, CHP'nin Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'nun bazı hükümlerini iptali istemiyle açtığı davayı esastan karara bağladı.

Gündem toplantısında, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'nun iptal isteminin de aralarında bulunduğu 7 dosyayı görüşen heyet, 09.30'da başlayan toplantısını saat 14.30'da bitirdi. Yüksek Mahkeme, Kanun'un bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle açılan davada, geçici 1. maddenin ikinci fıkrasındaki, ''31 Mayıs 2007 tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce seçilen Cumhurbaşkanları, iki defa seçilememeleri kuralı dahil, Anayasa'nın değişiklik öncesi hükümlerine tabidir'' ibaresini iptal etti.

Heyet, ''Onbirinci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır'' hükmünün de aralarında bulunduğu diğer düzenlemelerin iptal istemlerini ise reddetti. Gül'ün görev süresinin 7 yıl olacağına ilişkin hükmün iptal isteminin reddi kararına üyeler Fulya Kantarcıoğlu, Mehmet Erten, Osman Paksüt ve Zehra Ayla Perktaş karşı oy kullandı.

CHP'nin iptalini istediği diğer hükümler oybirliğiyle reddedilirken, ''seçimin geri bırakılması'' başlıklı 5. maddesinin iptali isteminin reddine üye Osman Paksüt'ün karşı oyuyla karar verildi.

Yüksek Mahkeme'nin karar tutanağı Anayasa Mahkemesi önünde bekleyen gazetecilere, Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Kırtepe tarafından dağıtıldı.
İptali istenen hükümler : Kanun'un iptali istenen hükümleri şöyle idi:
-Seçimin geri bırakılmasına ilişkin 5. maddesi: ''(1) Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmediğine dair karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı seçimi bir yıl geriye bırakılır. (2) Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir.''

-Cumhurbaşkanı adayı gösterilenlerin aday listesinin kesinleştiği tarih itibarıyla görevlerinden ayrılmış sayılacaklarına ilişkin 11. maddesinin 1. fıkrasında geçen ''... hakimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları ve subaylar ile astsubaylar, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar' tümcesinin,

-Propaganda döneminde, Türkiye radyo ve televizyonlarında yapılacak propaganda yayınlarının tam bir tarafsızlık ve eşitlik içinde yapılmasının Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu tarafından sağlanacağına ilişkin 13. maddesinin ikinci fıkrasının,

-14. maddesinin 2. fıkrasında geçen ''Seçilen adayın mal bildirimi, seçim sonuçlarının kesinleşmesini müteakip Resmi Gazete'de yayımlanır'' ibaresinin,

-Aynı maddenin 3. fıkrasında geçen ''Alınan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisinden müstesnadır. Adaylar ödünç niteliğinde para kabul edemez'',

-Aynı maddenin 4. fıkrasında geçen ''Alınan bağış ve yardımlar sadece seçim harcamalarında kullanılır ve başka bir amaç için tahsis edilemez'' ibaresi,

-Aynı maddenin seçim hesapları ve bağışa ilişkin 6. fıkrasındaki bazı düzenlemelerin,

-21. maddesindeki, ''Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen tutanak, TBMM Genel Kurulunda, TBMM Başkanı tarafından verilir'' tümcesinin,

-''Onbirinci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldır. (2) 31/5/2007 tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce seçilen Cumhurbaşkanları, iki defa seçilememeleri kuralı dahil, Anayasanın değişiklik öncesi hükümlerine tabidir.'' hükmünü içeren geçici 1. maddesi.''

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=345372

http://www.aksam.com.tr/gulun-gorev-suresi-7-yil-ikinci-defa-aday-olabilir--121708h.html

 

29. Balyoz davası kördüğüme döndü : İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ''Balyoz Planı'' davasına giren Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, yargılama devam edemediğinden, CMK'nın 19. maddesine göre dosyanın başka bir yere nakledilmesi için Cumhuriyet Savcılığı'na verilmesini istedi.


15.06.2012

Balyoz Planı davasına giren Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Kaplan, ''Sanık ve avukatların dosyadaki belgelere, iddianamedeki iddialara karşı herhangi bir savunma yapamayacağı anlaşıldığından yargılamayı uzattıkları anlaşılmaktadır'' dedi.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada Mahkeme Heyeti Başkanı Ömer Diken, bugünkü yargılamada daha fazla ilerlenemeyeceğini belirterek, savcılık makamından sanık beyanlarına ve taleplere karşı görüşünü sordu.

Savcı Hüseyin Kaplan da, mahkemede devam eden davanın hızlı sürüp diğer yargılamalara göre hızlı sonuçlanmasını, mütalaa aşamasına gelip mütalaanın verilmesini, mütalaa verildikten sonra sanık ve avukatlar tarafından karar verilmesini engellemek veya aleyhte karar çıkacağı düşüncesiyle yargılamanın uzatılmak istendiğini söyledi.

Kaplan'ın ''Sanık ve avukatların dosyadaki belgelere, iddianamedeki iddialara karşı herhangi bir savunma yapamayacağı anlaşıldığından yargılamayı uzattıkları anlaşılmaktadır'' sözlerine sanıklar ve avukatlar arasından tepki sesleri yükseldi. Savcı Kaplan ise, durum tespiti yaptığını ifade ederek, susmalarını istedi. Avukatların CMK'daki 188/1 maddesinde bulunan yargılamanın devamı için zorunlu müdafi hakkını kötüye kullanarak, duruşmayı terk ettiklerini belirten Kaplan, şunları kaydetti:

''Yargılamanın devamı için avukat görevlendirmekle yetkili İstanbul Barosu, davaya avukat göndermemiştir. Avukatlık kanunu gereği vekalet alan bir avukatın görevi duruşmada sanıkları temsil etmektir. Baronun görevi, duruşmaya girmeyen avukatları savunmak değil, gelmeyenleri sorgulamak ve davaya avukat göndermektir. Ancak bu davada, tersi oldu. Taraflar, davayı uzatmak için kanunun kendilerine verdiği hakkı, kötüye kullandı. Duruşmaya katılmayan sanık müdafileri, tv kanallarına çıkıp kamuoyunu yanlış yönlendirmek için beyanlarda bulunarak, sanki dosya içerisinde hiç bilirkişi raporu yokmuş, sanki davada hiç tanık dinlenmemiş gibi ifadeler kullanmaktadır. Gerekeni yapmayarak, yargılamayı uzattıkları halde davanın mahkeme heyeti ve savcılar tarafından uzatıldığı izlenimi verilmektedir. Mahkeme heyeti yargılamayı devam ettirmek amacıyla müdafilerin duruşmaya girmelerini istemiş, baroya yazı yazmıştır. Ancak müdafilerin bir kısmı katılmış, diğerleri girmemiştir. Bu sebeple, aralıksız devam eden celselerle görülen dava bir aylık, iki aylık uzun aralarla yapılmıştır. Yargılama bu aşamada devam edemiyor. Savcılıkça CMK'nın 19. maddesindeki hüküm gereğince, davanın başka bir yerde görülmesi amacıyla nakli için Cumhuriyet Savcılığımıza tevdi edilmesi kamuoyuna arz ve mütalaa olunur.'' Avukat Ersöz: ''Başka mahkemede olursa duruşmaya katılırım''
CMK'nın 19 maddesinde ''Yetkili hakim veya mahkeme, hukuki veya fiili sebeplerle görevini yerine getiremeyecek halde bulunursa yüksek görevli mahkeme, davanın başka yerde bulunan aynı derecede bir mahkemeye nakline karar verir'' hükmü yer alıyor.

Savcının görüşünü açıklamasının ardından duruşmaya verilen arada, basın mensuplarına değerlendirmede bulunan sanık avukatlarından Hüseyin Ersöz, hukuki ve fiili olarak yargılama sürecinin işlenemez duruma gelmesi halinde davanın, CMK'nın 19. maddesi gereğince denk bir mahkemeye gönderilebileceğini söyledi. Yargılamayı yapan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince bu duruma karar verilemeyeceğini belirten Ersöz, ''Bu duruma bölge mahkemeleri karar verebilir. Ancak bölge mahkemeleri de kurulmadığı için bu duruma ancak Yargıtay karar verebilir. Yargılamayı tıkayanın 10. Ağır Ceza Mahkemesi olduğu görüşündeyiz. Bu nedenle Yargıtay'ın da böyle bir karar vermesi ve davanın başka bir özel yetkili mahkemeye gönderilmesi halinde ben şahsen duruşmalara katılırım'' dedi.

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=345378

http://www.aksam.com.tr/balyozda-yine-isler-karisti--121711h.html

 

30. Başbakan aday olursa Gül olmaz : TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu: Yeni sistemle formümüz 5+5'tir :

 

15.06.2012
Anayasa Mahkemesi kararıyla 7+5 gibi bir durum ortaya çıkıyor. Ama öyle bir formül olmaz. Mahkeme anlaşılan o ki halk oyuyla yapılacak seçim için süreci sıfırdan başlatmayı uygun bulmuş. Bu durumda Kenan Evren de Ahmet Necdet Sezer de Süleyman Demirel de Abdullah Gül de yeniden aday olabilir. AYM, muhtemeldir ki 'Madem halk seçecek, kimseyi sınırlandırmamak lazım' diye düşünmüş... Kesin inandığım kanaat şu ki Köşk'e Başbakan aday olursa Gül olmaz. Oradan size ekmek çıkmaz. 

Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, NTV'ye yaptığı açıklamada Başbakan Erdoğan'ın 'Köşk'e partili biri çıkmalı' sözlerini hatırlatarak, 'Cumhurbaşkanlığı'na partili biri seçilecekse, başbakan gölgede kalıyor. Bakanlar Kurulu'nu o yönetecek. O profile ise sadece Sayın Erdoğan uyuyor' dedi. 'Gül bir daha aday olabilir mi' sorusuna karşılık ise Gülerce, şunları söyledi: Gül ve Erdoğan üniversiteden beri beraber hareket ediyorlar. Geçmişteki 40 yıllık hukuka bakarak yarış olmayacağını düşünüyorum. Erdoğan'ın 'Ben aday olacağım' demesi halinde Gül , 'Ben de olacağım' demeyecektir.

http://www.aksam.com.tr/basbakan-aday-olursa-gul-olmaz--121709h.html

 

 

31. Gül'den karara ilk yorum :

 

15.06.2012

Cumhurbaşkanı Gül, Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanı'nın görev süresine ilişkin kararı sorulunca, "Mahkeme kararı neyse odur" şeklinde yanıt verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi’nin bugün vereceği Cumhurbaşkanının görev süresiyle ilgili kararına yönelik soruyu, “Anayasa Mahkemesi'nin kararı neyse odur.” diye cevapladı.

http://siyaset.milliyet.com.tr/gul-den-karara-ilk-yorum/siyaset/siyasetdetay/15.06.2012/1554255/default.htm

 

32. Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümüne ilişkin soruşturmayı yürüten Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin, Devlet Denetleme Kurulu'nun (DDK) Özal'ın ölümüne ilişkin hazırladığı raporu istedi:

 

16.06.2012

Alınan bilgiye göre, Savcı Çetin, DDK'ya yazı yazarak, Turgut Özal'ın vefatıyla ilgili raporun gönderilmesini talep etti. Savcılığın, raporda yer alan bilgileri inceleyeceği kaydedildi. 

http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/06/15/ozalin.olumune.iliskin.rapor.istendi/665283.0/index.html

 

33. Büyük işçi direnişi anıldı :

 

16.06.2012

DİSK üyesi işçiler, 15-16 Haziran 1970 gerçekleştirilen "Büyük İşçiDirenişi"nin 42. yıl dönümü dolayısıyla Şişli'den Taksim Meydanı'na yürüdü. Şişli Camisi önünde toplanan işçiler, "Sendikal yasaklara karşı hep birlikteyiz" yazılı pankart açtı.

DİSK üyeleri daha sonra, ellerindeki çeşitli dövizlerle, orkestra eşliğinde Taksim Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. İşçiler, Türk Havayolları'nın (THY) Taksim'deki satış ofisinin önünden geçtiği sırada, Hava-İş üyesi başka bir grup işçi, ofisin çatışına çıkarak "Hava iş kolunda grev yasağına hayır" yazılı pankart açtı.
İşçilerin Taksim Meydanı'na ulaşmasının ardından sanatçı Onur Akın ile oyuncu Mehmet Ali Alabora, "Kızıl Davul Bandosu" eşliğinde "Avusturya İşçi Marşı"nı seslendirdi.
DİSK Genel Başkanı Erol Ekici, 42 yıl öncenin devrimci ruhuyla tekrar meydanlarda oldukları belirterek, işçi ve emekçilerin haklarını korumak için burada toplandıkları söyledi. Dünyada düzenin değiştiğini, ancak Türkiye'deki açlık ve sefaletin hiç değişmediğini savunan Ekici, işçilere dayatılan,toplu sözleşme ve yeni sendikal hareketlerin bu değişimin içinde yer almadığını kaydetti.
Ekici, işçilere sunulan hakların açlık sınırının altında olduğunu ileri sürerek, taşeronlaşmaya ve yeni sendikalara karşı durduklarını ifade etti. 
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ve CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı'nın da destek verdiği eylem sırasında, emniyet güçlerinin de yoğun güvenlik önlemi aldığı görüldü

http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/06/15/buyuk.isci.direnisi.anildi/665284.0/index.html

 

34. Gülen: "Türkiye’ye dönmeyeceğim"

 

16.06.2012

Gülen, "Türkiye'ye geri dönecek misiniz? sorusu üzerine şunları söyledi:

"Bunu hemen söyleyeyim: O, kendine yakışanı yaptı. Fakat o ilk değil; sayın Cumhurbaşkanı da, o da, açıktan açığa dedikleri de oldu, bir vasıta ile bana söyledikleri de oldu. Ricâl-i devletten daha başkaları da kendilerine yakışan o civanmertliği sergilediler; bugüne kadar ben defaatle duydum, o arkadaşlardan yanıma gelenler de aynı şeyleri teklif ettiler; “Artık Türkiye’ye gelme zamanı değil mi?” dediler.

Şimdi, onlar bununla kendilerine düşen, kendilerine yakışanı yapıyorlar. Ben de -ben demek de çok çirkin bir şey- ben de kanaat-i âcizânemce bana yakışanı yapmam lazım. Şimdi onlar davet ederler, gel derler, normaldir. Millet de, onlar davet etmeleri lazım geliyor gibi onlara bakabilirler. Ve nitekim zannediyorum orada alkışın ritmi, dozu biraz yükselince de herhalde, öyle bir talep imajı aldı sayın Başbakan ve ondan da “anlıyorum” dedi, yani oradaki anlayışını da ortaya koydu. Halk da öyle diyebilir; onlar çağırdığı zaman, çağırmasalar ben gidemem, Türkiye emin, böyle güvenli bir yer değil, dolayısıyla başıma gâile açarım, dert açarım başıma (diye gitmiyorum zannediliyor olabilir.)

Arz edeceğim şeyler böyle yakışıksız şeyler olabilir de ben hiçbir zaman böyle başıma dert açacağım mülahazası yaşamadım. 27 Mayıs gördüm, tekdir gördüm, hatta ölümle tehdit edildim. Karşıma çıkan bir emniyet amiri, merdivenlerin başında, eğer dur demeseydi, o dramatik filmlerde olduğu gibi, merdiven boşluğundan aşağıya atacaktı beni. Dur deyince durdu orada. Sonra da beni kovdu oradan. Ne arıyorsun burada, Caminin imamı yani, askere gitmemiştim daha o gün. 12 Mart ondan sonra geldi. Üç sene mahkeme sürdü, ben üç sene mahkûmiyet aldım. Bir sene de sürgün aldım. Ve aylarca içeride kaldım. Ama buna seve seve gittim, hiç şikâyet etmedim. Şikâyet ettimse, siz de bilirsiniz. 12 Eylül’de bir şaki gibi 6 sene kaçtım sadece. İçeriye girenler dediler ki “gireni iflah etmiyorlar.” Askeriyeden ayrılma rahmetlik Cahid Efendi “Aman Hocam” dedi. İçeriye girdi çıktı. Kader başta beni teslime götürmeyen bir yol irae etti (gösterdi) bana. Ben de o yolda yürüdüm. Teslim olmayı düşünmedim. Sû-i niyetliymiş insanlar, kötü şeyler düşünüyormuş. Daha önce çok kötü şeyler düşündükleri gibi bunda da çok kötü şeyler düşünüyorlarmış.

Daha sonra 28 Şubat, 27 Nisan meseleleri oldu. O dönemde de tehditler oldu, hatta ben yine Amerika’daydım 1997’de. Devletin başındaki insan bir yerde önemli bir değişiklik olunca bana telefon etti “gel” dedi, “durum değişti, burası emniyet ve güven içinde” dedi. Gittim. Yine hastane için Mayo kliniğe geldim ben, o zaman tedaviye geldim yani. Belki stend taktırmaya geldim o zaman. İşte o gelişimde kaldı öylece.

Aslında şahsım adına endişe duymadım ben. Dünyaya beni bağlayacak hiçbir şeyim yok. Bunları dersem biraz iddia gibi olur. Bir dikili taşım olmadı. Evlad u iyalim olmadı. Çoluğum çocuğum olmadı. İleriye matuf bir hesabım olmadı. Bunları, mensubu olduğum, gönlümü verdiğim, gaye-i hayal yaptığım davama, düşünceme hep aykırı saydım.

Burada utanarak bir şeyi arz edeceğim size: Ben size utanarak bir şey arz edeceğim; askerliğim esnasında annem babam amcamı araya koyarak ve bütün büyüklerim başımda, bana “hayatını değiştir” dediler; çok cazib bir teklif sunduklarında arkasında yürüdüğüm amcama “Ben sizin dininizden şüphe ediyorum” dedim. “Din böyle künde üstüne künde giderken, ben boynumu ona kaptırmışım, bir de ayağıma böyle pranga vurursanız, sırtım yere gelir benim” dedim, “Ben öyle şeyleri hiç düşünmüyorum.”

Çok sevdiğim Yaşar Hoca, İzmir’e geldiğim zaman da boynuma sarıldı Kestanepazarı’nın avlusunda, “Yahu Hoca” dedi, “Falan…” dedi. “Hocam, dedim, ben hiçbir zaman aklımdan geçirmedim, ben sadece kendimi bu işe vakfettim. Başka şeyi düşünmeyi kendime haram sayıyorum.” Objektif değil, herkes için değil, ben zayıf bir insanım, iki şeyi birden taşıyamam diye, tek şeyi omuzumda taşıyayım diye… Boynuma sarıldı “Sen beni dinlemezsen kim beni dinler?” dedi. Öyle mahzun bıraktım onu.

Dünya adına hiçbir sevdam olmadı, hiçbir şeye bağlanmadım. Çok cazip şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde, “Bu da benim olsun” falan demedim, düşünmedim. Tek nam-ı celil-i Muhammedi dört bir yanda şehbal açsın istedim ben. Ama o mevzuda denecekleri doğru diyemedim, söylenecekleri söyleyemedim. Nefsimi karıştırdım. Sesimi ayarlayamadım.

Sizin sorunuza geleyim: Ben şahsım adına hiç endişe duymadım, hatta “44 yaşındayken belki beni asarlar” diyordum, “44’te asmadıklarına göre 55, o da 11’in katı..” dedim, “Belki o zaman asarlar!” 66 oldu, “Belki o zaman asarlar” dedim, asmadılar. Ben hep o hülyalarla yaşadım. Rabbim buna şahit. Ancak, eğer sizin bir gaye-i hayaliniz varsa, bir mefkûreniz varsa; o da o Türkiye’de yeni yeni problemlerin olmaması, bir kısım huzursuzlukların olmaması, bir kısım huzursuzlukların çıkmaması, bir kısım kazanımların -hafizanallah- kaybedilmemesi için yüzde bir ihtimalle oraya gitmeniz bu hususlara zarar verecekse, işte ben o endişeyle, şahsım adına değil de o endişe ile gitmek istemem. O endişemi de izale edebilecek bir tablo görürsem.. o zaman fakirin bileceği şey. Fakirin bileceği şey.. “Benim bileceğim şey” demek yine benlik kokuyor, “Benim bileceğim şey” demeyeceğim, fakirin bileceği şey.

Gittiğimde oraya, birileri, işin rövanşı peşinde koşan birileri, bazı müesseselere zarar vermek suretiyle, idareyi zor durumda -yüzde bir ihtimalle- bırakacaklarsa şayet, Türkiye’deki olumlu şeylerde bir duraklama olacaksa şayet, ben bir müddet daha ömrüm vefa ederse burada kalmayı; ülkeme, milletime, ülkemde olan o şeylere zarar vermemek için dau’s-sıla deyip sıla sevdasıyla, kahve içtiğim kahveleri bile böyle hatırlayarak ve sonra ondan kaçarak, burnumun kemikleri sızladığı anda ondan uzaklaşarak, burada kalacak, yaşayacağım...

Bütün bu endişeler zail olduğu zaman, oturur, kendi arkadaşlarımla, kader birliği yaptığım arkadaşlarımla meseleyi detaylı görüşürüm, ondan sonra…

Ben de arzu ediyorum. Burada öldüğüm zaman bile buraya gömülmeyi istemiyorum, kendi ülkeme, kendi toprağıma gömülmeyi arzu ediyorum. Gelirken biraz, burada ölürüm kalırım diye arkadaşlara demiştim, “Paranızla bir yer alın, bize ait olsun, Türk milletine ait olsun, oraya gömersiniz” demiştim; fakat sonradan vazgeçtim; daü’s-sıla duygusu öyle düşünmeme fırsat vermedi.

Kendi ülkemde ölmeyi ve mübarek annemin ayaklarının dibine gömülmeyi arzu ederim. Bunu da benim vasiyetim sayın!.. Ama yaptığım şeylerde, düşüncelerimde, planlarımda, gayretlerimde, milletime, ülkeme zerre kadar zarar gelmesine razı olamam. Yüzde bir ihtimalle de olsa razı olamam ona.

O talep eden arkadaşlarımız, devlet büyüklerimiz kusura bakmasınlar!.. Talep etmeleri onların civanmertlikleri, ama benim bu mevzuda düşünmem de, onlara karşı, onların yaptığı şeylere karşı saygımın gereği…

Kusura bakmayın diyecek başka...”

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20770721.asp

http://www.ntvmsnbc.com/id/25358696
http://www.cnnturk.com/2012/guncel/06/16/gulen.turkiye.ye.donmeyecegim/665315.0/index.html

 

35. Kastamonu Valisi'nin yasak olmasına rağmen oğlunun sınava girdiği okula girdiği öğrenildi. Valinin savunması ise "Müdürün daveti üzerine girdim, oğlumla karşılaşmadım" oldu :

 

16.06.2012

Kastamonu Valisi Erdoğan Bektaş, oğlunun Lisans Yerleştirme Sınavı'na İstanbul'daki bir okulda girdiğini belirterek, oğlunu eşiyle dışarda bekledikleri sırada davet üzerine müdür odasında çay içip dışarı çıktıklarını söyledi.
Vali Bektaş, oğlunu sabah
 LYS'ye gireceği İstanbul'daki okula götürdüklerini, eşi ile kendisinin de dışarda beklediğini kaydetti. Daha sonra kendilerinin dışarda beklediğini öğrenen okul müdürünün yanlarına gelerek, kendisini ve eşini çay içmeye davet ettiğini dile getiren Bektaş, şöyle devam etti:
"Ancak kendisine kahvaltı yapmadığımızı söyleyerek teşekkür ettik ve oradan ayrıldık. Daha sonra okula tekrar geldik. Müdür bey kapıya geldi bizi odasına çaya davet etti ve ben ve eşim gidip odasında çay içip ayrıldık. Okul müdürünün çay davetini kıramadık. Odasında çay içip indik. Hiçbir şekilde veliler de rahatsızlık belirtmediler. Okul binasında oğlumla da karşılaşmadık. Oradaki tüm çalışanlar da gözetmenler de zaten şahitlerdir."

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/06/16/vali-lys-yasagini-deldi

 

36. Cezaevine ateş düştü 13 ölü :

 

17.06.2012

Şanlıurfada geceyarısı faciası. E tipi Kapalı Cezaevinde gece yarısı başlayan kavgada mahkumlar yatakları ateşe verdi. 13 kişi ölrü 5 yaralı var.

Cezaevinin C-15 koğuşunda dün gece saat 23.00 sıralarında yangın başladı. Bir anda alevlerin sarığı 18 kişilik koğuştan çıkamayan 13 mahkum yanarak can verdi. Yaralılar hastanede tedavi altına alındı. Başbakan Erdoğan, Adalet Bakanı Ergin'den koğuşun fiziki imkanlarının yeterli olmadığı iddialarının araştırılmasını istedi.

CEZAEVİ GÜVENLİK ÇEMBERİNDE : Mahkumların taleplerinin karşılanmaması nedeniyle isyan çıkardığı iddialarını yalanlandı. Başbakan Yardımcısı Atalay, AKŞAM'a isyan değil kendi aralarında kavga çıkmış dedi. 

Şanlıurfa E Tipi Cezaevi'nde meydana gelen yangının ardından incelemelerde bulunduktan sonra gazetecilerin sorularını cevaplayan Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç: Olayın cezaevinin adli tutuklularının bulunduğu koğuşta meydana geldiğini,  siyasi suçlularla ilgisinin olmadığını belirterek,''Mahkumlar kendi aralarında yaptıkları kavga sonucunda yatakları yakıyorlar. Maalesef kapıların açılmasına kadar geçen sürede böyle bir olay yaşadık. Cezaevinde durum şu anda sakin. Savcı gerekli otopsi ve inceleme çalışmalarına başladı. 13 ölümüz var, 2 ayakta tedavi gören şu anda cezaevinde, 3 tanesinin de hayati tehlikesi yok ama hastanede tedavi görüyor.''dedi. Yangın geç saatlerde kontrol altına alındı, cezaevi güvenlik çemberinde.

http://www.aksam.com.tr/cezaevine-ates-dustu-13-olu--121853h.html

 

37. 13 canın gittiği cezaevinde isyanın nedeni yer kavgası :

 

17.06.2012

Şanlıurfa E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu'nda 13 mahkumun hayatını kaybettiği olaydan sonra başlayan gerginlik devam ediyor. Aralarında BDP Milletvekili İbrahim Ayhan'ın da bulunduğu cezaevindeki yüzlerce mahkum, eylem yapmaya başladı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'in incelemelerde bulunduğu cezaevindeki mahkumların protestoları, cezaevinin dışından da duyuluyor. Beraberce yüksek sesle bağıran mahkumlar, cezaevindeki ranza ve duvarlara vurarak protestoda bulunuyor. Cezaevinin çevresinde bekleyen mahkum yakınları da içerideki protestoya destek veriyor.

http://haber.gazetevatan.com/13-canin-gittigi-cezaevinde-isyanin-nedeni-yer-kavgasi/458390/1/Gundem

 

38. Kılıçdaroğlu babalar gününü Nazım'la kutladı : CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babalar Günü'nü Nazım Hikmet'in "Baba" şiiriyle kutladı :

 

17.06.2012

Kılıçdaroğlu, Babalar Günü nedeniyle yayımladığı mesajda, şunları ifade etti:
"Baba
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım!
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku 
Başımı eğemez!
Yalnız senin elini öpmek için
Eğilir başım.
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...
Bugün sizin gününüz,
Bu anlamlı günü bir ustanın dizeleriyle kutluyor, hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum."

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=345776

 

39. Devlet sırrına başbakan karar verecek :

 

17.06.2012

Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi, belge ve kayıtların ne şekilde belirleneceği, korunacağı, açıklanacağı ve bu hususlara ilişkin yükümlülükleri düzenliyor. Devlet Sırrı Değerlendirme Kurulu, Başbakan'ın başkanlığında; Adalet, Dışişleri, İçişleri ve Milli Savunma bakanlarından oluşacak. Kurulun sekretarya hizmetleri Başbakanlık Müsteşarlığı tarafından yürütülecek. Kurul, Başbakan'ın daveti üzerine toplanacak. 

Bilginin devlet sırrı olarak koruma altına alınması  : Bir bilgi, belge ve kaydın, devlet sırrı niteliğinde olması sebebiyle, koruma altına alınmasına Kurul karar verecek.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin taraf olduğu ve içeriğinin gizli olması sebebiyle Resmi Gazetede yayımlanmayan ikili veya çok taraflı antlaşmaların içeriğinin devlet sırrı niteliği taşıyıp taşımadığına Kurul tarafından karar verilecek.

Cumhurbaşkanlığına ait bilgi, belge ve kayıtların niteliğini Cumhurbaşkanı takdir edecek.
Devlet sırrı niteliği taşıyan bilginin yer aldığı belge ve sair kayıtta, bu belge veya kaydın kimin tarafından düzenlendiği, içeriğine Kurul ve ilgili bakan dışında kimin muttali olduğu ve kimler tarafından görülebileceği açıkça yazılacak.

Devlet sırrı olmaktan çıkarma : Kurul, devlet sırrı olarak koruma altına alınan bir bilginin bu özelliğini kaybetmesi sebebiyle, devlet sırrı olmaktan çıkarılmasına karar verebilecek. 

Bilgi, belge ve kayıtların mahkemelere verilmesi : Mahkemeler tarafından talep edilen devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi, belge ve kayıtlar, Kurulca gerekçesi belirtilmek suretiyle verilmeyebilecek. Ancak, verilmeyen bilgi, belge ve kayıtlar, davada ilgili aleyhine sonuç doğurmayacak. Cumhurbaşkanı bilgi, belge ve kayıtları mahkemeye gönderme hususunu kendisi takdir edecek. Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Kolluk Gözetim Komisyonu kurulacak. Komisyon, İçişleri Bakanlığı bünyesinde sürekli kurul olarak görev yapacak.

Komisyon, kolluk şikâyet sisteminin işleyişine dair ilkeleri tespit ederek, bunlarla ilgili olarak Bakanlığa önerilerde bulunmak, bu konudaki uygulamaları izlemek ve sistemin işleyişinde kamu kurum ve kuruluşları arasında koordinasyonu sağlamak ile görevli olacak. Komisyon, kolluk görevlilerinin işledikleri iddia edilen suçlardan veya disiplin cezasını gerektiren eylem, tutum veya davranışlarından dolayı gerektiğinde yetkili merciler tarafından haklarında disiplin soruşturması yapılmasını isteyecek.

Kolluk görevlilerinin disiplin cezasını gerektiren eylem, tutum veya davranışlarıyla ilgili ihbar ve şikâyetlerin Komisyona intikal etmesi veya Komisyon tarafından re'sen öğrenilmesi üzerine, Komisyon, Kurul Başkanlığından, söz konusu ihbar veya şikâyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde disiplin soruşturması açılmasını isteyebilecek. Bu istem üzerine, Kurul Başkanlığınca genel disiplin hükümlerine göre işlem yapılacak.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu tasarısı : İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapmak üzere Türkiye İnsan Hakları Kurumu kurulacak. Kurumun merkezi Ankara'da olacak. Kurum yurt içinde ve sayısı ikiyi geçmemek üzere yurt dışında büro açabilecek. Kurum, insan haklarının korunmasına, geliştirilmesine ve ihlallerin önlenmesine Yönelik çalışmalar yapmak; işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek; şikâyet ve başvuruları incelemek ve bunların sonuçlarını takip etmek; sorunların çözüme kavuşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunmak; bu amaçla eğitim faaliyetlerini yürütmek; insan hakları alanındaki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek amacıyla araştırma ve incelemeler yapmakla görevli ve yetkili olacak. 

Darbe komisyonu çalışmalarına devam ediyor : Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu 20 Haziran Çarşamba günü yapacağı toplantıda alt komisyonların çalışmalarını değerlendirecek. Üstün Yetenekli Çocuklar Araştırma Komisyonu'nun 20 Haziran Çarşamba günü yapacağı toplantının gündeminde ÖSYM Başkanı Prof.Dr.Ali Demir'in, "sınavlar neyi amaçlamaktadır,ölçüm nasıl yapılmaktadır,sınav sisteminin eğitim politikalarının yürütülmesinde engel oluşturup oluşturmadığı,sınav sisteminin üstün zekalıları seçebilme özelliği olup olmadığı,üstün yetenekli öğrencilere sınavsız üniversiteye geçiş hakkı" konulu bilgilendirilmesi yer alıyor.

KİT Komisyonunda, kamu iktisadi teşebbüslerinin 2009-2010 yılı hesaplarına ilişkin üst komisyon denetim programı bulunuyor.  Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu liderler turunu sürdürüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen Anayasa Uzlaşma Komisyonu 18 Haziran Pazartesi günü TBMM'de saat 11.00'de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu, saat 12.00'de de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi ziyaret edecek. Komisyon BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile BDP Genel Merkezinde saat 14.00'te bir araya gelecek.

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=345692

 

40. Ahmet Şık; 'Başbakan'ın talimatıyla serbest bırakıldım' :

 

17.06.2012

Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) Yıllık Toplantısı'nda konuşan gazeteci Ahmet Şık, 13 ay kaldığı cezaevinden Başbakan'ın talimatıyla bırakıldığını iddia etti. Bu arada, Nedim Şener, Ahmet Şık ve Soner Yalçın’ın sanık olarak yargılandığı Odatv davasına bakan mahkemenin geçtiğimiz haftalarda TÜBİTAK’a yazı yazarak raporun Pazartesi görülecek duruşmaya yetiştirilmesini istediği öğrenildi. Focushaber'in haberine göre, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın da üyesi olduğu Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) Yıllık Toplantısı İtalya’nın Bergamo kentinde başladı. Toplantının ilk gününde düzenlenen “Türkiye’de Basın Özgürlüğü” başlıklı özel oturumda hapisten çıkan gazeteci Ahmet Şık bir konuşma yaptı.

Ahmet Şık şunları söyledi: “Son birkaç yıldır ‘demokratikleşme’, ‘sivilleşme’, ‘darbelerden hesap sorma’ gibi yalanlarla hayata geçirilen uygulamalarla gazetecisinden yayıncısına, akademisyeninden öğrencisine kadar gerçekleri dile getirenleri hapishanelere doldurmaktan utanmayan bir iktidar var ülkemde. Hatta toprağına, suyuna, doğasının tahrip edilmesine karşı çıkan köylülere kadar iktidara ve uygulamalarına muhalif olanlar hep aynı gerekçeyle tutuklanıyorlar: ‘Terörist olmak.’ Ben de o ‘teröristlerden’ biriydim. Yaklaşık 13 ay hapishanede tutulduktan sonra, bana ve diğer meslektaşlarıma komplo kuran ve aynı zamanda Türkiye’deki iktidarın gizli ortağı olan Gülen cemaatinin örgütlü olduğu ve adeta çete faaliyeti yürüten polis teşkilatı ve yargıdaki mensupları Başbakan Erdoğan’ın kendisini de hedef alınca 3 ay önce serbest bırakıldım. Hem de ben ve meslektaşlarım için ‘terörist’ diyen Başbakanın talimatıyla.''

''Şimdi özgür olduğumu söylüyorlar. Ama dört duvar arasından çıktığım yer ‘görünmeyen duvarlara sahip, sınırları çok net biçimde çizilmiş daha büyük bir hapishane’ oldu'' iddiasında bulunan Şık, ''Artık Türkiye’de iktidar olan zihniyet, kendileri gibi düşünmeyen hiç kimseye yaşam alanı tanımak istemiyor. Bu yüzdendir ki Türkiye cezaevleri ‘terörist’ diye yaftalanan gazeteciler, öğrenciler, akademisyenler, insan hakları savunucuları, siyasetçiler, Kürtler, avukatlar ve sosyalistlerle dolu şu anda'' diye öne sürdü.

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=345700

 

41. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nde üç şerit 18.06.2012 Pazartesi günü kapanıyor:

 

17.06.2012

18.06.2012 günügece yarısından itibaren Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Haliç Köprüsü ve Ayamama Deresi’nde asfalt ve ıslah çalışmaları başlatılıyor. 24 saat 3 vardiya sürecek çalışmalarda FSM’nin her etapta 3 şeridi kapatılacak ve ve çalışmalar 17 Eylül'e kadar sürecek. İlk çalışma Avrupa Yakası'ndan Anadolu Yakası'na geçişte yapılacak. Karşı yönden ek şerit uygulaması yapılacak. Boğaziçi Köprüsü'nde ise bu yıl çalışma yapılmayacak.

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nde 4 aşamalı olarak yapılacak mastik asfalt üst yapı yenileme çalışmalarında; her aşamada bir yöndeki 3 şerit kapatılacak, kalan 5 şerit, bir istikamette 3 şerit, diğer istikamette 2 şerit olmak üzere trafik akışı sağlanacak. Köprünün çalışılan kısımları, geceli-gündüzlü kapatılması zorunlu olacak.

Haliç Köprüsü'nde ise 5 aşamalı olarak yapılacak mastik asfalt üst yapı yenileme çalışmalarında; ana köprüde çalışılırken ilave köprüler ile alternatif yollardan, ilave köprülerde çalışılırken ise ana köprü ile alternatif yollardan trafik akışı sağlanacak. Çalışmalar süresince metrobüs hattı sürekli açık tutulacak. Çalışmaların 15 günde bitirilmesi planlanıyor. Ayamama Deresi ıslah çalışmalarının yapılacağı Mahmutbey batı kavşağında kapatılacak şeritler için servis yolları yapılacak ve mevcut yollar alternatif olarak kullanılacak. Sürücüler yol durumu hakkında her türlü bilgiye www.kgmistanbulyol.com veya facebook.com/KGMIstanbulYol”

adresinden ulaşabilecekler. Yurttaşlar acil durumlarda ise 159 numaralı telefondan bilgi alabilecek.

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=345706

 

Saygılarımızla,,

Av. Muazzez ÇÖRTELEK | Tüm Yazıları
Hits: 32048