Anayasa referandumundan sonra AKP beklendiği gibi kendi yargısını yaratmak yolundaki kritik hamleleri gerçekleştirmeye başladı.HSYK’nın yapısının değiştirilerek bakanlığa bağlı bir HSYK yaratılması bu hamlelerden biriydi. Yargıda mücadele verenler ve mücadelelerinin bir ayağını hukuk alanında sürdürenler şimdi yeni koşullarla karşı karşıya. Bu kesimlerden bazı isimlere Türkiye’yi ve yargıyı bekleyen sürece ilişkin değerlendirmelerini ve bundan sonra nasıl mücadele edilebileceğini sorduk.
Emine ÜLKER TARHAN, YARSAV
“Tek yol hukuk devletine sahip çıkmak ve bu gidişe direnmektir”
Anayasa değişikliklerinin yargıyı ele geçirme projesi olduğunu YARSAV olarak referandum sürecinde ayrıntılara da girerek anlatmaya çalıştık. HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısının siyasal iktidarı koruma altına almasının ve iktidar ağırlıklı hale getirilmesinin Anayasanın güçler ayrılığına dayalı düzlemini değiştirmeyi amaçladığını, hukuk devletinden uzaklaştırarak bir parti yargısı ve dolayısıyla bir parti devleti yaratılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Tamamı yürütme organı tarafından atanan bu yapısı ile Anayasa mahkemesinin mevcut siyasal iktidarın onaylamadığı herhangi bir kararın altına imza atması sözkonusu değildir. HSYK’nın ise yürütme adına ülkedeki tüm soruşturma ve kovuşturmaları kontrol etmesi olanaklıdır. Bu yargı bağımsızlığının lafta kaldığı, içinin tamamen boşaltıldığı anlamına gelir. Bu, yargı bağımsızlığının sonudur, dolayısıyla da hukuk devletinin… Bu sonucu engelleyebilecek tek yol ise hukuk devletine sahip çıkmak ve bu gidişe direnmektir.
“Hani darbeciler yargılanacaktı, hani özgürlükler yaşanacaktı, hani kadın daha eşit hale gelecekti, hani HSYK kararnameleri şeffaf olacaktı, hani yargının tüm sorunları bu anayasa değişikliği ile çözülüverecekti?”
Değişikliklerin ülkede özgürlükleri geliştireceğini düşünen ve değişikliklere destek verenleri bile çok yakın bir tarihte tedirgin edeceğini düşünüyorum. HSYK seçimlerinde yaşananlar, yargıç ve savcıların özgür iradelerinin etki altına alınması, yürütme organının doğrudan seçimlere müdahalesi, referandumdan önce Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve adliyelere gönderilen bir listenin seçilmesi zaten bu endişeyi kamuoyunun paylaşması için bir gösterge olmuştur. Bugüne kadar olanlar, yaşadıklarımız, olacakların da habercisidir. Siyasal iktidarın yargıda olduğu gibi kendisine engel gördüğü her şeyi kendisine uygun hale dönüştürme çabasının azalmayacağı, aksine koruma kurullarına müdahalede de görüldüğü gibi daha fütursuz bir hal alacağı, özgürlük denildiğinde sadece dinsel ve etnik özgürlüklerin kastedileceği, seküler kimliği olanların özgürlüklerinin hiç kaale alınmayacağı, yüksek yargıda da hızlı bir dönüştürme operasyonuna girişileceği anlaşılmaktadır. İşte bu noktada yapılabilecek şey, biz hukukçulara düşen, gün gün olanları not etmek ve teşhir etmektir. Hani darbeciler yargılanacaktı, hani özgürlükler yaşanacaktı, hani kadın daha eşit hale gelecekti, hani HSYK kararnameleri şeffaf olacaktı, hani yargının tüm sorunları bu anayasa değişikliği ile çözülüverecekti? Bunları sormak, anlatmak, bu darbe anayasasını üzerine çıkılan kaçak katla birlikte yıkıp, yeni anayasa hazırlık sürecinde etkin rol almak durumundayız.
Av. Başar YALTI, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi
AKP, sadece Anayasa da yapılan değişiklikten sonra değil, öncesinde de yargıyı ele geçirme, kendi yargısını oluşturma amacı ve gayreti içinde hep oldu.
Sekiz yıldan beri yargıç ve savcı alımlarında izlenen yol ve yöntemler ve basında bu konuda yer alan haberler, bu izlenimi doğrulamaktadır.
Türkiye’de son yıllarda, yargı üzerinden yürütülen bir rejim mücadelesi yaşanmaktadır.
Özellikle Devlet Güvenlik Mahkemeleri yerine kurulan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan “özel” atamalarla bu mahkemeler etkili şekilde kullanılarak, bir zamanların “dokunulmazları” sayılan askerler ve önemli muhalefet odakları (gazeteciler/önemli kişiler vb.) pasifize edilmiş, böylece topluma derin bir korku salınmıştır.
AKP, ayrıca, medyayı büyük ölçüde ele geçirip, bu yolla, toplumun zihinsel denetimini de eline aldı. Sonuçta, sadece sıradan yurttaş üzerinde değil, askerler ve yargıçlar üzerinde de etkili olan bir korku toplumu yaratıldı.
AKP hükümetinin, son 3-4 yıllık tutumuyla, üzerindeki çekingenliği atarak giderek pervasızlaştığı ve devlet düzeninin derin taşlarıyla oynama cesaretini kendinde bulduğu söylenebilir. AKP aslında, sessizce yürüttüğü politikalarla, her alanda olduğu gibi yargı alanında da istedikleri zaten gerçekleşiyordu. Ama son zamanlarda edinilen cesaretle, sabırsızlaşarak, bu kez yüksek yargı organlarını daha kısa sürede biçimlendirme heves ve isteğine kapıldı.
Bu çerçevede, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, adalet reformu, hesap sorma gibi iddialı söylemlerle yargıyı düzenleme projesi (Anayasa değişiklikleri) başlatıldı. Aslında bu projenin sokaktaki insanlarımıza hiç bir yararı olmadığı biliniyor ve görülüyordu. Asıl amaç, kuşkusuz, yüksek yargıyı ele geçirmekti. Sonuçta Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını değiştirerek istediklerini başardılar.
Yargı, hak ihlallerine, yolsuzluklara ve kamu mallarının talanına karşı en etkili denetim aracıdır. Yapılan Anayasa değişiklikleri, bu denetimin etkisini mümkün oldukça azaltmayı amaçlıyordu. Anayasa değişiklikleri ikili bir yöntemle; ya yargıçları mümkün olduğu kadar kendi yandaşları haline getirerek, ya da, yargıçların / mahkemelerin yargısal yetkilerini kısarak yargısal denetimin etkisini azaltmayı öngörmüştü. Her iki yöntemde, artık potansiyel olarak kullanılabilir durumdadır. Dolayısıyla önümüzdeki süreç, iktidarın daha bir başına buyruk olacağı, pervasızlığını, hukuk tanımazlığının şiddetini artıracağı bir süreç olacaktır. Yapıldığı iddia edilen yolsuzluklardan hesap sormak zorlaşacaktır. Kamu mallarının elden çıkartılmasının yargısal yolla engellenmesi imkansız hale gelecektir. Korku duygusu daha da yaygınlaşacak, demokratik tepkiler gerileyecektir. Devlet düzenin denetimi ele geçirildikten sonra, ki büyük ölçüde bu başarılmıştır, toplumsal dokuda yapılması planlanan değişim ve dönüşümler gündeme gelecektir. Muhafazakârlaşma pekişecektir. Diyanet İşleri Başkanının değiştirilmesi bu konudaki önemli bir işarettir.
Şu anda yargının içinde olduğu vahim durumu Yüksek Seçim Kurulunun HSYK seçimleri sonucu yayınladığı ADLİ YARGI HAKİMLERİ VE SAVCILARI ARASINDAN HAKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU ÜYELİGİ İÇİN YAPILAN SEÇİMLERDE YÜKSEK SEÇİM KURULUNCA DÜZENLENEN BİRLESTİRME TUTANAGI en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Tablo incelendiğinde özellikle az sayıda yargıç ve savcının görev yaptığı yerleşim yerlerinde, politik deyimiyle, Adalet Bakanlığı listesi neredeyse “tulum” çıkartmıştır. Bu iki açıdan önemlidir: Bu bölgelerde görev yapan yargıçlar genellikle kıdemsiz yargıçlar olduğundan, AKP döneminde göreve başladıkları için Adalet Bakanlığını kendilerine yakın bulmuş olabilirler, ya da, az sayıda yargıç ve savcı oy kullandığı için kullanılan oylarının ne istikamette olacağı belli olacağından “korkarak” oy kullanmış olabilirler. Her iki durum da, çok ciddi sonuçlara işaret etmektedir.
“İktidara yamanarak politize olmuş yargıç ve savcıların deşifre edilmesi, tek tek her avukatın görevi olmalıdır.”
Bu koşullarda, içinde bulunduğumuz ortamdan yakınan hukukçuların izleyecekleri yol bellidir: Hukuk bilincinin ve kültürünün toplumda yerleşmesini sağlamak ve buradan alacakları güçle, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemini yeniden ve daha işlek bir şekilde kurmaktır.
Bu görev, öncelikle toplumla açık bağları bulunan avukatların örgütü barolara ve Türkiye Barolar Birliğine düşmektedir. Avukatlık Yasasının 76 ve 95. Maddeleri bu görevi barolara vermektedir.
Ayrıca, iktidara yamanarak politize olmuş yargıç ve savcıların deşifre edilmesi, tek tek her avukatın görevi olmalıdır. Avukatların, üstlendikleri davalarda yapılan yanlışları görerek, yargıçları dokunulmazlık zırhının sığınağından çıkartmaları gerekecektir. Bu güne kadar yargının toplumla ilişkisi sağlıklı şekilde kurulamamıştı. AKP bu sağlıksız ilişkiyi kullanıp, toplumsal şikayetlerden yararlanarak kendi yargısını yaratma olanağına kolayca kavuştu. Oysa yıllardan beri şikayet konusu edilen yargı sorunlarına, toplumsal olarak sahip çıkılması gerekmektedir. Bu aslında her yurttaşın görevidir.
Bu çerçevede, hukukun üstünlüğünün gerçekleşmesi için çaba göstermek, her hukukçunun doğal görevi olmalıdır. Hukukun üstünlüğü kavramı; hukuksal değerlerin üretilmesi, üretilen hukuksal değerlerin kurallaştırılması ve kuralların uygulanmasının sağlanması süreciyle birlikte değerlendirilmelidir. Toplumsal sorumluluk taşıyan hukukçuların her üç aşamada da, kendilerini sorumlu ve görevli kabul etmeleri bir zorunluluktur.
“Mücadele örgütlü olmalı, toplumun dinamikleriyle birleşmeli”
Ancak, hiçbir mücadele örgütlü olmadıkça başarıya ulaşamaz. Bu nedenle adil bir yargı düzeni ve hukukun üstünlüğünün yerleşmesi için verilecek mücadelenin örgütlü bir şekilde yürütülmesi, örgütlenmenin sadece barolar çerçevesinde değil, toplumun diğer dinamikleriyle, örgütlü kesimleriyle birleşecek bir yaygınlıkta olması gerektiğine inanıyoruz. Ancak böyle olursa, siyasal erkin yasalaştırma çalışmaları sırasında toplumsal güçler harekete geçirilerek kamuoyu baskısı yaratılabilir, hukuka aykırılıklar önlenebilir ve çağdaş hukuk düzeni yeniden inşa edilebilir.
Av. Gökhan CANDOĞAN, Tek-Gıda İş Sendikası Avukatı
“İktidar, kendi yapılanma amacı ile yargının yapısal sorunlarını birleştirecek bir çözüm bulmuş durumda.”
AKP iktidarının bir dönüşüm projesi olduğu ve bu çerçevede her alanda kendine uygun bir yapı oluşturmak istediği görünen/görünmesi gereken bir gerçek. Beri yandan, parlamenter sistemde yürütme gücünün keyfiliğini sınırlandırmak için varolan yargı da, varoluş sebebi olan “sınırlandırma/denetleme” işlevini yerine getirmeye çalıştığı için 1971 muhtırasından bu yana iktidarların hedefinde. 1971 değişikliklerinden bu yana tüm anayasa değişikliklerinin temelinde, yürütme erkini güçlendirme eğilimi yatmaktadır. Bir yandan da yargının birike gelmiş yapısal sorunları var. Yargı, tüm iyi niyetli bireysel/kurumsal çabaya rağmen adalet için yargıya yolu düşen yurttaşların istek/gereksinimlerini tam anlamıyla yerine getirebilme yeterliliğinden yoksun. İktidar, kendi yapılanma amacı ile yargının yapısal sorunlarını birleştirecek bir çözüm bulmuş durumda. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısının değiştirilmesi bir adımdı. Arkasından Yargıtay ve Danıştay’a yeni Daire’lerin kurulması, atamalar yapılması yoluyla iktidar için sıkıntı yaratan yüksek yargı profilinin değiştirilmesi gelecek. Siyasi iktidarın güdümündeki yeni HSYK yapısının demokratik, objektif ve bağımsız kararlar almasını beklemek/ummak safdillik olur. Önümüzdeki dönemde, daha önceki iktidarların da istediği ama elde edemediği bir güce sahip olan iktidar mekanizması ile karşılaşacağız. Siyasi iktidarı, demokrasi adına sıkıca denetlemek yerine, en hafif deyimle, onunla uzlaşmayı seçen bir yargı kurumu ortaya çıkacak.
“İktidarın, hukukla ilgili pek çok alanda “samimiyet testi” vermesi gerecektir ve bunların takibi ile ikiyüzlülüğün teşhiri, topluma karşı olan sorumluluğumuzun bir gereğidir.”
Bu güne kadar olduğu gibi, bu günden sonra da, kendi doğrularını topluma dayatmaya çalışan siyasi iktidarın iş/işlemlerine karşı zarar görenlerin savunuculuğunu üstlenmeyi ilke edinmiş avukatlar, karar verirken iktidar ile uzlaşmayı değil doğruyu ve vicdanın gereğini tercih edecek yargıçlar, savcılar varolacaktır. Sorunumuz her ne olursa olsun, adalet aramaya çıkan insan/yurttaşları ters yüz etmeksizin mesleğimizin gereklerini yerine getirmeye çalışmak birinci önceliğimiz olmalıdır. İktidarın, hukukla ilgili pek çok alanda “samimiyet testi” vermesi gerecektir ve bunların takibi ile ikiyüzlülüğün teşhiri, topluma karşı olan sorumluluğumuzun bir gereğidir.
“Yüksek yargının yapılandırılması, önemli davalara bakış açısını etkileyebilecektir. Ama unutulmasın ki, bu tür davalar toplumsal mücadelenin bir parçasıdır ve arkasındaki toplumsal mücadelenin gücü/etkisidir sonucu belirleyecek olan.”
Hukuk iktidara karşı “hak arama” mücadelesinin de önemli alanlarından “biriydi” ibaresini doğru bulmuyorum. Hukuk, anayasa değişikliği öncesinde ne ise, şu anda da odur. İktidarın niyeti/yapabilecekleri ile halihazırda sahip olduğumuz haklar demetini karıştırmamak gerekiyor.
Doğrudur; anayasa değişikliği ile yargıya yönelik “yerindelik denetimi yasağı” önemli tartışmalara yol açan yargı kararlarını engellemeye yöneliktir. Niyete göre, Başbakan’ın işadamı altın madeni işletmek istediğinde, Başbakan’ın bir başka işadamı özelleştirme ihalesine girdiğinde, korunması gereken bir doğa alanında termik santral kurulmak istendiğinde, çalışanların kunta kinte pozisyonuna indirgendiği 4/C gibi uygulamalar yaygınlaştırılmak istendiğinde, yargı bunları durduran kararlar vermemeli, denetim işlevini yerine getirmemelidir. Ama, temel niteliği “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olarak ortaya konan bir Cumhuriyette, hak arama özgürlüğünün sınırlandırılması, daraltılması, en azından yakın vadede pek olası değildir. Yüksek yargının yapılandırılması, önemli davalara bakış açısını etkileyebilecektir. Ama unutulmasın ki, bu tür davalar toplumsal mücadelenin bir parçasıdır ve arkasındaki toplumsal mücadelenin gücü/etkisidir sonucu belirleyecek olan. Tek Gıda İş Sendikasına üye Tekel işçilerinin 4/C eylemi, bu iktidara geri adım attırmıştır. Dolayısıyla, baskı/tektipleştirme eğilimi arttıkça buna karşı çıkış süreci de yoğunlaşacaktır, diye düşünüyorum.
(soL-Haber Merkezi)