Ağzı torba değil ki büzesin! Koskoca Başbakan Yardımcısı olmuş ama elindeki iktidar gücü, siyasi ve kişisel egosundan bu kadar dışarı fışkıran az insan vardır!
Bunun ayıp olabileceğini düşünecek bir beyinsel olgunluğa da ulaşamamış!
Sadece ayıp olsa…
Ne demokratik bir tavır ne de bir uygarlık birikimi endeksine vurabilirsin söylediklerini… İki halde de, ekside kalmaya mahkûm bir zat.
***
TÜSİAD Başkanı’na meğer bir “kredi” açmış!
“Hal ve gidiş”leriyle, bu kredileri meğer tüketmiş Ümit Boyner Hanım. Karnesi kırık dolu…
Şimdi bekliyoruz, onu bacağından mı asacak, kuşa kurda yem mi edecek, yoksa ellerindeki en büyük silah olan Ergenekon’a mı bir şekilde bulaştırıp içeri atacak…
Hayır, belki de Boyner’in sermayesini -varlığını cemaatleştirecektir!
Zaten Başbakanı sermaye el değiştiriyor, bu da bizi memnun ediyor, demişti ya!
Aslında sermayeye zorla el değiştirtiyoruz ve olmazsa, bizimkileri devlet eliyle şişirerek daha büyüklerini yaratıyoruz demek istemişti. Bu sözleri duyunca, Ümit Hanımla benzer ürpertiler ve duygular geçmiş içimizden ve ülkemizdeki varlıklarını nasıl yitirdiklerini anımsamışız!
Arınç’ın diktatörce tavır ve ruhunun diğer güncel dışavurumu, savunmasına bile başvurulmadan iki yıl kadar Silivri esir kampında tutulan “düşman savaşçıları”ndan Mustafa Özbek konusunda oldu. Özbek’in yargılamalara ilişkin haklı ve yurttaşça eleştiride bulunmasını kabadayılık olarak nitelendiriyor ve yeniden Silivri’ye gitme olasılığını anımsatıyor!
Özbek’e de “kredini tüketme” uyarısı…
Eh ne demişti Başbakanı: Ben Ergenekon davasının savcısıyım! (Savcıları da birer Başbakan.)
***
Ülkemizdeki hukuk manzaralarına devam edelim:
***
Hanefi Avcı’nın boşalttığı ofisinden üç hafta sonra gazetecilerin birtakım ses dinleme kasetleri çıkıyor! Açık ve saçık ki, cemaat işbaşında!
Niye gazetecilerin toplu ses kasetleri diye düşününce buluyorsunuz: Medyayı ve etkin kişilerini Avcı’nın aleyhine döndürmek! Böylece Avcı’yı yalnızlaştırmak!
Sadece yalnızlaştırma eylemiyle sınırlı da kalmıyorlar. Bir taşla iki kuş vurma peşindeler: Ses kasetleri bulunan gazetecileri çağırıp soruyorlar: Davacı mısınız diye.
İktidarın denetiminde, güdümünde koskoca ülke Telekulak Cumhuriyeti’ne dönüştü… Şimdi bu yasadışılığı bir kenara bırakıp, medyanın önüne bir yem atıyorlar: İşte suçlu! Hadi, onu parçalayın ve rahatlayın!
Bir medya mensubu davacı olmamış, diğeri de isteyerek veya istemeyerek zokayı yutmuş!
***
AKP, Meclis’te Anayasa Mahkemesi üyeliğine ne kadar da tarafsız ve laik bir kişiyi seçti! Ülkemize milletimize hayırlı olsun! Yüksek yargıyı ele geçirme planı, sektirmeden yürüyor!
***
Abdullah Gül, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde konuşurken dışarıda öğrenciler tutuklu iki arkadaşlarının serbest bırakılmasını istedikleri için yerlerde sürüklenmişlerdi.
Peki tutuklu arkadaşları ne yapmıştı? Başbakan Erdoğan “Roman Açılımı” yaparken “parasız eğitim istiyoruz” pankartı açmış ve gösteri yapmıştı.
İki öğrenci, 15 yıl hapis istemiyle yargılanıyor! Öğrenciler üstelik 7 aydır tutuklu!
Bir pankart açmaya 15 yıl olur mu demeyin! Baklava çalan çocuklardan da beter!
Olayın püf noktasını öğreniyoruz: Bir “tanık”, polise “kendiliğinden” gitmiş ve bunlar yasadışı falan örgüt için çalışıyorlar diyerek tanıklık etmiş..
Ne idüğü bilinmeyen, ajan mı, yoksa tanık yapılan el altındaki bir kişi mi, yoksa ismi var cismi yok birisi mi, adı gerçek mi sahte mi?
Hiç önemli değil!
Bir tanıkla insanın asılacağı zamanlara girdik..
***
Mine’ye, yuvaya hoş geldin diyorum.. Gözlerim yollarda, Bekir’i kolluyorum…
İyi pazarlar..
(Cumhuriyet 10.10.2010)