'Unutulmuş Bir Suikastın Anatomisi'

~ 14.03.2016, Orhan BURSALI ~

1973 yılının 27 Ocak’ında silahlar patlayacak ve Kaliforniya’nın Santa Barbara kentinde iki diplomatımız öldürülecekti. Mehmet Baydar ve Bahadır Demir, sonraki suikast ve cinayet zincirinin ilk halkalarıydı.
Bayram değil seyran değil demeyin. Yazar, şair, gazetecilik hocası, akademisyen Haluk Şahin, bu ilk suikastın izlerini sürdü ve müthiş heyecanlı bir araştırmacı gazetecilik örneği kitabını yayımladı: Unutulmuş Bir Suikastın Anatomisi.
Haluk Şahin de o yıllarda oralarda doktorasını yapan genç bir akademisyendi. Üstüne üstlük, ilk diplomatik görevine Los Angeles’te başlayan ve bir yıl içinde de Santa Barbara’da hayatı sonlanan Bahattin Demir’in arkadaşı.
Haluk, aynı zamanda Hrant Dink’in de arkadaşıydı, Hrant da 2007 yılının 19 Ocak’ında bir suikasta kurban gidecekti.

‘Bu kitap beni seçti’
Haluk Şahin, “Bu kitap, yazılması için beni seçti. Bu kitap benim kuşağımın öyküsüdür” diyor. Evet üç yıl aşağı beş yıl yukarı, bizim kuşağın öyküsü! Bu öyküde neler yok ki, ne travmalar ne işkenceler ne korkular ne kurbanlar ne gözyaşları ne kaygılar ve ne yiğitlikler...
Şahin, çok katmanlı cinayeti araştıran bir dedektif gibi, FBI’ın cinayet üzerindeki ve mahkemedeki yargılamaları içeren iki bin sayfalık belgelerini inceleyerek, akademik tezlere dalarak, yazılıp çizilenleri de okuyarak, olgulara ve belgelere dayanarak, ama roman olmayan bir roman heyecanıyla bize ulaşıyor. [Haber görseli]
Haluk Şahin’in benimsediğim çok önemli bir yaklaşımı var: “Arkadaşım Bahadır öldürülmeseydi, arkadaşım Hrant Dink de öldürülmeyecekti!”
Bırakın, Bahadır Demir’i öldüren yaşlı Ermeni kökenli Amerikalının, cinayet sırasında başında beyaz bere taşıması ile, Hrant’ı öldüren genç katilin de beyaz bereli olması gibi adeta “ilahi rastlantı”yı. Buna, nefret inşasının kurbanları diye bakın. Nefret ve ötekileştirmenin inşa edilmesine kim katkıda bulunuyorsa, bu zincirde kişisel ve toplumsal bir sorumlulukla yerini alıyor demektir.

Nefret inşasına katılmamak
Haluk: “Bu cinayet ve arkasından gelenler Türk ve Ermeni halkları arasındaki yakınlaşmayı zorlaştıran ve geciktiren bir nefret söylemine bol bol malzeme üretti. Sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz.
Şahin, cinayetin örtüsünü kaldırarak altına bakıyor. O zamanlar “Ermeni Sorunu” üzerine ne toplum ne de devlet güncel bilgi sahibi değil, bu nedenle cinayet daha çok “bir manyağın işi” olarak görülüyordu.
Karşımızda “12 katmerli”, bir iddiası, bir derdi olan kitap var. Zaten bizim kuşağımızın temel özelliğidir derdi ve iddiası olmak. Başımıza ne geliyorsa da bundandır!
Ağrı Dağı’nın karşısında, eski bir Ermeni yerleşimi olan Sürbahan köyü doğumlu Haluk, yaşadığımız derin siyasal ve toplumsal sorunların içine, yine bir adeta yaratılmış rastlantı olarak, Ermeni meselesinin içine sürükleniyor.
Can alıcı meselemiz, nefret söylemi inşasının dışında kalabilmek.
Ne Ermeni Diyasporası ve buradaki eklentileri tarafından inşa edilen “Türk-Türkiye nefreti”ne, ne de buna karşı inşa edilen Ermenilere yönelik nefret söylemine katılmak.

‘Entelektüel zevat’
Hrant Dink, toplumsal kaygılarla da olsa, “Ermeni soykırımı” inşasına katılmadı. Dahası, Ermeni toplumuna, kanınızda akan Türk nefreti zehirini akıtın diye seslendi.
Ama “onun arkadaşları” kılığında, kendilerine siyaset inşa edenler, Hrant’ın ardından, üstelik Hrant adına “soykırım nefreti”ni katmerleştirdiler. Utanmazca ekranlarda ve köşelerinde, “evet soykırım demiyordu ama bunun bir soykırım olduğunu aramızda söylüyordu” deme cesaretini bile göstererek...
Bugün bu “entelektüel zevat” arasında “soykırım demiyorsan, seninle tek kelime konuşmam” diyerek, aslında iki toplum arasında duvar inşa ederek cinayet zincirini canlı tuttuklarının farkında olmayanlar çok. Şahin’in kitabını okuyun, mükemmel bir öykü...

 

 

Orhan BURSALI | Tüm Yazıları
Hits: 3988