Bilim ve demokrasi

~ 04.07.2011, Celal ŞENGÖR ~
Osman Bahadır postmodernist düşüncelerin ve söylemin bilimin halk arasındaki itibar ve güvenilirliğine verdiği zararı vurguladığı ve Paul Feyerabend gibi şarlatanların zırvalıklarından örnekler verdiği yazısında, bilimin gelişeceği ortamın demokratik olması gerektiğini vurguluyor.

Ben de AKP iktidara gelene kadar aynı fikirdeydim. Ancak AKP’nin uygulamaları bana gösterdi ki, demokrasinin ancak eşitler arasında uygulanması durumunda toplumu ileriye taşıyabilecek faydaları ortaya çıkıyor. Bir cahiller demokrasisi sonunda kaçınılmaz olarak demokrasiyi tahrip ediyor. Bu kısa notun amacı, «eşitler» ve «cahiller» sözü ile neyi kastettiğimi açıklamaktır.
Postmodernist düşünceler bir cahiller grubunun ürünüdür. Bu cahillerin üniversitelerde yer bulabilmeleri de demokrasinin sonucudur. Ben politikacıların cehaletine vurgu yapınca celallenenen bir AKP milletvekilinin bana «sen faşistsin» demesi gösterdi ki, eleştiri herkesin kaldıramadığı bir şeydir ve eleştiri antidemokratik addedilmektedir. Kendi milletimi eleştirmem bir başka zat tarafından Türk düşmanı olduğum şeklinde yorumlandı. İşte bu tür bireylerden oluşan bir toplumda demokratik söylem, bilimi öldürebilir.
Bilimin kendi içinde ise, veriler, yani bizim dışımızdaki gerçek dünya mutlak diktatördür. O diktatörlüğü kabul etmeyen bilim yapamaz. O dünyayı «görüp» veri toplamak ise herkesin gözlemi aynı olamadığı için son derece zordur.
“ORTAK”I ÜRETMEK
Onun için sorun Efesli büyük memleketlimiz Herakleitos’un (MÖ 6. ve 5. yy) ortaya attığı «genel» veya «ortak» kavramına indirgenmelidir. İki veya daha çok gözlemci arasındaki «ortak» ne büyüklüktedir? O «ortak» ne derece büyükse, o «ortağı» paylaşan insanlar o kadar çok şeyi aynı şekilde görürler ve «ortak» dışındaki nesne ve süreçler (bunlara «şeyler» diyelim) hakkında o derece kolay anlaşmaya varıp «ortağı» genişletebilirler.
Bilimsel tartışma ve karşılıklı irdeleme için gerekli «ortağı» üretebilmek eğitimin işidir. Benim AKP’de gördüğüm en büyük tehlike, halkımız arasında zaten pek mini mini olan bilimsel «ortağı» tahrip etmesi, bunun yerine yeni bir «ortak» koyması ve bunu din temelinde bilinçli olarak yapmasıdır. Ülkemizde Fethullahçılık denilen Nurculuk akımının tehlikesi de aynı nedenden kaynaklanır. O da, mensupları arasında yeni bir «ortak» yaratma çabasındadır.
Dinsel «ortak» değişmez addedildiği için tartışılamaz ve sorgulanamaz. Bu özelliği dinsel ortağın hem öğretilmesini ve öğrenilmesini kolaylaştırır. Bilimsel «ortak» her an tartışmaya açık olduğundan Feyerabend gibi sahtekârlar büyü ve din ile bilimin aynı bilgibilimsel (epistemolojik) değere sahip olduğunu iddia edebilirler ve bu iddialarının eğitimin temeli yapılması gerektiğini savunabilir.
Bu yanlışın temelinde, Popper’in sadece insan düşüncelerinden oluşan III. dünyası ile sadece şeylerden oluşan I. dünyasının karıştırılması yatmaktadır. I. dünyanın şeylerinin III. dünyada, her ne kadar eksik ve yanlışlarla yüklü bir şekilde olsa bile, temsilini mümkün kılan II. dünyada bulunan ve insanın sinir sistemi içinde gelişen düşünce mekanizmalarıdır.
Ama II. dünyanın düşünce mekanizmaları, I. dünyada olmayan şeyler de yaratır (varsayımlar, imajlar, masallar vb) ve bunları III. dünyada depolar. Bu suni şeylerin yaratılması işi bazı sinir hastalıkları veya narkotik ilaçlar etkisiyle arttırılabilir veya çarpıtılabilir. Madde bağımlılarının en çok I. dünya ile başa çıkamayan insanlar arasından çıkması, II. dünya süreçlerinin suni olarak değiştirilmesinin verdiği I. dünyadan kaçışı aramalarından dolayıdır.
I. dünyadaki şeylere ulaşamayanlar, dinsel düşünce denilen düşünce türünün kurbanı olan insanlardır. Bunların, madde bağımlıları gibi gerçekle temas etmesi ya çok zordur veya mümkün değildir. Karl Marx’ın Marquis de Sade’ın 1797 tarihli Juliette adlı romanından aldığı (C’est de l’opium que tu fais prendre à ton peuple) «din halkın afyonudur» (Opium des Volkes) sözü (bunu Lenin’in 1905’te dile getirdiği «din halk için afyondur» sözü {Religion ist Opium für das Volk} ile karıştırmamak gerekir) bu gözleme dayanır ve Marquis de Sade’ın sözünün de gösterdiği gibi uzun zamandır dile gelen bir gerçeği ifade eder.
I. dünyada bulunmayan şeyleri var sanmanın en son aşaması deliliktir ve delinin, kendisine ve çevresine zarar vermesine engel olabilmek amacıyla özgürlüğüne toplum tarafından sınırlamalar getirilir. Meşhur televizyon dizisi House’da Dr House’un «Tanrıya hitap eden insanlara dindar denir; tanrının hitap ettiği insanlar ise delidir» sözü, I. dünyada bulunmayan tanrıyı, II. dünyanın süreçlerinin yarattığı gerçeğinin bir ifadesidir.
Deli, I. dünyada var olmayan şeyleri var sanan bir insan olduğuna göre, onunla I. dünyada bulamadığı şeyleri sarsılmaz bir inançla var saymayan sağlıklı düşünce sahibi dediğimiz insanlar arasındaki sınırı nereden çizeceğiz?
İşte o sınır aynı zamanda sağlıklı bilimin gelişmesine imkân verebilecek bir toplumda demokrasinin cahille cehalet sınırının nerede durduğunu bilen «eşitler» arasındaki sınırıdır. Demokrasi çığırtkanlığı yapmadan önce bahis konusu sınırın yeri ve özellikleri iyice düşünülüp araştırılmalıdır.

(Cumhuriyet Bilim ve Teknik 01.07.2011)

Celal ŞENGÖR | Tüm Yazıları
Hits: 4273