Moskova Camii'nde başkanlık için şükür namazı

~ 25.11.2015, Fatih YAŞLI ~

Tarih 6 Eylül 2015: Türkiye ile Hollanda milli takımları Konya’da karşılaşıyor. Konya’nın seçilmesi ise tesadüf değil. İslamcılığın kalesi ve Davutoğlu’nun memleketinde seçime doğru adeta bir AKP mitingi gerçekleştiriliyor. Davutoğlu maça 3-4 yaşlarında bir “şehit çocuğu” ile geliyor, Türk bayraklı, milli marşlı, tekbirli, “şehitler ölmez vatan bölünmez”li, “ne mutlu Türküm diyene”li bir “milli şov” gerçekleştiriliyor. Siyasetin medyatik bir gösteriye dönüştüğü, milliyetçi histerinin ekranlardan evlere aktığı emsalsiz anlardan birine tanıklık ediliyor.

Maçın oynandığı saatlerde, resmi olmayan kaynaklardan Dağlıca’da büyük bir çatışmanın gerçekleştiği yönünde haberler geliyor. Maç bitiyor, Dağlıca’da 16 askerin yaşamını yitirdiği haberi medyaya düşüyor ve sonrasında “sokağın fethi” operasyonu başlıyor. Kitleler organize bir şekilde sokağa indiriliyor, üç gün boyunca ülkenin hemen her yanında HDP binaları hedef alınıyor, linçler yaşanıyor, binalar yakılıyor.

Tarih 13 Ekim 2015: Yer yine Konya, yine bir “milli müsamere” söz konusu. 10 Ekim’de yüzden fazla insanın canlı bomba saldırısıyla katledilmesinin üzerinden sadece üç gün geçmişken ve ilan edilen ulusal yas devam ederken, tribündeki güruh saygı duruşunu yuhalıyor, maç boyunca “inadına” bir coşku sergiliyor, şenlikli bir ruh haliyle maçı izliyor ve “Biz sizin yasınızı tutmuyoruz” mesajı veriyor.

Maç boyunca tanıklık edilen tablo, seçime doğru giden Türkiye’de “milli irade”nin nasıl biçimlendirildiğinin, siyasetin kan ve şiddet aracılığıyla nasıl dizayn edildiğinin ve %60’lık sağ seçmen kitlesinin nasıl konsolide edildiğinin ipuçlarını veriyor, Türkiye seçime böylesi bir “milli birlik beraberlik ruhu”yla gidiyor ve bilindiği üzere istenen sonuç da alınıyor.

Tarih 17 Kasım 2015: Yer bu sefer İstanbul, Başakşehir. Türkiye ile Yunanistan milli takımları bir “dostluk” maçı yapacaklar. Tribünde Davutoğlu ile birlikte Yunanistan Başbakanı Çipras da var. IŞİD’in Paris Katliamı’nın üzerinden sadece birkaç gün geçmiş ve saygı duruşu bir kez daha yuhalanıyor, yine tekbir getiriliyor ve bir kez daha “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları duyuluyor. Tıpkı Ankara Katliamı’nda olduğu gibi Paris Katliamı da aslında bir tür coşkuyla karşılanıyor, ölenlerin öldürülmeyi hak ettiği ve arkalarından yas tutulmasını gerektiren bir durum olmadığı mesajı veriliyor.

Bu üç maç, bu üç milli müsamere, yeni Türkiye’ye dair son derece önemli ipuçları veriyor: İslamcılığa yapılan milliyetçilik aşısının tutmaya başladığını ve milliyetçi kitlelerin Kürt düşmanlığı ve Suriye üzerinden İslamcı anaforun içerisine hızla yuvarlanıyor olduklarına işaret ediyor, AKP’nin Türk sağının geri kalanını bir kara delik misali yutma operasyonunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
1 Kasım seçim sonuçları, sözünü ettiğim operasyonun somutlaşmasıydı, seçim sonrası süreç buradan yürünecek yolun neresi olduğuna, yani fiili başkanlık rejiminin anayasal statüye kavuşturulması sürecine işaret ediyor. Bunun için ise hem içeride hem dışarıda uzunca bir süredir devam etmekte olan “savaş konsepti”nin giderek daha da derinleştirilmesi ve “milli birlik beraberlik konsepti”ne geçilmesi gerekiyor.

İşte dün bir Rus savaş uçağının sınır ihlali gerekçesiyle düşürülmesinin bu konsepte geçişe dair son derece kritik bir adım olduğunu söylememiz mümkün görünüyor. Rus uçağının düşürülmesi, Suriye ordusunun ve Rus Hava Kuvvetleri’nin sınırın hemen öte yanında devam eden ve aralarında Türkmenlerin de bulunduğu Türkiye destekli cihatçı gruplara yönelik operasyonlarına bir yanıt olma niteliği taşıyor.

Yeni-Osmanlıcı dış politika bu hamleyle bir yandan ABD ve NATO’nun Rus karşıtlığına oynayarak Suriye’de yeniden etkin bir pozisyon almaya ve Cerablus için elini güçlendirmeye hazırlanırken, öte yandan içeride AKP dışı sağ tabanın AKP rejimine ve başkanlık projesine eklemlenmesinin de yolu açılmış oluyor. Ülkücülerin ve Alperenlerin açıklamaları, protesto eylemleri ve hatta Suriye’ye savaşa gitmekten söz etmeleri, önlerine atılan “zoka”yı yediklerini gösteriyor.

Milliyetçilikle güçlendirilmiş ve militer niteliği de olan bir İslamcılık, rejimin 1 Kasım sonrası karakteristiğini teşkil ediyor. Türk-İslam sentezci lümpenliği toplumun temeline yerleştirmeyi amaçlayan bu karakteristiğin, “güçlü devlet-güçlü lider” söylemini hem rejimin kendini sağlamlaştırmasının hem de bir adım daha atarak başkanlığı anayasal bir statüye kavuşturmasının manivelası olarak kullanacağı anlaşılıyor. Dün açıklanan “Saray kabinesi”ni de buraya eklediğimizde manzara tamamlanıyor.

Fatih YAŞLI | Tüm Yazıları
Hits: 3292