Komünistlik fazla

~ 07.09.2015, Aydemir GÜLER ~

İster bizim tarihimiz, ister dünyanın bugünü… Komünistliğin tanımında mıdır, fazlalık olarak görülmek?

Mustafa Suphiler imha edildiklerinde büyük bir tehlike miydiler? Temsil ettikleri tehdit öyle bir hesaplaşmayı ille gerektiriyor muydu? 1920’de komünizmi asla hafife almayalım. Ancak sorulara, yalnızca, çok büyük bir güce sahip oldukları/olduğumuz kabulünden hareketle yanıt verirsek, hayli riskli bir alana balıklama dalmış oluruz. Gerçekçi olalım ve dönemin Türkiye’sinde, Suphi’nin stratejisinin gerçekleşme olasılığını abartmayalım. Bolşevik sempatisi yaygındır, doğru. Solculuk Meclis dengelerine baskı yapacak ölçüde siyasi anlamda kudretlidir, doğru. Toplumda, aydınlar arasında, işçi merkezlerinde emekçiler arasında, yurtsever kesimler arasında sola açık bir arayış vardır, doğru... Ama bütün bunların toplamı, Suphi’nin “milli kurtuluşu sosyal kurtuluşa çevirmek ve bunun için ilk fırsatta hükümete el koymak” diye formüle ettiği hedefi gerçekçi kılmamaktadır.

TKP neden defalarca tevkifata maruz kalmış, likide edilmeye çalışılmıştır? Aydınları kuşattığı doğrudur. İşçi hücrelerinin varlığı kesindir. Siyasal arenanın, kabaca milliyetçiler, dinciler ve komünistler biçiminde bölündüğü de doğrudur. Ama bu birikim Kemalistlerin kapitalist kuruluş çabalarını akamete uğratacak, sosyalizmi güncel bir seçenek haline getirecek boyutlarda olduğu için mi komünistlerin başına onca çorap örülmüştür? Bu soruya evet demek, sözkonusu birikimi yanlış okumak olur.

1946’da sınıf sendikalarına ve TKP’nin legal alana yaptığı hamleye çok sert yanıt verilmesi, beş yıl sonra Partinin neredeyse dağıtılması nedendir peki? Komünistlerin başka muhaliflerle ittifak halinde çok geniş bir alana yerleşmelerinden mi korktular gerçekten? Burjuvazi karşı saldırıya geçmeseydi, işçi sınıfı komünist hareketin organik tabanına dönüşür müydü? Olasılıklar hep vardır; ama gerçekçilik testine tabi tutarsak, bu sorulara ikirciksiz biçimde olumlu yanıt vermek kolay olmayacaktır.

Aşağı yukarı bütün örnekleri kucaklayan ortak yanıtı özetlemeyi deneyeyim: Türkiye’de komünist hareketimizin tarihinde, çizdiğimiz stratejinin başarıya ulaşmasına ramak kaldığımız bir moment olmamıştır. Dolayısıyla fazlalık sayılmamız ve kah fiziken kah siyaseten tasfiye edilmemize kalkışılmasının nedeni bu anlamda reel tehdit olmamız değildir.

Baştan beri tekrarladığım soru, burjuva düzenine ne ölçüde reel tehdit oluşturduğumuzun ötesinde bir zeminde ele alınmış. Türkiye egemenleri, milli kurtuluşu kapitalist sömürü rotasına sokarken, güçlü veya güçsüz, başka bir yolun meşruluğuna izin veremezlerdi. Batının demokrasi oyununu sergileyecekken, buna bir işçi sınıfı perdesi ekleme çabası kabul edilemezdi…

Gelelim bugüne. AKP’li veya başka türlü, dünya sisteminin ve ülkenin iç dengeleri neo-liberalizmi pervasızlaştırmak için daha dinci bir rejim ve toplum gerektiğini keşfetmiş ve bunun tadını almışken, komünistliğe ne yapacaklarını, kaç bin kişiye ulaştığına, yayınının kaç sattığına, seçimde kaç oy aldığına bakarak kararlaştırmıyorlar. Gerçekçilik testine tabi tutmuyorlar bizi. Ama varlığımız, geliştirdikleri tasarımı bozmaya yetiyor.

Bütün kritik dönemeçlerde, doğrudan alakalı veya alakasız, güçlü olalım, güçsüz olalım, komünistlik fazlalık görülüyor.

Yine öyle bir dönemeçteyiz. Projenin kendi solu zaten var. Sosyal demokratlığı liberalizmin içine atıp içindeki sınıf çağrışımları eriyene kadar sallayacaksınız…

Biz, bu düzen solunu ve projenin kendisini, şu an ne kadar tehdit ettiğimizden ayrı olarak, “fazla” geliyoruz. Solu başkalaştırmak, fazlalıkları budamak… Soldan liberallik, sade suya demokratlık, dayanışmacılık türetmek. Şununla bununla dayanış istediğin kadar, ama kendini başka bir geleceğin öznesi olarak konumlandırma! Dayatılan budur ve 1920’den doksan beş yıl sonra işimiz bunu püskürtmektir.

Püskürttüğümüzde yalnızca onurumuzu korumuş olmayacağız. Senaryo çöpe gidecek. Bu fazlalıkla yaşayamayacaklar çünkü!

Dünya kısmına başka bir gün bakarız.

 

solhaber

Aydemir GÜLER | Tüm Yazıları
Hits: 1234