Demirtaş, AB ve NATO’yu barış sürecinin devam etmesi doğrultusunda AKP’ye baskı yapmaya çağırdığı yolundaki haber için de düzeltme veya yalanlamada bulundu mu, bilmiyorum. Ama ne fark eder? Bu denklem çoktandır oluştu ve “Kürt ulusal çıkarları” Batı sisteminin bölgesel vizyonuyla çakıştı. Bunun üstüne bir söz fazla iki çağrı eksik olmuş, bir şey değişmeyecektir.
Söz konusu örtüşme hali, sınıfsal ve programatik, yani hiç de rastlantı olmayan bir kaynaktan doğmuştur. Başlangıç noktasında olay Barzani’nin adına kaydedilmişti. Irak’ta Talabani hareketi ve Türkiye’de Kürt hareketinin bütünü, feodal/burjuva Barzani akımının Amerikancılaşmasının karşısında bir eleştirelliği temsil etti. 1970’lerde ayrım kesinleşecekti. Öncesinde, örneğin TİP’in ön ayak olduğu 1967 Doğu Mitingleri sırasında Barzanicilikle solculuk Türkiye’de ayrışmamıştı.
Feodal/burjuva ve dolayısıyla işbirlikçi Barzani geleneğinin zeminine önce aynı sınıfsal karakterin çocuğu olan Talabani geri döndü. Mam Celal, Kürtlerin Celal Amcası, geri dönüşünden sonra Barzanicilerin bile oportünizmini alaya aldıkları bir figür olmuştur.
Türkiye bu coğrafyada solun en fazla iz bıraktığı yerdir ve Kürt hareketinde sol eleştirelliğin bir türlü silinemediği ülkenin de burası olması, buna bağlıdır. Türkiye Kürdistanı’nın aynı zamanda diğer parçalara göre karşılaştırmalı gelişkinliğiyle de paraleldir bu faktör. Sol, kapitalizmle bağlantısı daha içsel, modern sınıflarla etkileşime açık, işçi sınıfının bütününün parçası bir tarım ve sanayi proletaryasını barındıran Türkiye Kürtlerinde daha etkili olmuştur.
Ancak bütün bunlar yetmez. Kürt siyaseti, mülk sahibi sınıflarla ve emperyalizmle kader ortaklığı modelleştirilirken, bunun karşısında bir alternatif oluşturamamıştır. Silahlı mücadelenin biçimsel radikalizmi bu politik boşluğu doldurmaya yetmez. Hareketin yoksul köylülere dayanması da yetmez. Kadrolar arasında marksizmden beslenmiş olanların bolluğu bile yetmez… Siyasete siyasetle yanıt verilmesi gerekir. Türkiyeli Kürt hareketi, Iraklı Kürt hareketinin birkaç katı bir nüfusa ve toplumsal gelişkinliğe oturmasına karşın işbirlikçi, gerici siyasete emekçi, ilerici bir siyasetle yanıt veremedi. Silah… Ondan peşmergede de vardı!
Kürt hareketi, barışçıl siyasi çözüm dediğinde buradan düzenle uzlaşma çıkmıştır. Alternatif yok muydu? Teorik olarak vardır: Solla ve işçi sınıfıyla bütünleşme, kapitalist düzeni veri alarak değil, emekçi halkın çözümünü örgütleme… “Teori” Kürt tarafında karşılık bulmadı. Sol harekette bu alternatifin, dar veya geniş, hep bir kulvarda varlığını sürdürdüğünü söyleyebilecek durumdayız. Kürt sorununa sosyalist çözüm asla savunucusuz kalmadı Türkiye’de. Pratikte güç birikimiyle hiç buluşamamış olsa da…
Kürt hareketi, demokrasiden söz ettiğinde, istendiği kadar sivil toplumcu olunsun, “radikal demokrasi”den feyz alınsın, emperyalizmin Ortadoğu’ya biçtiği giysilerin içinde kalmıştır. Alternatif vardır elbette. Kürt çözümünü sosyalizme bağlamak gerekirdi bunun için.
Türkiyeli Kürt hareketi, Barzani problematiğine 2003 itibariyle teslim oldu. Artık çözüm tartışmalarında, tezlerde aranan başlıca özellik gerçekçilikti ve gerçeklik emperyalizm tarafından şekillendiriliyordu. Eski rejimler değişmeliydi; sınırlar kalkmalı veya önemsizleşmeliydi; Batı “uygarlığının” parçası olunacaktı… “Tabii ki emperyalizme karşıydık, ama emperyalizm bir kereliğine Kürtlere gülüyordu. Teokratik rejimlere karşıydık, ama halkımız müslümandı ve bu da gerçekliğin bir parçası olarak saygıyı hak ediyordu…”
1960’lar ve ‘70’lerde Kürt hareketine sol standartlar armağan eden Türkiye sosyalist hareketinin çoğu parçası, Kürt siyasetinin dönüşümünün takipçisi ve aklayıcısı olmuştur. Gelinen noktada Kürt hareketiyle dayanışma yanılsaması, solculuğun çöküşünü temsil ediyor.
Barzanicilik ortak paydadır ve burada solculuğa yer yoktur. NATO’nun, AB’nin destekleyeceği süreç solu olmayan bir barıştır. Oysa emperyalizm çağında barış soldur… Bunu kim nasıl yalanlayabilir, kim neresini düzeltebilir?
solhaber