Normal şartlar altında, HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden % 13 oyla ve 80 milletvekiliyle çıkmasının hem toplumun geniş kesimleri hem de devlet tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanması gerekirdi.
Düşünsenize, yaklaşık 2.5 yıldır devam eden bir çatışmasızlık hali var, silahlı bir örgüt eylemsizlik halini bozmamakta kararlı, ölümler istisnai haller dışarıda bırakılırsa durmuş durumda ve bunların üzerine bir de legal siyaset güç kazanıyor; yani savaşmanın, ölmenin ve öldürmenin zemini zayıflıyor.
Dediğim gibi, normal şartlar altında bu sonuç hem toplumsal barışı güçlendireceği hem de şiddet siyasetinin sona ermesini sağlayacağı için, yani özetle Kürt sorununun çözümünde çok önemli bir adım olacağı için sevinçle karşılanırdı.
Ama öyle olmadı, olmadı çünkü HDP’nin barajı geçmesi devlet katında iki boyutlu bir tehlike olarak görüldü ve harekete geçildi.
İlk tehlike elbette ki Erdoğan’ın başkanlık hayalleriyle ilgiliydi. Seçimi başkanlık için bir ön referanduma dönüştüren ve stratejisinin merkezine Kürt sorunu üzerinden milliyetçi oyları toplamayı koyan Sarayın karşısına HDP “seni başkan yaptırmayacağız” diyerek çıktı ve bu çıkış işe yaradı, HDP barajı geçti.
7 Haziran, başkanlık hayallerinin yenilgiye uğradığı bir seçimdi fakat Saray pes etmedi, seçim öncesi izlenen ama sonuç alınamayan şiddet siyaseti seçim sonrasında dozajı artırılmış bir şekilde devam ettirildi.
AKP’nin, HDP’nin barajı geçtiği her durumda, değil anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşmak, tek başına hükümet kurması bile neredeyse imkânsız hale geldiği için, şiddetin HDP’yi baraj altında bırakacağı varsayılan seviyeye yükseltilmesi tercih edildi ve süreç bitirildi.
Tehlikenin ikinci boyutunda ise Erdoğan’ı da aşacak şekilde “devlet aklı” vardı.
Devlet aklı HDP’nin yükselişini, aldığı oyu ve ulaştığı vekil sayısını “müesses nizam”a yönelik bir tehlike olarak algıladı.
HDP’nin gerek Kürt sorununa bakışı gerekse de içerisinde taşıdığı düzen dışı dinamikler tehdit olarak kodlandı. Buna bir de Rojava’da yaşanan gelişmeler eklenince tablo tamamlandı, HDP hedef tahtasına yerleştirildi.
Hem Saray hem de devlet aklı açısından HDP tehlikesini şahsında somutlaştıran isim ise Selahattin Demirtaş oldu. HDP’nin yükselişinin gerisindeki esas faktörün genç, karizmatik, başarılı bir lider olarak Demirtaş olduğu düşüncesinden hareketle genel olarak HDP’ye özel olarak ise Demirtaş’a yönelik geniş kapsamlı bir psikolojik savaş başlatıldı.
Bu savaşın hemen öncesinde kimi köşelerde dile getirilen bilgilere göre, Öcalan’a Demirtaş’ı görevden alması talebiyle bir heyet gönderilmiş ama Öcalan “bu şartlarda sizinle görüşmem” diyerek heyeti reddetmişti, işte İmralı’dan murat edilen gerçekleşmeyince Demirtaş için düğmeye basıldı.
Önce sosyal medyadaki kapıkulları “Aktroller” HDP’nin kapatılması ve Demirtaş’a siyaset yasağı konulması için kampanya başlattılar, arkasından havuz medyası kurgu haberler yapmaya başladı, AKP yöneticileri ve Erdoğan’ın bu yöndeki açıklamalarıyla birlikte de manzara tamamlandı.
Erken seçime Demirtaş’ın başında bulunmadığı bir HDP’yle gitmek fikrinin bir yerlerde tasarlandığı ve uygulamaya konmak istendiği gözle görünür hale geldi yani.
Peki HDP’yi kapatmak ya da Demirtaş’a siyaset yasağı getirmek neye yarayacak? Tıpkı dağı taşı bombalamak gibi ve geçmişte defalarca denendiği üzere hiçbir şeye elbette!
Bu yöntemlerle ne şiddet sona erecek ne de Kürt sorunu çözülecek, birileri ise ne yazık ki gencecik ölülerin omuzlarına binerek saltanatlarının keyfini sürmeye devam edecek.
Yurtgazetesi