“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”
Fuzuli (Mehmet Bin Süleyman, 1483-1556)
Ulusal ve uluslararası ortamda hızlı politika dönüşleri pek mümkün değildir.
Bu nedenle de ulusal ve uluslararası ortamda istikrar konusuna özel önem verilir.
Özellikle küresel ölçekteki oyuncular istikrar kavramına daha bir önem verirler.
Durum böyle olmasına rağmen son 10 yılda Türkiye önemli fikir değişiklikleri ve dönüşler yapmak suretiyle istikrar kavramını göz ardı etmiştir.
Türkiye’de ve bölgede istikrar aşınması yaşanmıştır.
Türkiye güvenilirlik ve inandırıcılık konusunda itibar kaybı yaşamıştır.
Son bir ay içerisinde yine “fikir değiştirmek” suretiyle hızlı bir dönüş yapmış, bu konuda çok becerikli olduğunu kanıtlamış ve de herkesi şaşırtmamıştır.
Çok geriye gitmeden sadece son günlerde yaşanan ve pek de kamuoyunun bilgisinde olmayan gelişmelere göz atmak suretiyle neden böyle olduğunu anlamaya çalışalım[1].
Temmuz ayı içerisinde Ankara’da bir ABD heyeti ile 2 gün devam eden görüşme süreci sonunda bir anlaşma sağlanmıştır. Ancak, ortada bir anlaşma olmasına karşılık bu anlaşmanın içeriğinin ne olduğu henüz bilinmemektedir.
Ayrıca, Türkiye tarafı da bu anlaşmadan çok söz etmek istememektedir. Bunun nedenini de anlamak henüz mümkün olmamıştır.
Yabancı kaynaklar ise bu anlaşmayı “Game Changer” olarak tanımlamışlardır[2]. Yani bölgedeki olayların akışını değiştirecek derecede önemlidir bu anlaşma.
Yukarıda sıraladığımız ve son bir ay içerisinde yaşanan gelişmeler sonucunda Türkiye köşeye sıkışmış olarak görülmektedir.
30 yıldır devam eden terör olaylarının adresi birden ikiye yükselmiştir. İkincisi de birincisi kadar şiddeti acımasız şekilde kullanabilmektedir. Daha önce Irak sınırı (384 Km.) ile sınırlı olan örgüt geçişleri, son 10 yıl içerisinde başarılı dış politikamız sayesinde (!) Suriye sınırımızın (911 Km.) da eklenmesi ile birlikte neredeyse 4 kat artmıştır.
Sınır güvenliğimiz büyük ölçüde zarar görmüştür. Sınırlarımız örgüt elemanlarının ve göç dalgalarının hareketine açık hale gelmiştir[3].
Etnik ve dini ayrımcılığı esas alan dış politika anlayışı sonucunda ülkede ve bölgede barış, huzur ve istikrar ortamı bozulmuştur. Etnik ve dini çatışmaların şiddeti ve boyutu giderek genişlemiştir.
Türkiye’nin güvenliği tehditlere açık hale gelmiştir.
Avrupa-Atlantik Bölgesinde yaşanan terör saldırıları dikkatleri bölgemize çekmiştir. Irak ve Suriye topraklarındaki politik boşluk, kamu güvenliğinin ve egemenlik kavramının ortadan kalkmasına neden olmuştur.
“Terör Saldırısı” kavramı yerini “Kalkışma Hareketi” kavramına bırakmıştır[4].
Politik boşluk olan, kamu güvenliği ve egemenlik tesis edilemeyen alanlarda “devlet kurulabildiği” gözlenmiştir.
Avrupa-Atlantik Bölgesi fiili olarak bu sorunun nedeni olmasa bile sınırlarının hemen altında cereyan eden olaylara ilgisiz kalması bakımından Türkiye’nin siyasetini sorgulamaya başlamıştır[5].
Avrupa Konseyi, NATO üyesi ve AB ile Gümrük Birliği Anlaşması olan ve yine AB ile müzakere süreci yürüten Türkiye’nin tavrı endişe ve kaygı ile izlenmeye başlanmıştır.
Türkiye’nin geleneksel dış politikasından ayrılarak farklı odakları ile temas içerisine girmesi, Avrupa-Atlantik Bölgesindeki kaygı ve endişelerin artmasına neden olmuştur.
Türkiye’nin bu tavrından rahatsız olan Avrupa-Atlantik topluluğu bölgede yeni ittifaklar tesis etme arayışına girmiştir. Başta İran olmak üzere bölgedeki Şii/Nusayri/Alevi ve Arap/Kürt/Yezidi topluluklar ile temas kurmuştur.
Uzun müzakereler sonucunda İran ile yapılan “Nükleer Anlaşma” bir yerde bu tutum değişikliğinin sonucudur.
Türkiye’nin bölgede karşısına aldığı Kürt ve Şii grupların adları Avrupa-Atlantik topluluğun güvenilir müttefiki olarak anılmaya başlanmıştır[6].
Türkiye bölgesinde yalnızlığa itilmiş ve 10 yıl önce Türkiye’nin karşısında sadece bir terör örgütü ile sınırlı olan risk/tehdit alanı çok genişlemiştir.
Bu istikrar aşınması geçen 10 yıl içerisinde ekonomide önemli büyüme rakamlarını yakalayan Türkiye’nin bir durgunluk dönemine girmesine neden olmuştur.
İhracat rakamları ve hane halkı harcamaları gerilemiştir.
Yabancı sermaye girişi ve yatırımlar azalmıştır.
Devleti ve vatan topraklarını büyük bir cüret ile talan eden siyasi kadroların yolsuzluklarının boyutu ülke sınırlarını aşmıştır.
Talan, hırsızlık ve yolsuzluk sıradan ve kanıksanır hale gelmiştir.
Siyasallaşan yargı bu talan, hırsızlık ve yolsuzluk sorumlularını aklama için yoğun bir gayret göstermiştir/göstermektedir.
Uzun bir süre gelişmelere ve eleştirilere kulaklarını tıkayan Türkiye, Haziran 2015 ayı içerisinde bir tavır değişikliği içerisine girmiş ve Temmuz 2015 ayı içerisinde de bu tavır değişikliğini somut ve görünür hale getirmiştir.
Bu noktada iki hususa dikkat çekmekte fayda bulunmaktadır:
Sorunlarını kısa süre içerisinde ve kolay şekilde çözebilecek midir?
Yazının konusu olan “istikrar” sorunların çözümü için bir ön koşuldur. İstikrar için de öncelikli husus siyaset alanına çeki düzen verilmesidir. Mevcut hükümet siyasi ömrünü tamamlamıştır. Türkiye’nin önemli ve ağır sorunlarına yönelik tasarruflarının hukuki bir meşruiyeti bulunmamaktadır.
Türkiye’nin yeni bir hükümete ihtiyacı vardır.
Önümüzdeki kısa süre içerisinde ya bir koalisyon hükümeti kurulacaktır ya da Türkiye erken seçime gidecektir. Birincisi Türkiye’ye soluk aldırabilir, ikincisi Türkiye’yi siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik sorunları bakımından bir belirsizlik ortamına sürükleyebilir.
Türkiye, etnik ve dini ayrımcılık politikasından vaz geçerek, ülkede ve bölgede barış, huzur ve güven ortamının tesis edilmesi için iyi niyetli gayret gösterebilmelidir.
Tersine bir tavır konusunda ısrar olunması halinde, bugün boyutları itibarıyla büyümüş olan risk/tehdit ortamının daha da genişlemesi olanağı bulunmaktadır.
Türkiye, “sorun yaratan ülke” değil “sorun çözen ülke” olmalıdır.
Uluslararası toplum nezdinde itibar aşınması yarayan Türkiye, bu konumundan süratle uzaklaşabilmelidir. Bölgesel ve küresel risk/tehdit algılamalarına tek başına değil uluslararası bir uzlaşma çerçevesinde müşterek şekilde müdahale edebilmelidir.
Türkiye, saygınlığını ve itibarını korumalıdır[7].
Güneyde ortak sınırımız olan iki devlet ciddi iç sorunlar yaşamaktadırlar. Topraklarında bulunan birçok örgüt değişik maksatlar ile mevcut siyasi iktidarlar ve birbirleri ile çatışma halindedirler.
Türkiye mevcut hükümetler ile barışık değildir.
Bu topraklar üzerinde hayat bulan iki örgüt Türkiye’ye saldırmaktadırlar.
Bir tanesi 30 yıldır Türkiye’de eylem yapmaktadır. Siyasi parti kurmuştur. Türkiye’deki uygun siyasi ortamı değerlendirmek suretiyle de ülke barajını aşmış TBMM’de temsil olanağı kazanmıştır.
Diğeri ise bir devlet kurmuştur ve yakın zamanda da Türkiye’ye yönelik eylemlere başlamıştır.
Her iki devlet ve her iki örgüt bölge ve bölge dışı devletler tarafından örtülü olarak desteklenmektedirler.
Türkiye, geride kalan 10 yıl içerisinde “Barış Süreci” çerçevesinde PKK örgütünün eylemlerine sessiz kalmış ve örgütün toparlanmasına, güçlenmesine ve geniş tabanlı bireysel ve kitlesel şiddet içeren ve siyasi maksatlı eylemler için hazırlık yapmasına imkan sağlamıştır.
Türkiye, terörü bir araç olarak kullanan bütün örgütlere karşı uluslararası toplum ile mutabakat içerisinde mücadele verebilmelidir.
Siyasi olarak temsil olanağı kazanan partinin Anayasa kuralları çerçevesinde ve bir Türkiye partisi olarak siyaset yapmasına imkan tanınmalıdır.
Türkiye, süratle bölge ülkeleri ile yeniden uzlaşma ortamını oluşturmalıdır.
Bütün bu önemli ve büyük sorunların kısa süre içerisinde ve kolay şekilde çözümlenmesi imkanı bulunmamaktadır.
Türkiye’nin bir mutabakat çerçevesinde bir siyasi “Restorasyon Dönemi” yaşaması kaçınılmaz görülmektedir[8].
Ancak, Türkiye’nin sabırla bu yolu takip etmesi en uygun çözüm modeli olarak görülmektedir.
Yeniden güvenilir ve itibarı olan bir ülke konumuna gelebilecek midir?
Bu sorunun yanıtı birinci konunun başarısı ile yakından ilintilidir.
Uluslararası basın ve yayın organlarında Türkiye’nin güvenirliği ve inanılırlığı tartışılmaya başlanmıştır.
Türkiye adeta bir samimiyet testine tabi tutulur hale gelmiştir.
Türkiye bunu hak etmemiştir.
Önce demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları konusunda evrensel ölçüleri yakalamak zorundadır Türkiye.
Ülkedeki ve bölgedeki siyaset anlayışını da bu evrensel değerler üzerine oturtmalıdır.
Unutulmamalıdır ki; Türkiye’nin uyguladığı siyaset yakından izlenmektedir.
Türkiye’nin yoğunluk kazanan askeri operasyonları da takip edilmektedir[9].
Sonuç olarak;
Siyaset sorun çözme sanatıdır.
Geride kalan 10 yıl içerisinde Türkiye’nin var olan sorunları çözümlenemediği gibi uygulanan hatalı, eksik, kusurlu siyaset ile sorunlar daha da büyümüş ve çeşitlenmiştir.
Vatandaşından vekalet alan siyasi anlayış başarılı olamamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanmamış bir siyaset anlayışı ile idare edilmiştir. Ülkenin yaşamı ve kaderi ile yakından ilgili konularda ilkesiz, kuralsız ve saygısız şekilde yürütülen bu siyaset anlayışı iflas etmiştir.
Sürekli “fikir değiştiren” ve dönüşler yapan siyasetin artık güvenilir ve inanılır olmadığı anlaşılmıştır.
Vekaletin el değiştirmesi zamanı gelmiştir.
Türkiye, demokrasiye saygı çerçevesinde ve olgunluk göstererek bu sıkıntılı ve uzun soluklu onarım sürecini aşabilmelidir.
Av. Reha Taşkesen
27.07.2015, Ankara
[1] RT, Haziran ve Temmuz 2015 ayları içerisinde Türkiye’nin dış politikada “fikir değiştirmesine” neden olan olaylar bir sıra içeririnde aşağıda özet olarak sunulmuştur. Öyle anlaşılmaktadır ki; siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik sorunları Türkiye’yi rahat hareket edemez bir noktaya getirmiş, Türkiye yalnızlaşmaya başlamıştır. Bu noktada bir kez daha istikamet değiştirmek zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
29.06.2015, The New York Times, “ABD, İslam Devleti (İD) ile savaşan Kürtlere daha çok destek verecektir. Bu husus Türkiye’yi rahatsız etmiştir.”
Temmuz 2015, Basın ve yayın organlarında Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik (1.Tampon Bölge oluşturmak, 2.PYD’nin Suriye topraklarında otonom bir bölge oluşturmasını önlemek, 3.Türkiye’ye göç hareketini kontrol etmek için) askeri bir operasyon uygulayacağı konusunda haberler çıkmıştır.
07.07.2015, ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı Christine Wormuth ve Başkan Temsilcisi General John Allen başkanlığında ABD heyeti Ankara’da 2 gün süren görüşmeler yapmıştır.
Temmuz 2015, Türkiye’nin İD’ne yönelik politikasında değişiklik gözlenmiştir.
10.07.2015, Uluslararası basın ve yayın organlarında sınırda yapılan operasyonlar sonucunda 21 İD mensubunun yakalandığı açıklanmıştır.
14.07.2015, The New York Times, “İran ve 5+1 görüşmelerinin anlaşma ile sonuçlandığı açıklanmıştır.”
20.07.2015, İD, Türkiye’nin politika değişikliğine SURUÇ’taki bombalı saldırı ile karşılık vermiştir.
22.07.2015, Başkan Obama, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüş ve 2 ülke arasındaki anlaşma teyid edilmiştir.
23.07.2015, The New York Times, “ABD ve Koalisyon Güçlerinin İncirlik ve Diyarbakır havaalanlarını kullanacağı açıklanmıştır.”
23.07.2015, TSK İD mensupları ile ilk kez silahlı çatışmaya girmiştir.
23.07.2015, İncirlik ve Diyarbakır havaalanları kullanılmaya başlanmıştır.
24.07.2015, Güvenlik Güçleri İstanbul’da IŞİD mensuplarına yönelik operasyon düzenlemiştir.
24.07.2015, Türk Hava Kuvvetleri İD ve PKK hedeflerine yönelik hava harekatı icra etmiştir.
[2] RT, “Game Changer” olayların akışını önemli ölçüde etkileyecek bir değişiklik anlamında kullanılmaktadır.
[3] Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK/UNHCR), Haziran 2015 itibarıyla Türkiye’ye giriş yapan Suriyeli göçmen sayısı 1.761.486 olarak açıklanmıştır. Resmi olmayan rakamın ise bunun çok üstünde olduğu ifade edilmektedir.
[4] RT, “Kalkışma Hareketi” (insurgency), siyasi bir otoriteye/hükümete karşı terör faaliyetlerini de (terrorist activities) kapsayacak şekilde ve siyasi bir maksadı olan durum anlamında kullanılmaktadır.
[5] RT, Yeni Yaklaşımlar, “Soluklaşan Devlet Suriye” ve “Filistin Toprakları”, her iki yazı dizisinde de bu coğrafyada gelişen olayların bir değerlendirmesi yapılmış ve bu gelişmeler çerçevesinde Türkiye’nin bölgeye yönelik siyaseti gözden geçirilmiştir.
[6] Almanya Genel Kurmay Başkanlığı, 24.07.2015, Almanya 21 Haziran ve 16 Temmuz tarihleri arasında 745 Yezidi ve Kürt ve savaşçıya eğitim verildiğini ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne askeri malzeme yardımı yapıldığını açıklamıştır.
RT, Türkiye’nin bölge sorunlarının çözümüne yönelik olumsuz tavrı nedeniyle, ABD Kürt unsurlara yardım etmeye başlamış, Şii grupların mücadelesine de destek vermeye başlamıştır. Bölgede istikrarın korunması adına bir askeri darbe ile iktidarı devir almış Mısır yönetimine dahi destek verebilmiştir.
[7] RT, Yeni yaklaşımlar, Dünyanın İstikameti, 18.03.2015, III bölüm halinde yayımladığımız bu yazıda uluslararası alanda itibar, güvenilirlik ve inanılırlık kavramlarının önemine dikkat çekmiştik. Bu hususlara ilişkin “Pacta Sund Servanda/Rebus Sic Stantibus” ifadelerine de özellikle yer vermiştir.
[8] RT, Yeni Yaklaşımlar, “Seçimden Sonra”, 25.05.2015.
[9] RT, Doha/Katar’da konuşlu bulunan ABD Merkez Komutanlığı 20 ülkeyi izlemektedir. Bu komutanlığın sorumluluk alanı içerisinde Suriye ve Irak bulunmaktadır. Dolayısıyla bu bölgede Türkiye’nin icra edeceği bütün kara ve hava operasyonları hakkında bu komutanlığa bilgi aktarılmaktadır ve Türkiye’nin faaliyetleri de bu komutanlık tarafından takip edilmektedir.
Bu çerçevede son günlerde yoğunluk kazanan hava operasyonlarının izlendiği konusunda kuşku olmamalıdır. Ancak, dikkat çeken nokta ABD ile varılan mutabakatın ana konusu İD ve mensupları olmasına karşılık, Türkiye’nin ağırlıklı olarak PKK Terör Örgütü hedeflerine hava harekatı yapıyor olmasıdır. Burada iki husus önem kazanmaktadır: 1.Sadece hava operasyonları ile bir sonuç alınamayacağı gerçeğidir. Geçmişte de defalarca denenen ve sınırlı sonuçları olan bu harekatın kamuoyunu tatmin etmeye yönelik olduğu düşünülebilir, 2.Hava gayretini bu istikamete yönelten Türkiye, daha mürekkebi bile kurumamış anlaşma hükümlerine göre İD ile mücadeleye yeterli destek verebiliyor mudur sorusunun yanıtı nedir?