Pazar akşamı itibariyle Syrizacılık, aynı anlama gelmek üzere restorasyonculuk yeni bir ivme kazandı. Benim dikkatimi çeken ve burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta, “düzenlenen” kutlamalarda devrimci mübalağaya pek az rastlanması.
Yani pek az kişi “Rojava’da devrim oluyor” söylemini Yunanistan’daki referandum sandığına uyarlamaya kalkıyor. Kimse emperyalizmin yenilgiye uğratıldığını, devrimin yükseldiğini, bunun sosyalizm doğrultusunda büyük bir adım olduğunu anlatmıyor.
Abartmanın yerine iler tutar tarafı olmayan bir reformizm parlatılmakta: Yunan halkı boyun eğmemiş; dayatmaları kabul etmemiş…
Bu kadarı yetmeyecektir. Çünkü yarısı, hakikaten doğrudur.
Yunan halkı hakikaten Avrupa egemenlerinin kurduğu baskıya tepki gösterdi. Komünistler hiç kuşkusuz emperyalizme teslim olma seçeneğini onaylayan bir güruh yerine, tepki veren bir halkı tercih edeceklerdir.
Peki, bu yeni bir şey midir? Yunan emekçileri krizin ardından kaç milyon olup sokaklara çıktılar? Kaç kez işçi sınıfı genel grev örgütledi? Bir halk boyun eğmezliğini kaç kere kanıtlamak zorundadır?
Ama bu kadar!
“Bu kadar” olduğunu söyleyince dünyanın bütün reformistleri sollarına dönüp sövmeye başlıyor: Kibirliymişiz! Olmadık duaya amin dememek, uydurmaya başlayıp kapitalizmi aklamamak kibir anlamına geliyorsa, canımız sağ olsun!
Reformizmin, bir tek Yunan halkının boyun eğmezliği kısmı hakiki bir yan içeriyor. Diğer yarısındaysa burjuva siyaseti ve onun organik parçası olarak rekabetçilik var. Syriza’yı AB emperyalizmiyle pazarlığında güçlü kılan tek faktör halkın oyu olmadı. Elde sadece bu olsaydı, oportünistlerin referandumu falan boş vereceklerine emin olabilirsiniz. Parlamentarizm ve burjuva demokrasisinin ortaya çıkarttığı veriler, kendi başlarına bir hiçtir.
Referandumdan Syriza’nın istediği sonucun çıkmasından önce ABD’den işaret geldi. ABD’ye göre Avrupa Yunanistan’a daha anlayışlı davranmalıydı. Bu arada Syriza-Anel koalisyonu Ege adası Karpatos’ta yeni NATO üssü için yeşil ışık yakmıştı bile. Yunan hükümeti Rusya-Batı dengelerine oynamayı da ihmal etmedi…
Emperyalizme bağımlılık, merkezle bağımlı ülke arasında rekabeti dışlamaz. Reformizmin diğer ve çok daha hakiki yarısında işte bu var.
Ancak hakikilik derecesi, reformizmin, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde iler tutar tarafı olmadığı durumunu değiştirmiyor. Syrizacılarımızın “Yunanistan’ın borçları silinsin” türünden dile getirdikleri talepleri, aklı evvel bir Troçkist strateji uzmanı çıkıp “geçiş talepleri” diye mi yutturmaya mı kalkar, yoksa aşamacılıktan, demokrasicilikten yılmamış bir eski solcu “önce demokratik devrim” diye mi güzellemeye tabi tutar; onu kestiremiyorum. Ama bildiğim bir şey var: 20. yüzyılın son çeyreğinde emperyalist kapitalist sistemin görülmemiş bir karşı-devrimci taarruzundan başka anlama gelmeyen neo-liberalizm, 2008 krizinden sonra sahiplerince terk edilmedi. Taarruza devam etmek için güç toplamaya çalışıyorlar. Güç toplamak için de karşı-devrimci taarruzu sürdürmeye…
Dolayısıyla, örneğin “borçların” iptal edileceği, uluslararası planda borçlu ülkelerin ve kapitalist toplumlarda ezilenlerin bir biçimde kendilerini parçası hissedecekleri uzlaşmaların inşa edileceği bir kurgu yok ortada.
Reformizm bu nedenle iler tutar tarafı olmamaya devam ediyor. Syriza reformizmi Yunan halkının önüne, Komünist Parti’nin gündeme getirdiği gibi emperyalizmden kopuşu değil, pazarlığı koyup oylattırdı. Bayram bir iki gün sürer. Sonra kırk katır mı kırk satır mı noktasına gelinir. NATO üsleriyle, geri ödeme planından kurtarılan paranın başka bir yolla acısının çıkartılmasıyla, sağcılar söylediğinde inandırıcılığı kalmayan kemer sıkmanın bu sefer solcular tarafından “ulusal görev” olarak sunulmasıyla…
Boyun eğmeyen emekçi komşumuz böyle bir noktada dengeye oturtulamayacaktır. Çağımızda reformizmin parlatılmasının sınırları çok geniş olamıyor. Reformizm, iltihak ettiği kapitalist sömürü gibi tık nefes kalmaya mahkûm.
Uzak olmayan geleceğimizde sosyalizm yazıyor.
Solhaber