Türkiye’nin karşı-devrimci kaynakları milliyetçi faşizm ve şeriatçı İslamcılıksa, bu ikisinin yüzde 57 oy oranı yakaladıkları bir seçim nasıl toplumu rahatlatıyor?
Bundan ibaret değil ki, diyecek olanlar HDP’yi gösterecektir. Ya baraj altında kalsaydı da AKP tek başına hükümet kuracak sandalye sayısına ulaşsaydı! Eh, böyle bir rahatlama nedenine hak vermemek elde değil. Yıllardır önce “AKP’yi istemiyoruz” diye söze başlayıp, sonra yaklaşan felakete işaret eden, iki yıl önce milyonlarla birlikte “hükümet istifa” diye seslenen, savaş suçları raporunu masaya ilk koyan bir geleneğimiz var. AKP’nin tek başına hükümet kuramayacak olması bu dizgeyle uyumlu tabii ki.
Ama rahatlayamıyoruz… Çünkü iş bundan ibaret olmamaya devam ediyor.
Koalisyon tartışmasının şu ana kadar hakiki görüşler dile getirilerek yürütülmediği söylenebilir. Daha ziyade taktik savaşları var sahnede. Düzen siyasetinde taktik denen kategorinin ideolojiyle, stratejiyle bağlı olması gerekmez. Ama AKP’ye ver yansın eden üç meclis partisinin bu ilk günlerde, biri diğerini AKP’ye, AKP’yi de hükümete ittirmesi ideolojik ve siyasal mesaj açısından ne anlama geliyor, diye sormak durumundayız. Sonuç olarak AKP’nin hangi koşullarla hükümet olmasının istendiği veya gerçekten istenip istenmediği bir yana, taktiklerin gerici ve suçlu rejimi meşrulaştırdığı kabak gibi ortada. Oy ve meclis çoğunluğunu, gayrı meşru görüldüğü için yitiren AKP’ye meşruiyet iade ediliyor.
Meclis partileri bunu önemsemiyor olabilirler. Ancak hal öyle diye, konu önemini kaybetmez. İmam hatipleştirilen eğitim sistemi orada duracak, TIR videolarını isteyen izlemeye devam edecek, Roboski’den Gezi’ye kan AKP’nin paçalarından damlayacak, ayakkabı kutuları hırsızlara iade edilmiş olacak… ve denecek ki AKP hükümet kursun! Hatta AKP’siz olmasın!
Bunun karşılığında sağlanan rahatlama gerçek olmasına gerçek ama “kaç vakit için?” Asıl önemlisi o.
Rahatlama Erdoğan’ın birkaç gün susması gibi kazanımlara yaslandığı için haklı mıdır? Değil seyretmeye, dinlemeye; okumaya bile sabredemediğim birinden söz ediyorum. Ama yetmez diyorum.
Yoksa bu rahatlama bir enerji boşalması mıdır? Toplumun ilerici damarlarının biriken enerjisinden, ülkenin gelecek umudunun yaslandığı kaynaklardan söz ediyorum…
Alevi halkımızın laik ve mücadeleci enerjisi boşaltıldı. Geçen yıl “bas geç” sloganıyla yapılamayan bu kez gerçekleşti ve 2011 direnişinin biriktirdiği enerji, bizim ortaya attığımız kavramla, restorasyona aktı. Kürt özgürlük mücadelesinin birikimi keza… Birinci Cumhuriyet enkazının altından militer yanlarını terk edip başkalaşarak çıkmayı deneyen Kemalizmin yeniden toplar gibi olduğu enerji de restorasyonu besledi. Gençlik, kentli seküler toplum… Eksiği yok fazlası var…
Kastettiğim herhalde anlaşılmıştır. Türkiye toplumunun ilerici dinamikleri bu “rahatlama”dan zararlı çıkıyorlar. Düzenin dışına doğru salınan enerji, restorasyona, yani ülkenin yeniden yönetilebilir hale sokulmasına yönlendirilmiş bulunuyor. Buraya kadarı kötümserlik değil gerçekçilik.
Neyse ki, asıl burada “bundan ibaret değil” diyebiliyoruz. Çünkü bir de soru var: Restorasyon yeni bir statüko mudur? İlerici dinamikler restore edilmiş düzen tarafından teslim alınmış ve yok edilmişler midir?
Bundan sonrasında kötümserliğin zerresine yer yok. Ne yapsalar ne etseler, çoktan açılan tarihsel hesaplaşma sayfasını örtemezler!
Herkes biraz rahatlasın, daha çok konuşacağız…
solhaber