SOSYALİZM
~ 07.06.2011, Yeni Yaklaşımlar ~
(Alm. Sozialismus; Fr. Socialisme; İng. Socialism)
İşçi sınıfının siyasal bir devrim yoluyla iktidarı burjuvazinin elinden almasını ve böylece kapitalist üretim ilişkileri yerine toplumsal üretim ilişkilerini geçirerek sınıfsız bir toplum ve dünyayı yaratmayı amaçlayan i) bir öğreti, ii) bir siyasi hareket ve iii) devrimden sonra bu amacın gerçekleşmesi için kurulması planlanan veya kurulan toplumsal düzenin adıdır.
Kavramı modern anlamıyla ilk kez bütünlüklü bir biçimde ortaya koyan metin Karl Marx ve Friedrich Engels’in yazdığı ve 1848’de yayımlanan Komünist Parti Manifestosu’dur. Öte yandan “sosyalizm”e dair bu önemli metinde sosyalist ve sosyalizm terimleri yerine sırasıyla komünist ve komünizm terimlerinin kullanılmış olmasının, yazıldığı dönemin tartışmaları ile yakın bir ilişkisi vardır. Engels’in Manifesto’ya yazdığı 1888 tarihli Önsöz bu tercihin tarihsel nedenlerini açıklar:
“… 1847’de sosyalizm orta katmanların bir hareketi, komünizm işçi sınıfının bir hareketiydi. Sosyalizm en azından kıta Avrupası’nda “salon”lara kabul edilebiliyordu; komünizm içinse tam tersi geçerliydi. Ve biz en başından itibaren, “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olmak zorundadır” diye düşündüğümüzden, bu iki isimden hangisini seçmek zorunda olduğumuz konusunda herhangi bir kuşku olamazdı. Dahası, o zamandan beri bu isimden vazgeçmek de aklımıza gelmedi.”
Kavrama ilişkin her üç anlamın da temelleri esasen 1800’lerin ortasında işçi sınıfının Avrupa’da ilk kez bağımsız bir sınıf olarak tarih sahnesine çıkması ile birlikte Marx ve Engels’in varolan kuramsal ve politik okullarla mücadelelerinin sonucu olarak atılmıştır. Bu anlamda modern sosyalizmin kurucuları olan Marx ve Engels’in yapıtlarına kaynaklık eden üç ana gelenek Alman felsefesi, İngiliz politik-ekonomisi ve Fransız sosyalizmidir.
Marx ve Engels’den sonraki en önemli kuramsal ve politik katkı, 1900’lerin başında Vladimir İliç Lenin tarafından, özellikle de Rusya’da önderlik ettiği partinin devrim yapması sonucu gerçekleşmiştir.
Yaklaşık olarak 70 gün süren 1871 Paris Komünü deneyimi, tarihteki ilk sosyalizm deneyimidir. Bir sonraki sosyalizm deneyimi ise yaklaşık olarak 70 yıl süren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği deneyimidir.
Sonuç olarak 150 yılı aşkın bir tarih içinde birlikte gelişen bu üç anlamı birbirinden tamamen ayrı düşünmek doğru olmasa da bu anlamlar en azından hem üzerlerinde cereyan eden tartışmalar hem de terminoloji açısından ayrı başlıklar altında ele alınabilir.
i) Bir öğreti olarak sosyalizm: Marx’ın da Manifesto’dan henüz bir kaç yıl sonra kuramsal katkısını özetlediği metin aynı zamanda modern sosyalizmin temel ilkelerini sunar (Marx’tan Weydemeyer’e mektup):
“Burjuva tarihçileri bu sınıf mücadelesininm tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini benden çok önce açıklamışlardır. Benim yeni olarak yaptığım:
1) Sınıfların varlığının ancak üretimin gelişimindeki belirli tarihsel evrelere bağlı olduğunu;
2) Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını;
3) Bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını tanıtlamak olmuştur.”
Engels ise Manifesto’dan yaklaşık 30 yıl sonra, bir kuram olarak modern sosyalizmin Marx’ın iki ana buluşuna, yani “tarihin materyalist anlayışı ile kapitalist üretimin gizeminin artı değer aracılığıyla açıklanması”na dayandığını yazar (Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm). Engels sonuç olarak “sosyalizm”in bu iki buluşla birlikte bir bilim haline geldiğini belirtir ve zaman zaman “modern sosyalizm” olarak da adlandırdığı bu yeni sosyalizm için “bilimsel soyalizm” terimini kullanır. Engels aynı eserinde, Marx’la birlikte kullandığı “materyalist tarih anlayışı” yerine, “bilimsel sosyalizm”in kuramsal temelleri anlamında “tarihsel materyaliam” terimini kullanır.
1870’lerin sonlarında başka bir yeni terim, Marksizm kullanılmaya başlanır. Ancak bu kez bu yeni terim, öğretinin kurucuları Marx veya Engels tarafından değil tam aksine onların kavgalı oldukları Fransız sosyalistleri tarafından ilk kez kullanıma sokulur. Öte yandan Engels’in sadece birkaç özel mektubunda kullanılan bu yeni terimi Marx ve Engels tarafından daha çok eleştiri amacıyla kullanmış oldukları açıktır (Engels’ten Laura Lafargue’ye mektup):
“Şimdi zafer artık bizimdir, tüm dünyaya Avrupa’daki bütün Sosyalistlerin ‘Marksist’ (bu ismi bize verdikleri için deliye dönecekler) olduğunu ispat ettik”
Yine de “marksizm” zamanla önemli oranda “bilimsel sosyalizm”in yerini alarak giderek başat terim haline gelir.
Kavramın kuramsal anlamına ilişkin önemli bir başka yenilik, Rus marksisti Plehanov’un 1891’de “diyalektik materyalizm” terimini kullanmasıdır. Bu terim Plehanov’un kullandığı anlamıyla Marksizmin genel yöntemi olarak yerleşiklik kazanmıştır. Bu anlamda, genellikle, “tarihsel materyalizm” Marksist bilime, “diyalektik materyalizm” de Marksist felsefeye karşılık gelen bir terim olarak kullanılmaktadır.
Marx ve Engels’ten sonra “sosyalizm”in kuramsal anlamına dair yeni bir terimin girişi, geliştirdiği emperyalizm eleştirisi ve “eşitsiz gelişim kuramı” ile tarihsel olarak Marksizme çok önemli katkıları yapan Lenin’in adı üzerinden gerçekleşir. Bu yeni terim, Leninizm, çoğunlukla Marksizm-Leninizm biçiminde kullanılır. Öte yandan Leninizmin de sosyalizm gibi sadece bir kuram değil aynı zamanda bir siyasi hareket anlamını taşıdığı da belirtilmelidir.
ii) Bir siyasi hareket olarak sosyalizm: Manifesto’da Marx ve Engels komünistlerin bir siyasi hareket olarak bugün de geçerliliğini koruyan genel ilkesini net bir şekilde ifade etmişlerdir: “Proleteryanın sınıf olarak oluşması, burjuva egemenliğinin yıkılması ve siyasal iktidarın proleterya tarafından fethedilmesi.”
Sosyalist hareketin tarihinde önemli tartışma başlıkları olan bu üç önerme Manifesto’da ayrıntılı bir biçimde ele alınır:
- Proletaryanın bir sınıf olarak oluşması “bir sınıf olarak ve bunun sonucunda bir siyasal parti olarak örgütlenmesi”dir.
- Burjuva egemenliğinin yıkılmasının yolu “komünist devrim”dir.
- Siyasal iktidarın proletarya tarafından fethedilmesi ise proletarya diktatörlüğü yoluyla gerçekleşecektir.
İşçi sınıfının bir siyasi parti olarak örgütlenmesi, sosyalist hareket içinde bu partinin niteliği ve işçi sınıfı ile ilişkileri hakkında tartışmaların konusu olmuştur. Manifesto’nun yazıldığı yıllarda ise parti kavramı henüz modern anlamına kavuşmamıştır. Sosyalist hareket ve işçiler için daha çok dernekler ve birlikler biçimindeki bir örgüt pratiği geçerlidir.
1848 devrimlerinin yenilgiyle sonuçlanmasından 10 yıl sonra devrimci hareket Avrupa’da yeniden yükselişe geçer ve böylece 1860’larda hem daha sonra kitleselleşecek işçi partileri hem de Uluslararası İşçiler Birliği, daha sonraki isimlendirme ile I. Enternasyonal kurulur.
Bu dönemde Marksizm, sosyalist hareket içinde giderek başat bir akım haline gelmesine karşılık Marx ve Engels’in kitleselleşen işçi partileriyle, özellikle de “sosyal demokrasi”nin doğuşuna kaynaklık eden Alman sosyal demokrat partileri ile yakın ama hep eleştirel bir mesafeleri vardır. Bu partilerin “sosyal demokrasi”sinin bugünkü anlamına kavuşması ise bu partilerin zamanla Marksizmin temel doğrultusundan uzaklaşıp reformizm ve revizyonzime yönelmeleri ve I. Dünya Savaşı’nda ülkelerindeki burjuva iktidarları destekleyerek milliyetçi politikalar benimsemeleri sonucunda gerçekleşir.
Sosyal demokrat partilerdeki bu eğilimlerin Marksizmden uzaklaşmalarının arkasında ise komünist devrim ve proletarya diktatörlüğü gibi marksizmin temel önermelerini terk etmeleri vardır.
Sonuç olarak, sosyal-demokrat partilerdeki bu eğilimler II. Enternasyonal’in dağılmasına neden olur ve bu eğilimlerle mücadele eden Marksistler önce sosyal demokrat partilerden koparak komünist örgütler kurar, daha sonra da 1917 Ekim Devimi ile birlikte “komünist parti” adını kullanmaya başlarlar. Örnek olarak, Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden ayrılıp Rosa Luxemburg’un öncülüğünde kurulan Spartakistler Birliği ve Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden ayrılıp Lenin öncülüğünde kurulan Bolşevik Parti, 1917’den sonra sırasıyla Alman Komünist Partisi ve Rusya Komünist Partisi isimlerini alırlar.
Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Parti’nin gerçekleştirdiği Ekim Devrimi’yle Rusya’da sosyalizmi inşaya girişmesi, komünist hareket içindeki “proleterya diktatörlüğü”, “öncü parti” ve “işçi sınıfının kendiliğindenciliği” gibi tartışma başlıklarının bir anlamda sonuca ulaşması anlamına gelir.
Sonuç olarak Lenin’in sosyalizme bu alandaki tartışmalara katkısı “Leninist örgüt kuramı” olarak tanınmıştır. Öte yandan, Rusya gibi henüz kapitalizmin Avrupa’daki kadar gelişkin olmadığı ve bu anlamda marksistlerin devrimi öncelikli olarak beklemedikleri bir ülkede devrimin gerçekleştirilmesi ve böylece dünyadaki ilk işçi devletinin kurulması, Lenin’in sosyalist harekete en büyük katkısıdır. Bu katkının arkasında da yine Lenin’in emperyalizm eleştirisinden elde ettiği eşitsiz gelişme yasasının bir sonucu olarak devrimin emperyalizmin çelişkilerinin biriktiği zayıf halka ülkelerinde gerçekleşme öngörüsü yatmaktadır.
Devrimden iki yıl sonra Bolşeviklerin öncülüğünde III. Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal), diğer adıyla Komintern’in Moskova’da kurulmasıyla Lenin’in düşünceleri dünyadaki komünist hareket içinde başat konuma gelir. Komintern aynı zamanda resmi amacı olarak “Sosyalist Sovyet Cumhuriyetlerinin Dünya Birliği”nin kurulmasını benimseyerek II. Enternasyonal’in milliyetçi eğilimlerine karşı da bir yanıt niteliğini taşımıştır.
Öte yandan, Ekim Devrimi’nin giderek tüm dünyaya yayılamaması, sosyalizmin tek ülkede mümkün olup olmadığı tartışmasıyla birlikte mücadelenin öncelikli ölçeği, yani ulusal veya uluslararası olup olmaması gerektiği tartışmasını da beraberinde getirmiştir.
Manifesto bu başlıkta da komünist partilere geçmişte olduğu kadar bugün de yol göstermeye devam etmektedir. Manifesto’da sınıf mücadelesinin öncelikle ulusal bir mücadele olduğu ve her ülkedeki işçi sınıfının önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorunda olduğu belirtilir. Ayrıca, ulus-devletler içindeki sınıf mücadelelerinin kazanılmasının, ulusların kendi aralarındaki karşıtlığa da son vereceği öne sürülür. Manifesto’nun son cümlesi ise sınıf mücadelesinin uluslararası boyutunu en açık ifade eden cümledir: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”
iii) Toplumsal bir düzen olarak sosyalizm: Manifesto’da komünist bir devrimden sonra kurulacak toplumsal düzende başta mülkiyet ilişkileri olmak üzere emek, aile, evlilik, eğitim ve ulus gibi olguların alacağı biçim ve içerik burjuva toplumun eleştirisi üzerinden karşılaştırmalı olarak sunulur. Bu yeni toplumsal düzenin, yani komünizmin, iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesiyle bir anda gerçekleşmeyeceği de Manifesto’dan anlaşılmaktadır:
“Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, tüm üretim aletlerini devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek ve üretici güçler kitlesini olabildiğince çoğaltmak için kullanacaktır.”
Manifesto’da henüz bu terim kullanılmasa da bu sürecin Marx ve Engels’in sonraki eserlerinde kullandıkları anlamıyla başlangıçta “proletarya diktatörlüğü” olarak örgütleneceği görülebilir. Bu sürecin sonunda işçi sınıfı kendi egemenliği ile birlikte kendisini de ortadan kaldıracak sınıfsız toplumu kuracaktır.
Manifesto’daki bu yaklaşım Marx’ın 1875 yılında yazdığı Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde daha ayrıntılı ve açık bir biçimde ifade edilir: Proletarya diktatörlüğü kapitalist toplum ile komünist toplum arasındaki siyasal bir geçiş dönemidir. Marx bu dönem için aynı zamanda “komünist toplumun birinci aşaması” ifadesini de kullanır. Marx komünist toplumun başka bir aşamasından daha söz eder:
“Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasından, bireylerin işbölümüne ve onunla birlikte kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği zaman; emek, yalnızca bir geçim aracı değil, ama kendisi birincil yaşamsal gereksinim haline geldiği zaman; bireylerin çeşitli biçimde gelişmeleriyle, üretici güçler de arttığı ve bütün kolektif zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman, ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları kesin olarak aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üstüne şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre!”
Lenin de Marx’ın bu yaklaşımını benimsemiş, ancak “komünist toplumun birinci aşaması”nı sosyalizm, “komünist toplumun daha yüksek bir aşamasını” ise komünizm olarak adlandırmıştır. Lenin’in bu yeni adlandırması Marksist literatürde bu şekilde benimsenmiştir.
Genel olarak Marx, Engels ve Lenin’in yapıtlarında bir toplumsal düzen anlamında ağırlıklı olarak kapitalizm eleştirisi yer alırken, sosyalizm ve özellikle de komünizm üzerine yazılanlar çok daha az bir hacmi kaplar. Bu anlamda Manifesto’da komünist devrim sonrası önlemlerin farklı ülkelere göre farklılıklar gösterebileceği belirtilmiştir. Yine de bu yapıtlar sosyalist ve komünist toplumun örgütlenmesine dair can alıcı ilkeleri sunmaktadır.
Son olarak Paris Komünü ve Sovyetler Birliği gibi geçmiş sosyalizm deneyimleri kadar Çin Halk Cumhuriyeti gibi tartışmalı veya Küba Cumhuriyeti gibi yaşayan sosyalizm deneyimleri ışığında da önemli bir birikim oluşmaya devam etmektedir.
(Kaynak: http://mlam.tkp.org.tr/)
Hits: 29795